Makine – 1

“trrrum, trrrum, trrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!”
(Nazım Hikmet)

Seksenli yıllarda Robo Story adında bir çizgi film vardı. Dizinin kahramanı turuncu saçlı küçük kız, çomarıyla beraber acayip bir gezegene düşüyordu. Burası robotların yaşadığı bir gezegendi ve rengârenk iyi robotlar kapkara kötü robotların tuzaklarından kurtulmaya çalışırken de şöyle bir şarkı söylerlerdi: “Rellelle rellelle teneke teneke trenler!”

Turing ilk kez şu soruyu sormuştu: “Makineler düşünebilir mi?” (1950’ler) Öğreniyor, hatırlıyor ve kimlik kazanıyor. İnsan gibi makine de aynı mıdır? İnsan makine ise makine de insan olabilir mi? Nöronlar ve kablolar… Makinelerin ilişki kurmaları, birbirleriyle bir yeni gelişmeye beraber karar vermelerine sebep olabilir mi? İşbirliği… Hayvanlar ve insanlar iletişim kurabiliyor. Bitkiler de belirgin bilinç göstermeseler de yaptıkları bilinçli işler sebebiyle bilinçli mi kabul edilmeli? Madenler mesela… Sebeplerin tamamı görünür, bilinçleri olmamasına rağmen bilinçli işler yapıyorlar. Bu bilinç onların içlerinde veya üretilebilecek bir şeyse; mesela sağduyu üretilebilir ve makineye bağlanabilir mi? İnsanın ürettiği makinelerin, bir gün aslında onun anlamadığı bir dilde konuştuğu anlaşılırsa… Hayvanlar ve madenler de öyleyse…

Turing “Almanların enigmasına karşı, ancak bir makina bir makinaya karşı koyabilir” demişti. Matematikçi Alan Turing, rasyonel makinelerin -belli anlamlar taşıyan yeni simgeler çıkartmak için simgelerin fiziksel özelliklerinden yararlanan makinelerin- inşa edilebildiğini, hatta bunun çok kolay yapılabildiğini gösterdi. Steven Pinker’in “Zihin Nasıl Çalışır”ı, zihnin evrimsel ve nörobilimsel incelemesinde bunu temel veri olarak alıyor. Bu aslında Descartes’tan beri gelen “düşünüyorum, o halde varım”dan “düşünüyorum, o halde vardır”a varan bir modern tarihi ifade ediyor. Hatta, vardır, o halde düşünüyordur. Batı modernizmi rasyonel olanın simgeyle ve simgenin anlamla ilişkisinde merkeze yerleştirdiği düşüncenin somutla ilişkisini üretmekten ibaretti. Yani düşün ve ortaya çıkar. Batı akılcılığı, aklı “yaratıcı güç” olarak hiç bırakmadı. Bu da tabiatın ve eşyanın kendinde olan bir güç gibi algılandı. Bilgisayar bilimci Joseph Weizenbaum da bir zar, birkaç kaya ve bir rulo tuvalet kâğıdından böyle bir makine yapılabileceğini gösterdi. Pinker soruyor: “Yani insan beyni bir Turing makinesi mi? Elbette hayır. Ne kafamızın içinde ne de vücudumuzun herhangi bir yerinde Turing makinesi bulunuyor. Uygulamada işe yaramazlar; fazla hantallar, programlanmaları güç, çok büyükler ve çok yavaşlar. Sadece sanal zihinsel bilgisayar ciddiye alınabilir, onu taklit eden silikon çipler değil. Ardından bir tür düşünmeyi (Bir problem çözmeyi, bir cümleyi anlamayı) modelleyen bir program sanal bir zihinsel bilgisayarda çalıştırılır. Böylece insan zekâsı için yeni bir anlayış doğar.”

Sayısız düşünür, zihnin maddeyle nasıl etkileşime geçtiği sorununa kafa yormuştu. Jerry Fodor, “Kendi kendine acımak insanı ağlatabilir, ama soğan da ağlatabilir” demişti. Pinker’in dediği de “Bizim bu ele avuca gelmez inanç, arzu, imge, plan ve hedeflerimiz çevremizdeki dünyayı nasıl yansıtabiliyor ve bizim de dünyayı şekillendirirken kullandığımız mekanizmayı nasıl harekete geçiriyor?” Hesaplamalı zihin kuramı nörobilime, beyin ve sinir sistemi fizyolojisinin incelenmesi bilgi işlemin beynin temel etkinliği olduğu fikrini yerleştirdi. Bunun da temel gündemi: Zihinsel temsillerin biçimini (aklın kullandığı simge kayıtlarını) ve onlara erişim süreçlerini (bunlara akıl cinleri mi demeli, ışıktan da hızlı olabilen melekler neden olmasın, başka ruhlar?) keşfetmek. Aklımızda sağladığımız engin çoklu-ortam sözlüğü, ansiklopedisi ve kullanma kılavuzunun ve parça parça temsillerin bileşim incelemesi insan düşünce ve eyleminin tükenmez repertuarını açıklar. Bizim karmaşık zihinsel etkinliğimiz bir saat ustasının bilgeliğine uyar (mı?). Hayatlarımızı yaşarken, her kas seğirmesini yapmak ya da tasarlamak zorunda kalmayız. Sözcük simgeleri sayesinde, herhangi bir yazı karakteri herhangi bir bilgiyi canlandırabilir. Hedef simgeleri sayesinde, herhangi bir tehlike göstergesi herhangi bir kaçış yolunu harekete geçirebilir.

“Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, ta saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle, sen hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıt, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san’atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye “Haydi sen yaz” desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkül değil midir?” (Asa-yı Musa)

Doğru semboller, temsiller için de Bediüzzaman şu örneği kullanmıştı: “Bir saatin san’atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur’ân dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor.” (Mektubat)

Steven Spielberg, A.I. Artificial Intelligence (Yapay Zekâ) filminde modern ötesi bir pinokyo hikâyesi anlatıyor. Mekalar ve orgalar… Mekalar üretilir, kullanılır ve atılır. Tekrar düzeltilir. Orgalar yaratılır, yaşar ve sonra öldürülür. Tekrar diriltilir. Mekalar yaşamak için yalvarmaz. Peki ya yalvarırsa? Pinokyo gibi gerçek bir çocuk olmak isterse? Spielberg bunun hikâyesini tekrar yazıyor. Mekanik ile organik karışımı nerede bitebilir? Spielberg hikâyesine göre bunun için dünyanın sonuna gitmek lâzım, insanlığın bittiği yerin sonrasına: Manhattan! Aslanların ağladığı yere. Darağaçları kurulmuştur. Bediüzzaman bu hikâyeye Doğu Meseli ile katılır. Ecelidir aslan ve önünde darağaçları kurulmuştur. Filmin sonunda ve Doğu Masalı’nın ve Pinokyo’nun da sonunda kendiyle karşılaşır. Gerçekle… Nedir gerçek? Spielberg’e göre başkadır. Collodi’nin Pinokyo’su için başkadır. Bediüzzaman’ın masalında ise hakikat şudur ki:

“İşte ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçare asker ise, sensin ve insandır. Ve o arslan ise, eceldir. Ve o darağacı ise, ölüm ve zeval ve firaktır ki; gece gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise, birisi müz’ic ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefy ve yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, Sırat’tan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Ve o iki tılsım ise, Cenab-ı Hakk’a iman ve âhirete imandır.” (Sözler)

Sudaki, havadaki hâfızayı reddeden bir insanın zekâsı ne kadar işe yarayabilir? Wits Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı biyomedikal mühendisliğinde büyük bir atılım yaptılar. Medical Express’te yayınlanan araştırmaya göre, araştırmacılar ilk kez insan beynini gerçek zamanlı olarak internete bağlamanın bir yolunu buldular. “Brainternet” olarak adlandırılan proje, insan beynini World Wide Web (dünya çapındaki internet ağı) üzerinden Nesnelerin İnterneti ile birleştiren bir düğüme dönüştürüyor. Proje kullanıcının başına bağlanan bir Emotiv EEG cihazı yardımıyla beyinden EEG sinyallerinin toplanmasıyla çalışıyor. Ardından sinyaller düşük maliyetli Raspberry Pi bilgisayarına aktarılıyor. Bu bilgisayar verileri uygulama programlama arayüzüne canlı yayınla aktarıyor ve herkesin görebileceği açık bir internet sitesinde gösteriyor. Wits Elektrik ve Bilgi Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesi olan ve projenin yöneticiliğini üstlenen Adam Pantanowitz, Brainternet’in beyin-bilgisayar arayüz sistemlerinde yeni bir sınır olduğunu belirtiyor. İnsan beyninin bilgiyi nasıl işlediği ve çalıştırdığı konusunda bilgi eksikliği olduğunu söyleyen Pantanowitz, bu proje aracılığıyla beyin aktivitelerini sürekli izleyerek ve etkileşime olanak sağlayarak kişinin kendi beynini ve başkalarının beynini anlamasını kolaylaştırmayı hedeflediklerini ifade ediyor. Pantanowitz, şu ana kadar yaptıklarının, projenin yapabileceklerinin sadece ilk aşaması olduğunu söylüyor. Ekip, kullanıcılar ve beyinleri arasında daha interaktif bir deneyim yaşanmasına olanak sağlamayı amaçlıyor. Bu işlevlerden bazıları şu anda sitede mevcut ancak oldukça kısıtlı. Örneğin, kol hareketi dürtüsüyle sınırlı. Pantanowitz, Brainternet’in özdevimli öğrenme algoritmasına veri sağlayacak bir akıllı telefon uygulaması kanalıyla kayıtları sınıflandıracak şekilde geliştirilebileceğini ve gelecekte bilginin beyne iki yönlü olarak aktarılabileceğini de ekliyor. Bu projenin gelecekteki uygulamaları, özdevimsel öğrenme ve beyin-bilgisayar arayüzü alanlarında oldukça heyecan verici atılımlara yol açabilir. Bu projeden toplanan veriler zihnimizin nasıl çalıştığını öğrenmekte ve bu bilgiyi beyin gücümüzü artırmak için nasıl kullanabileceğimiz konusunda daha geniş bir anlayış geliştirmekte bizlere yol gösterebilir (Medical Express/ Futurizm). Bütün veriler bir sonuç ile olasılık evreninde zihnimizle bağlar kuracaktır. Ya da opsiyonun kendisi olacaktır. Ya da biz bu işi yapan makineye dönüşeceğiz.

Bager Akbay, “Opsiyon Makinesi: Matematikçi” adlı hikâyesinde opsiyon makinesi kavramını insan ve yapay zekânın yanı sıra, bunların oluşturduğu topluluklar olarak tanımlıyor:

“O zaman çok fazla opsiyon makinesi olmuyor mu?”

“Tabiî ki, hem çok fazla var hem de sürekli yok olup tekrar var oluyorlar. Geçici olanları da var. Akşam arkadaşlarınızla buluşup yemek için bir restoran seçmek istediğinizde, hem bireysel olarak hem de topluluk olarak opsiyon makinesi oluyorsunuz. Opsiyonlarınızı değerlendiriyorsunuz, sonra birine karar veriyorsunuz.”

Vlatko Vedral, birkaç yıl önceden beri biraz çılgınca gelebilecek bir fikri dillendiriyor: Fiziğin izin verdiği yasalardan daha sıkı çalışan bir motor inşa etmenin bir yolunu görebileceğini düşünüyor. Sonuçta, motorların verimliliği, fiziğin en sağlam dayanağı olan termodinamik tarafından yönetilmektedir. Bu, karıştırmayacağınız bir dizi doğal yasadır. Daha iyi, daha verimli bilgisayarlar sadece yeni bir başlangıç olabilir. Motor, bilimde yeni bir çağın habercisidir. Onu inşa etmek için, hayatın, evrenin -aslında her şeyin, neden olduğu gibi – bizim düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmek için kuantum termodinamiği denilen bir alanı ortaya çıkarmak zorundaydık. Termodinamik, sıcaklık, ısı, enerji ve iş arasındaki etkileşimi açıklayan teoridir. Böylelikle beyninizden kaslarınıza, otomobil motorlarından mutfak karıştırıcılarına, yıldızlardan kuasarlara kadar her şeye dokunuyor. Bu, evrende ne tür şeyler yapıldığını ve evrende nelerin meydana gelemeyeceğine dair bir temel sağlar. Isı ve sıcaklık gibi iletişim ve bilişim de evrende yayılmış olarak her şeye dokunuyor. Bilim insanlarının son yaptığı araştırmaya göre, ağaçlar toprağın altından iletişim kuruyorlar. Üstelik bu basit bir konuşmadan ibaret değil. Ağaçlar, köklerindeki ve kök çevrelerindeki mantarlar aracılığı ile birbirleriyle alışveriş yapıyorlar, tartışıyorlar ve hatta savaşıyorlar. Köklerde bulunan mantarlar ağaçlara gerekli besinleri sağlarken, bunun karşılığında ağaçlardan şeker elde ediyorlar. Bu basit bir olay gibi görünse de bu mantarlar ağaçlar arasında bağlantı kurarak besin paylaşımı yapıyorlar. Örneğin hasta ve ölmek üzere olan bir ağaç bünyesindeki besini mantarlar yoluyla diğer ağaçlara aktararak daha da güçlenmelerini sağlıyor. Bu iletişim ağı sadece ağaçlarla sınırlı değil. Bölgede bulunan çiçek veya bitkiler herhangi bir saldırıya uğradığında çeşitli kimyasal maddeler salgılamaya başlıyor. Bu maddeler çevredeki diğer bitki türlerinin bu tehlikeden haberdar olmasını sağlıyor. Diğer taraftan, araştırmalara göre bazı orkide türleri ‘korsan mantarlar’ aracılığı ile çevredeki ağaçların besinlerini çalıyor. Hatta bu işi biraz daha ileri götüren türler de var; Karaceviz, mantarlar aracılığı ile çevredeki ‘rakip’ ağaçları zehirleyerek bütün besini kendisine saklamaya çalışıyor.

Yeni endüstri döneminde makineden devasa işleri aynı şekilde tekrar etmesi beklenmiyor. Her işinde bağımlı küçük farklar ortaya çıkarabilmesi, iletişim kurabilmesi ve kendini geliştirebilmesi de bekleniyor ve isteniyor. Buna uygun işletim sistemleri önem kazanıyor. Makine bir kütleden ibaret değil, sistemi yenilenmesi ve gelişebilmesi için entegre olabilmesi gerekiyor. Yapay zekâ teknolojileri…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*