Gazete ya da dergi yayıncılığına kim neden girişir?
Soru böyle olunca cevap basitleşiyor: “Kimse sadece para kazanmak için yayıncılık yapmaz. İşin içinde daima iyi veya kötü idealler de vardır.”
Yeni Asya için bu idealler şunlardır:
-Nur Hizmeti’nin doğru tanıtılmasını sağlamak.
-Yanlış anlaşılmaları önlemek ve doğru yönde kamuoyu oluşturmak.
-Böylece iman hizmetinin önünü açmak.
Bediüzzaman’ın talebeleri 60’lı yıllarda ve bilhassa ikinci yarısında neşriyat hizmetine bu sebeple giriştiler. Bir iki istisna dışında aralarında bu hususta neredeyse bir oybirliği vardı. Zamanla aralarından bazılarının kurucu ekipten kopması engellenebilseydi elbette daha iyi olurdu. Yeni Asya “yaşanmışta hayır vardır” prensibiyle bunların da hayırlı taraflarını görüp göstermeye çalışıyor. Zaten Yeni Asya bir okul.
Önce bu iddiamız için uyarıcı bir hatıra:
1979’da, yani Merhum Demirel başbakan iken medresede kalmaya başlayan bir hukuk fakültesi talebesi, her gün eve gelen Yeni Asya gazetesine şöyle bir göz gezdirmektedir. Birkaç ay sonra fark eder ki “O da ne, bu gazete Demirel’i (!) destekliyor!”
Babası da imam olan bu talebe, durumu iyice düşünüp kendince tam anlayınca akşamı zor eder ve eve gelen abisine sorar: “Biz illa birilerini destekleyeceksek… Erbakan dururken neden …… olan Demirel’i destekliyoruz ki?”
Siyaset bilimi okuyan ağabey hakikî bir “müdebbir”dir. Sorudan ve soranın hâlinden meseleyi anlar ve derhal tedbirini alır: “Bu soruna cevap vereceğim, söz. Ama üç ay sonra. Bana itimat et ve sabırlı ol. Zamanı gelince senin bu sorunu enine boyuna konuşup cevaplandıracağız.”
Üç ay geçer. Talebe o üç ayın geçtiğini çok sonra fark eder. Soruyu tekrar sormayı unutmuştur. Müdebbirin tedbiri işe yaramış, mesele bir yanlış anlaşılma ya da tatsızlığa sebebiyet verilmeden çözülmüştür. Sebebi ise son derece basittir:
Öğrenci önceden her gün üstünkörü okuduğu Yeni Asya’yı, o günden sonra, ilminin hocası olan merak saikının da tesiriyle ve kafasındaki soruların cevabını bulmak niyetiyle, günde ortalama yarım saat ayırarak daha dikkatli okumaya başlamış ve bu sayede kafasına takılan tüm soruların cevabını, hem de Risale-i Nur’daki delilleriyle birlikte, birer birer bulmuş ve tatmin olmuştur.
Şimdi biz düşünelim. O cevaplar neler olabilir?
***
Yeni Asya, siyasî tercihini, birilerinin fikrine veya keyfine göre değil Risale-i Nur’daki çağdaş hizmet prensiplerini güncel hadiselere uyarlamak suretiyle yapar.
Yeni Asya, parti tercihi de dâhil bütün meselelerini çeşitli yollarla icra edilen meşveretlerle belirler.
Yeni Asya, siyasette “bir şahsın arkasından” gitmez. Parti ve misyon tercih eder ve onu hayra teşvik edip “destekler”.
Yeni Asya’nın desteklediği akım “demokratlık cereyanı”dır. Bu cereyanı temsil eden partiyi bulmakta önemli olan, “partilerin adı” ve “lideri” değil, çekirdek ekibin temel değerleri ve siyasî prensipleridir.
Yeni Asya, kimseye münafıklık isnad etmez, bütün dindarları samimi kardeşi olarak görür. Ama dindarların bir araya geldiği partileri, dini siyasete -isteyerek veya istemeyerek de olsa- alet etme riski sebebiyle desteklemez. Oy verecek olanları da ikaz eder.
Yeni Asya, her tür menfî milliyetçilik fikrini kalplerin ittihadı ve İttihad-ı İslâm için tehlikeli görür ve uzak durur.
Yeni Asya, siyasî tercihini kendi cemaat menfaati için değil, bu memleketin ve âlem-i İslâm’ın dünyevî ve uhrevî istikbalini nazara alarak yapar.
Yeni Asya, bugünkü bozuk siyaset ortamında bütün partilerin ancak kötünün iyisi (ehven-i şer) durumunda olabileceğini bilir, kendisini siyasî cereyanlara kaptırmaz.
Yeni Asya, “siyasî gazete”dir, ama bir “siyasî parti gazetesi” değildir, oy ve destek verdiği partinin “yayın organı” değildir. Risale-i Nur’dan süzülen içtimaî fikirlerin yayın organıdır.
Yeni Asya, kendi ilkeleri çerçevesinde, ister iktidarda olsun, ister muhalefette olsun her siyasî partiye ve akıma nasihatçi ve ikazcıdır.
Yeni Asya, bu vazifesini Bediüzzaman’ın Eski Said Dönemi’nde yerleştirip 1950’den itibaren yeni şartlara uyarlayarak geliştirdiği ve talebelerine emir verdiği “içtimaî hayata nüfuz eden”, “yeni ve çağdaş hizmet” şeklinden almaktadır.
Yeni Asya, iman hizmetinin -belki eski çağlardan da farklı olarak- bilhassa bu zamanda ve bilhassa Batı karşısında, o imanın içtimaî boyutu olan hürriyet, adalet ve meşvereti cemiyete ve devlete hâkim kılmayı kapsadığını da bilir ve bu ideale gitmeye “hizmet” der.
Yeni Asya, hakka hizmet ederken ilkelerinden taviz vermez: Reyini satmaz. Devlete yakınlaşmaz. İstiğna mesleğini terk etmez. İstihbarat gazeteciliği yapmaz. Yıkıcı, kırıcı haber ve yorum yapmaz.
Burada akla gelecek soru şudur:
“Madem Yeni Asya’yı öğrenmek ve anlamak niyetiyle üç ay düzenli okuyanlar sorularına yukarıdaki cevapları buluyor, neden üç yıl ve hatta otuz yıl okuyanların bazıları gün geliyor Yeni Asya ile yollarını ayırıyorlar?”
Gerçekten zor bir soru. Ama cevabı var. Hem “imtihan işte” deyip geçilecek bir mesele değil. Çaresi de var.
- Bazıları Yeni Asya’nın tuttuğu o yola aslında hiç girmemiş oluyor, uzun süre hatır için ya da başka sebeplerle gazeteyle ve çıkaran ekiple beraber görünüyor, ama fikren hep bir mesafe bulunduruyor. Siyaseten “gönlü dışarıda ayakları içeride” olanların ayakları da ilk kaygan zeminde dışarı kayıyor. Bilhassa Risale-i Nur’u ve Yeni Asya’yı tanımadan önce devletçi ve dindar ya da milliyetçi olanların, bu eğilimin kendi kalplerinde bıraktığı tortuları temizlemeleri çok zor. Ameliyat acı veriyor.
- Bazıları, bilhassa siyasî meselelerde “ayran gönüllü”.
Bazıları hedef ve netice odaklı olmayı seviyor.
Bazıları da bilhassa Türkiye gibi demokrasisini yerleştirememiş ülkelerde sık yaşanan cinsten yeni siyasî gelişmelerde dış tesirlerden çabuk etkilenen türden okuyucular.
- Bazıları ekip içinde kardeşleriyle yaşadığı kişisel bazı meseleleri bir tercih sebebine dönüştürüyor ve siyaseti bahane ediyor. “Kapıdan kovsalar bacadan girerim” demesi lâzımken, adeta kendi kendisini kapının dışına bıraktırıyor.
- Bazıları mevcut ekibi ve merkezindeki mıknatıs şahsiyetleri çeşitli saiklarla yetersiz görüp “Ben de mıknatısım, ben daha iyisini yaparım” diyerek yeni bir çekim kuvveti oluşturmaya ve demir gibi sebatkârları kendi çevresine toplamaya çalışıyor.
Gerçekten bazı demirler o mıknatısın etrafında toplanıyor, yeni ve küçük ekipler ortaya çıkıyor.
Ama her mıknatıs aynı zamanda itme kuvvetine de sahip olduğundan bu yeni mıknatıs şahsiyetler bazı demirleri yanına çekerken, diğer bazı mıknatısları itebiliyor ve buradan da bir “ekip çatışması” başlıyor.
İşte ekip başı ya da kutup başı denilebilecek o mıknatısları, birbirine, doğru yönden yaklaştırabilecek ve yapıştırabilecek âkil adamların kurduğu ve kuracağı “sistem”lere ihtiyaç var.
İşte meşveret budur. İşte şahs-ı mânevî buna derler. İslâm cemiyetinin Asr-ı Saadet’ten bu yana asıl ihtiyacı budur.
Yeni Asya’nın “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” sözünü günlük manifesto yapması işte bundandır. Bilhassa gençler ders almalı…
Zira Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye’deki Altıncı Kelime’ye sonradan eklediği atıfta da görüldüğü üzere, Nur hizmetinin özünü ve gözünü temsil eden İhlâs Risaleleri bir yönüyle bir Meşveret Risalesidir.
Yeni Asya, ihlâslı meşveretin ürünüdür ve mü’minlerin dünya işlerinde süreç odaklılığı ifade eden ihlâs, haklı şûrâyı netice verecektir. Sonuç odaklı haklı şûrâ ise ihlâsı da netice verecektir.
İlk yorumu siz yazın