Varlık ve hâfıza

“El-hataü ve’n-nisyân, min hasâisi’l-insân”

(Hata işlemek ve unutmak insanın özelliklerindendir)

Eşyanın doğasında esas olan hatırlamaktır. Her şey hatırlar; aklı zorlayan ve mu’cizenin kendisini resmeden kozmosta her şey bir düzenin parçası olarak bir ritme katılır; bu katılış hengâmında “kendi” olarak kalmalarını sağlayan ve kendilerini karakterize eden sınırlar vardır. Bu sınırlar eşyanın derinliklerinde yatan ve kendilerini inşa eden hâfızanın mimarisini oluşturur. Hâfıza her şeydir. Metroloji, genoloji, meteoroloji vs. her biri bir hâfıza ile mümkün olmaktadır. Hâfıza düzendir, döngüdür, yaşamdır, ruhtur, varlıktır, varoluştur.

Mümkin ve vâkî olan bütün varlıkların ve bizzat varoluşun kendisinin hakikatleri Levh-i Mahfuz’da ve onların kayıt defterleri olan İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin’de yazılmıştır. Bu kayıt defterleri varlıklarda modeller, varoluşta da (tabiat) kanunlar(ı) olarak görünürler. Hâfıza olmaksızın ne varlık ne model ne insicam ne de herhangi bir şey veya durum ortaya çıkmaz.

Bediüzzaman Hazretleri hafîziyetin en geniş formlarını anlattığı Sözler kitabında hâfızanın ve kaderin belirgin bir formu olan çekirdekten örnekler verir. Çekirdek Cenab-ı Hakk’ın arzusu ve iradesinin bir göstergesi olarak bir plan ve proje şeklinde ortaya çıkmıştır; kendisinin bir ilmin eseri olduğunu göstermekle ve varoluşun içinde başka unsurlarla doğrudan ilişkiye girebilmesiyle her şeyi içine alan bir ilmin göstergesi olmakla mükemmel bir hâfıza örneğidir.

Varlıktan herhangi bir şey böyle iken, iradesi eline verilen ve akıl gibi bir araçla teçhiz edilen Âdemoğlu adeta daha renkli bir kaderi yaşamaktadır. O önceden verdiği sözü unutmuş, düzenin dışına çıkmış, tekrar hatırlaması için ona bir fırsat verilmiştir. Unutmak, hâfızanın tamamen kaybı değil, bir semptomdur. Adeta mikrobik bir histeri veya viral bir atak hâlidir; bu hastalık hâli sadece âdemoğlunda ortaya çıkmış ve ona “insan, yani unutan” denmiştir. Âdemoğlu Cennet’te önüne serilmiş bütün nimetleri, kendine verilen nasihati ve emri tek bir söz ile unutmuştur. Geçici bir hâfıza kaybına uğramıştır. Bu öyle bir unutuş hâlidir ki, imtihan denilen bir tedavi süreci ile iyileşebilecektir.

Hâfızanın bozulması, yaratılmış olandan beklenenin ortaya çıkamaması demektir. Bu durum, etkileşimde olduğu bütün yaratılmışları etkilemektedir. Adeta bütün bir Cennet halkı insanla birlikte âlemde yerini almış ve ona eşlik etmek durumunda kalmıştır; herkes unuttuğu şeyi ona hatırlatmaya çabalamaktadır. Hâfızanın hastalanması hem zulme -karanlığa ve haksızlığa, dengesizliğe ve bilinç yoksunluğuna- hem cehle -bilinenin tanınamaz hâle gelişine, varlık üzerinde belirgin olan kimlik ve aidiyet etiketlerinin görünmemesine, okunamamasına- sebep olmaktadır. Kur’ân “Şüphesiz ki insan zalimdir ve cahildir; hüsrandadır, ziyandadır, nankördür, zarardadır”1 derken bu geçici hâfıza kaybının âdemoğlunda ortaya çıkardığı yıkımları anlatmaktadır.

Hâfıza, unutmayı mümkün kılan bir nimettir. İnsan sıklıkla acılarını, güçsüzlüklerini, erişemediklerini, zamanı geldiğinde ve işine yaradığında kullanmak üzere hâfızanın derinliklerine gönderir. Bir hâfıza varsa, insan için alternatifler, çareler, kaçar yollar, çıkışlar ve hepsini ifade eden tecrübe ve olgunlaşma, gelişme ve ilerleme mümkün hâle gelmektedir.

İbadetler, dinî pratikler, dua ve niyaz, takva ve sakınma gibi bütün maddî ve manevî uygulamalar ciddî bir hastalıkla karşı karşıya kalmış insan ruhunun “elest bezmi”nde verdiği sözü tekrar hatırlaması için gerekli olan tedavi yöntemleridir. Hatırlama en büyük nimettir. Hatırlamaya sebep olan her şey, acı reçete gibi görünse de iyidir, nimettir. Unutmayı devam ettiren her şey, bal gibi tatlı da olsa esasında kötüdür, nıkmettir.

Dipnot:
1) Adiyat Suresi: 6; İbrahim Suresi: 34; Asr Suresi: 2.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*