Hafîziyete mazhariyet

Hafîz isminin tecellîsinin, kâinat yüzünde ve onun küçültülmüş mekanizması olarak tabir edebileceğimiz insanın hayat yolculuğunda an be an akislerinin göründüğünü müşahede etmekteyiz. Âlemlerin Rabbi, bu âlemden, yüksek maksadı yerine getiren insanın hayat levhalarını kayıt altına aldığı gibi, koskoca faaliyetlerin meydana geldiği, daha sınırlarının bile çizilemediği kâinat sayfalarını da kayıt altına alıyor.

Âlemi, Alîm bir zatın ilminin vücut giymiş bir tezahürü olarak düşündüğümüzde, zaten kayıt altına alınmaktan bizâtihi bahsetmiş oluyoruz. Yani onun ilminde olarak muhafaza olmak. “Bizzat eşyanın ya da kâinat dediğimiz evrenin hâfızası var mıdır?” diye zihnimize hücum eden soru gruplarına muhatap olunca cevap aramaya başlıyoruz. Evet, yıllar öncesinden birtakım düşünürler kâinatın hâfızası olduğunu söylemiş, hatta bu hâfızaya “akaşa” adını vermişler. Akaşa, evrendeki her bir hareketin, oluşumun kaybolmadığı, hepsinin bir yerde kaydedildiği mânâsını taşıyor. Bu kaydedilen yeri felsefecilerden bazıları “gökyüzü” diye isimlendirmiş. Biz Kur’ân talebeleri ise bu yeri Levh-i Mahfuz diye adlandırıyoruz. Yani olmuş ve olacakların bilgisinin olduğu yer, ilm-i İlahînin bir ünvânı. Bu muhafaza levhasının iki defterinden bahsediyor Bediüzzaman Hazretleri; İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin. İmam-ı Mübin’de kayıt altında olanlar Allah’ın dilemesi ile Kitab-ı Mübin’de gözüküyor. Sanki saydam ve görünmez bir kalemle çizilen yazıların bir mürekkeple boyanıp görünür kılınması gibi emir geldiğinde dış âlemde var oluyor. Zerreler her şeyi kayıt altına alıyor. Hava zerrelerinin sırtlarında taşıdıkları kelimeleri düşürmeden, eksiltip artırmadan emanetlerini karşıdaki dinleyenin kulağına iletmeleri, onların da Hafîz isminin tecellîsine muhatap olduklarını gören gözlere gösteriyor.

Aslında eşyanın ve kâinatın Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olma bakımından esasen ve en önce Rabbimizin isimlerini muhafaza ettiklerini söyleyebilir miyiz? Bir sarı çiçek en evvel Hayy ismini, daha sonra üzerinde gözüken Müzeyyin, Münazzım, Mülevvin, Musavvir gibi pek çok isimleri hâfızasında taşıması bir bakıma çiçeğin anlam yüklü dünyasını ve muhafaza ettiklerini bildiriyor. Bir çekirdekte onun bütün programının yazılmış olması gibi aynı zamanda mazhariyetine memur olduğu esma-i hüsnanın da muhafazakârlığını Hafîz ismiyle yerine getiriyor.

Parapsikoloji’nin alt dallarından biri olarak karşımıza çıkan psikometri de aslında bir bakıma eşyanın hâfızasının olduğunu bizlere ispat ediyor. Psikometri, dokunulan nesneler üzerinden ona daha önce dokunmuş kişiler hakkında bilgi alınabilmesi anlamına geliyor. Bu hakikat ise hiçbir şeyin kaybolmadığının, kayıt edildiğinin bir örneği. Resulallah’a Hayber’in fethinden sonra Yahudi bir kadının zehirli bir keçi küreği ikram etmesinin ardından Resulallah ve arkadaşları onu yemeğe hazırlanmış iken Resulallah’ın birden, “Ellerinizi çekiniz! Şu kürek, etin zehirlenmiş olduğunu bana haber veriyor.” (Sünen, 4:175) diye keçi küreğinin zehirli olduğunu haber vermesi, eşyaların mazi vukuatına dair yaşanılanları muhafaza etmesinin bir göstergesi. Bununla beraber yine kaynaklarda hanînü’l-ciz’ diye adlandırılan kuru hurma kütüğünün ağlaması da eşyanın hâfızasının olduğunun bir diğer örneğini teşkil etmekte. Resulallah’ın kendisine dayanarak hutbe okuduğu kuru direğin, minber-i şerif yapıldığı zaman minbere çıkıp orda hutbeye başladığında tabir-i diğerle deve gibi inleyip ağlaması, hüzünlenmesi bu konudaki delillerden bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor.

Bunlarla bitmiyor. Yasin Suresi’nde ibretengiz âyetler bizi karşılıyor ve diyor ki: “O gün ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” (Yasin Suresi: 65) Demek el ve ayaklarımız yaptıklarımızdan haber verecek ve yaşamımız boyunca muhafaza ettiği bilgileri Rahman’ın izniyle gün yüzüne çıkaracak. A’zâlarımızın bizim hayat yolculuğumuza şahit olma bakımında birtakım bilgileri hıfz etmesi söz konusu. Öte taraftan insan gibi kâinat için önemli bir varlığın amellerini ve yapıp ettiklerini sadece eller ve ayaklar mı hıfzediyor? Elbette hayır. Âyet-i kerimelerde de ifade edildiği üzere, haşir meydanında herkesin önünde açılacak bir kitabının olması (İsra Suresi: 13-14), insanların üzerinde bekçilerin olup daima yazmaları (İnfitar Suresi: 10-11), yaptıklarının kaydedildiği (Casiye Suresi: 29) hikmetin gereği olarak ortaya çıkıyor.

Bunlarla beraber maddeten de muhafaza oluyor ve cismimizin özellikleri kayıt altına alınıyor. Acbü’z-zeneb tabir edilen bu kısımda, haşir sabahı için insan bedeninin yeniden inşa olmasının şifreleri kayıt altına alınıyor. Haşir ve ahiretin varlığı bunu zorunlu kılıyor. Yerin de bir hâfızası olup, kıyamet zamanı geldiğinde izn-i İlahî ile bildiklerini açığa çıkarıp her şeyi anlatacak olması da (Zilzal Suresi: 4) bu anlamda kayıtların bir parçasını teşkil ediyor. Büyük ve küllî olan hafîziyet hakikati gösteriyor ki, bu kayıtların açılacağı büyük bir muhasebe meydanı olacak ve gerçekler ortaya dökülüp ehemmiyetli hesaplar görülecek. İnsan ki arzın halifesidir. Onun yaptıkları ise Lokman’ın (as) oğluna dediği gibi, “Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir” (Lokman Suresi: 16) hakikati, yüzleşmesi oldukça zor olan, bir iş yapıldığında hatıra gelip insanı müteyakkız tutması gereken bir hakikat. Amellerimiz, kaçışı zor ve aynı zamanda ince bir hesap çizgisinden geçirilmek için saklanıyor. Her an olan bu kayıtlar, bu kadar hafîziyet hakikati gösteriyor ve manen bizlere diyor ki: “Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zat seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!”1

Dipnot:
1) Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 288.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*