Ebedî saadet için: Empati ve farkındalık

Yok iken var edilip; varlık âlemine gönderilen, hayat ve insaniyet bahşedilen insanın yaratılışı, kâinatın yaratılışıyla ilintilidir. Bu sebeptendir ki beşer, varoluşunu anlamlandırabilmek için kâinatı ve kendisini anlama gayreti göstermiştir. Bu anlam çabasının ilk basamakları ise fark etme, farklılıkları anlamlandırma şeklindedir.

‘Neden bu âlemdeyim?’ sorusunu zihinlerde ve kalplerde yerleştiren esas etkenlerden birisi farkındalıktır. Çünkü insan farkında olmadığı durumların hikmetini sorgulayamaz. Çünkü insanın farkında olmadığı durumlarla arasına gafletin bulanık perdesi girmiştir. Çünkü insan, farkındalığını kaybettiği şeylerle arasına ülfetin sisli perdesini çekmiştir.

Farkında olmaya ilave olarak önemli diğer bir husus, farklılıkları fark etmektir. İnsanlar yaratılış itibariyle birbirlerinden farklıdırlar; fiziksel özellikler, karakteristik özellikler, düşünme stilleri, yaşama biçimleri gibi yönleriyle. Her ne kadar sosyal bilimler belli-bazı noktalarda bir sınıflandırma uygulasa da her insanı diğer insanlardan ayıran farklı özellikleri vardır. Yani her insanın diğer insanlarla ortak özellikleri bulunacağı gibi; farklı özellikleri, duyguları, bakış açıları, yaşantıları, düşünceleri ve daha birçok farklılıkları vardır. Peki, beşerî ilişkilerde bu farklılıkları fark etmek neden önemlidir?

Fıtraten medenî olan ve sosyal yaşantısında diğer insanlara ihtiyaç duyan insan, bu sosyal ihtiyacının sonucu olarak diğer insanlarla ilişki kurmak durumundadır. Fakat bu ilişki kurulurken dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Tıpkı ülkeler-devletler gibi her bir insanın kendine özgü sınırları vardır. Her insanın bir iklimi vardır. Ve insanın işlevsel iletişim kurabilmesi için, özel olarak tüm farklılıkları keşfedemese dahi, en azından farklılıkları kabul etmesi gerekmektedir. İnsan, karşısındaki başka bir insana, ancak bu şekilde ‘senin de sınırlarının olduğunun farkındayım’ mesajını iletebilir.

Empati diye nitelendirdiğimiz olgu da aslında farklılıkların farkında olmanın daha gelişmiş bir boyutudur, diyebiliriz. Empati; Bir bireyin, karşısındaki insanın duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, kavraması ve kavradığını ona ifade etmesidir. Burada dikkati çeken nokta; empatinin bir bireyin duygu ve düşüncelerini sadece anlamaktan veya anlamaya çaba göstermekten ibaret olmayışıdır. Empati aynı zamanda karşıdaki bireyin duygu ve düşün dünyasını anladığını ifade etmekten geçmelidir. Yani karşıdaki anlaşıldığını hissedince empatik bir iletişim sağlanmış olacaktır. Bireyler anlaşıldığına, duygu ve düşüncelerinin fark edildiğine kanî olduğunda ise işlevsel iletişim sağlanmış olacaktır.

Empati, insanları ikna etme yöntemi olarak da kullanılabilmektedir. Karşı tarafı önce kendi bakış açısıyla anlamak, sonra da ona göre verilecek tepkiyi belirlemek ve bu yolla ona yardımcı olmak gerekmektedir. Bu yardım karşı tarafın yanlış noktada olduğunu belirtmek ve ikna etmek şeklinde de olabilmektedir. Çünkü empatinin temelinde karşı tarafa yardımcı olmak da vardır.

Bununla beraber empati her zaman kendini bir başkasının yerine koyarak gerçekleştirilecek bir şey değildir. İnsan aynı şeyi yaşamadan da empati kurabilir. Bunu sağlayan etken ise insan dünyasını çözümlemektir. Çünkü insanın yaşadığı özel durumların altında yatan temel duygular saptanabilirse empatik bir iletişim oluşabilecektir. Burada önemli nokta insanın duygu düşün dünyasını iyi anlayabilmektir.

İşte tam bu noktada, bir imtihan meydanında bulunan insanların felahı için gönderilen Peygamberler (aleyhimüsselam) ve onların açtıkları çığırda tebliğ ve irşad vazifesini ifa eden büyük zatlar (r.aleyhim) hatıra gelmelidir. Onlar ki, bu meydan-ı imtihanda bulunan insanlığın yardımı için cehd ve gayret sarf etmişlerdir. Onlar ki, insanın mahiyetinin, insana verilen cihazların farkındalığını yaşamış ve bu farkındalığı vahyin nuru altında insanlığa aktarmışlardır. Onlar ki, ‘ene’yi ben-merkezciliğin kıskacından İlahî bir lütufla kurtarıp, insanı bekleyen mizan ve haşrin dehşetini başka insanlar namına kendi âlemlerinde yaşamalarının verdiği şuurla; insan için doğru yol tabir edilen sırat-ı müstakim üzere olmaları için yaptıkları hizmetlerle insanlığa yardım vazifesini ifa etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz’in (asm) “Sizden biriniz kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz”1 ölçüsü empatik bir yaklaşım olmakla beraber empatinin bir üst boyutudur.

Yine Hazret-i İbrahim’in (as) puthanedeki putları kırıp, kendisine sorulduğu vakit kavminin taptığı en büyük putu göstermesi hadisesi, kavminin içinde bulunduğu bilişsel çelişkiyi aşabilmesi için onlarla kurduğu bir empatik iletişim örneğidir.

Hz. Ebubekir’in (ra) “Cehennemde vücudum büyüsün tâ ehli imana yer kalmasın”2 sözü temelde yüksek feragat ve şefkati yansıtmakla beraber, o ulvî şefkat ve feragat ile beraber empatik bir yaklaşımı ifade etmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin “Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım”3 ifadesi yine feragat ve şefkat temelli düşüncenin empatik bir tavra bürünmesidir. Çünkü bu tarz ifadelerin ben-merkezcilikle tamamen zıt olması, bizlere empati kabiliyetinin yüksek bir düzeyde olduğundan haber verir. Ve Bediüzzaman Said Nursî’nin müellifi olduğu Risale-i Nur Külliyatı ise, insandaki cihazların (duygular, düşünceler vs.) mahiyetini tarif edip çözümlemesiyle, asrımızda beşeriyeti sırat-ı müstakime davet vazifesini, düşünce ve duygu dünyasına hitap ederek ifa etmektedir, aynı zamanda tefekkürî bakış açısıyla farkındalığı, acz-fakr-şefkat düsturlarıyla empatik yaklaşımı bünyesinde barındırmaktadır.

Özetle, farklılıkların farkındalığı ve empati, beşerî ilişkilerde iyileştirici-düzenleyici bir rol oynamasıyla beraber; beşeriyetin selameti ve ebedî saadeti için iman dairesine davette dahilî bir metod kimliği taşımaktadır ki, iman davasının büyük simaları gerek yaşantılarında gerek yaptıkları hizmetlerde bu olguları en doğru biçimde yansıtmışlardır.

Dipnotlar:
1) İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/113.
2) Sözler, Konferans, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 845
3) Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 543

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*