Neredeyse İstanbul

Neredeyse İstanbul’la yaşıt bir caddeden, Divan Yolu Caddesi’nden bahsedeceğiz bu ay. Boydan boya bütün sur içi İstanbul’unu kat ederek iki farklı kanattan sur kapılarına ulaşırdı Divan Yolu. Bu eskiden böyleydi. Bugün ise Divan Yolu derken daha çok Ayasofya açıklarından başlayarak Çemberlitaş’ta son bulan cadde kastediliyor.

Şehrin ilk tasarlandığı Roma döneminden bu yana var olan caddenin o zamanki resmî adı imparatorluk yolu anlamında “Regia” idi. Ama halk “merkez yol, ana yol” anlamındaki “Mese” yahut “Mesa” yı tercih ediyordu. “Regia Stoası” diye anıldığı da olurdu. Yolun başlangıç noktasını tespit etmek için bugün de var olan bir “Million Taşı” dikmişlerdi Romalılar. Million, Roma dilinde “sıfır” demek. Burası da Roma’nın, dolayısıyla dünyanın başkentinde sıfır ya da “başlangıç noktası” olarak görülürdü Roma idrakinde.

Divan Yolu adının kaynağı da Topkapı Sarayı’nda, Kubbealtı’nda toplanan Divân-ı Hümâyun’du. Divan dağıldıktan sonra divan üyeleri paşalar, vezirler arabalarına yahut atlarına binerek genelde Aksaray, Beyazıt ve Fatih istikâmetinde bulunan konaklarına bu yol üzerinden giderlerdi. Bu nedenle yolun Sultanahmet-Beyazıt arasındaki kısmına Divan Yolu denmiş.

Bu caddede, tarihî yarımadanın yedi tepesinden birinde bulunan Çemberlitaş Sütunu, neredeyse İstanbul’un tarihi kadar eski. Roma ve Bizans döneminde büyük önem atfedilen sütun, Osmanlılar döneminde de önemini korumuş, çeşitli onarımlardan geçerek günümüze kadar ulaşmıştır.

Roma İmparatoru Konstantinos, 324 yılında imparatorluğunun merkezini doğu eyaleti olan Byzantion’a taşımaya karar verir. Mimarlarına şehri baştan başa yeniden elden geçirmelerini ve yedi tepe üzerinde görkemli bir Roma kenti inşa etmelerini ister. Sultanahmet Meydanı’nın bulunduğu yerde Büyük Saray ve Hipodrom gibi yapılar yapılırken, Çemberlitaş’ın bulunduğu alana kentin siyasî ve ticarî meydanı olarak Konstantinos Forumu inşa edilir. İmparatorun gücünün bir simgesi olarak Çemberlitaş Sütunu, Roma’dan getirilerek daire şeklindeki meydanın ortasına 328 yılında dikilir. Şehir tarihi boyunca meydana gelen yangınlardan nasibini alan sütunun üzerinde zamanla oluşan is renginden dolayı anıt, Yanık Sütun olarak da adlandırılmış. Fetih’ten sonra üzerinde bulunan haç kaldırılmış, ancak sütun yıkılmamıştır, günümüzdeki uzunluğu 37 metredir.

Çemberlitaş Sütunu ile ilgili en ilginç ayrıntı, anıtın yapım aşamasında altına yapılan gizli bir odada Hz. İsa’ya ait kutsal eşyaların saklandığına dair iddiadır. Bu nedenledir ki, Roma ve Bizans İmparatorluğu dönemlerinde sütun, şehri koruyan bir tılsım olarak görülmüş ve burada imparatorun da katıldığı ayin törenleri yapılmıştır. Bu söylenti, eserin altına bilinçsiz kazıların yapılmasına da sebep olmuş. İstanbul’un işgal altında olduğu yıllarda sütunun yakınında bulunan bir kahvehaneden, anıtın altına bir tünel kazılmıştır. Benzer bir girişim daha yapılmış, bu kazılarda da bir sonuç elde edilememiş, ancak sütunun dikildiği forum ile ilgili kalıntılar bulunmuştur.

Caddenin üzerinde bulunan II. Mahmud Türbesi’nden de bahsedelim istiyoruz. II. Mahmud, 28 Haziran 1839’da vefat edince aynı yılın Temmuz aynının ilk günü Divan Yolu’nda Esma Sultan Sarayı’nın bahçesine defnedilmiş, üzerine bir çadır örtülmüş. Türbe, Abdülhalim Efendi tarafından (Sultan Abdülmecid döneminde) birkaç gün sonra, 5 Temmuz’da inşaya başlanmış ve 12 Ekim 1840’da yaklaşık on beş ay gibi bir sürede tamamlanmış. Türbenin caddeye bakan kapısının üzerindeki kitabe, Yesârîzâde tarafından aşk edilmiş. Türbe, sebil, odalar, hazire ve çeşmeden oluşan bir külliyedir. Külliyenin II. Mahmud Türbesi batı cânibinde bulunur ve XIX. asrın Osmanlı hanedan türbeleri geleneğini sürdürür. Ampir (empire) üslubunda inşa edilen yapıda cepheler mermerle kaplanmış, sekizgen planlı türbe sekizgen kasnaklı büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzey cephede kapı, diğer cephelerde geniş ve yüksek tutulmuş yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Kubbenin üstündeki âlem ışınsal düzeniyle güneşi hatırlatan bir formda ele alınmıştır.

Türbenin dışındaki hazirede 140 kadar mezar vardır, genel görünümü itibariyle XIX. yüzyılın mimarî üslubunu yansıtmaktadır. Türbenin giriş kapısında altın bezekli celî sülüs hatla “Bismillahirrahmanirrahim” yazılıdır. Türbenin tavanında Allah, Hz. Muhammed, dört halife ve arşın çifte küpeleri Hasan ile Hüseyn’in isimleri altın çerçeveli daire formu içinde yine celî sülüs hatla yazılıdır. XIX. asrın ampir üslubundaki türbede içeri girildiğinde her türbeye mahsus o koku ve sükût iklimi benliğinizi sarar. Kubbenin içi oval forma uygun biçimde kasetlere bölümlenmiş olup arma, çelenk ve çiçek sepeti kabartmalarıyla süslenmiştir. Kubbe ortasından sarkan büyük kristal avize ve sandukaların üzerindeki sırma örtüler, ampir dekorasyonla geleneksel süsleme arasında bir sentez yönelişini yansıtır. Türbede toplam 18 sanduka mevcuttur. Bunlardan bazıları: Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamid, Bezmiâlem Vâlide Sultan (II. Mahmud’un eşi, Abdülmecid’in annesi), Esmâ Sultan, Atiye Sultan (II. Mahmud’un kızı), Hatice Sultan (II. Mahmud’un kızı), Sâliha Nâciye Hanım Sultan (II. Abdülhamid’in eşi), Dürrünev Kadın Sultan (Abdülaziz’in eşi), Yûsuf İzzeddin Efendi (Abdülaziz’in oğlu), Rebîa Eyüb Hanım (II. Abdülhamid’in torunu).

 

Türbede giriş koridorunun sağ tarafında da başka bir türbe daha bulunur; Nev-Fidan Kadın Türbesi. Türbede bulunanlar; Hayranıdil Kadın Efendi, Nuritab Kadın Efendi, Hüsnü Melek Hanım, Mehmed Selim Efendi, Nev-Fidan Kadın, Edadil Kadın, ismi bilinmeyen bir kadın, Pîruz-ı Felek Kadın Efendi, Aşubcan Kadın Efendi, Lebrizfelek Hanım. Türbeye adını veren Nev-Fidan Kadın Sultan, II. Mahmud’ın baş hanımıdır. Türbe içerisinde Sultan II. Mahmud ve Sultan Abdülaziz’in hanımları, ikballeri ve çocuklarına ait 11 sanduka yer alır.

Köprülü Camii, IV. Mehmed devri sadrazamlarından Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1072’de (1662) yaptırılır. Külliye dershane-mescid (dârülkurrâ), medrese odaları (dârülhadis), dükkânlar, çeşme, türbe ve sebilden oluşmaktaydı. Daha sonra bunlara, oğlu Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa tarafından 1087 (1676) yılından önce inşa edilen kütüphane ve Vezir Han ilâve edilmiştir. Ayrıca türbenin etrafına zamanla eklenen mezarlarla bir de hazîre oluşmuştur. Bu camide dikkatimizi en çok çeken şey, lambaların zincirlerine asılan deve kuşu yumurtaları oldu. Camiin görevlisine neden bunların asıldığını sorduk. Bu yumurtalar camiin örümceklenmemesi için asılı

 

yormuş. Buna bir örnek de Süleymaniye Camii’nde görürüz. Ama oradaki yumurtalar kandillerin arasına konulmuştur ve hiç dikkati çekmez. Ayrıca camii araştırırken kütüphanesinin inşasında “horasan” harcı kullanıldığını öğrendik. Meğer bu harcın içine de yine aynı sebepten ötürü deve kuşu yumurtası koyuluyormuş. Cami görevlisinin söylediğine göre, önceden mihrapların üstüne de bu yumurtalardan koyulurmuş ki cami imamı kibirlenmesin.

Köprülü Kütüphanesi ise müstakil binaya sahip olan ilk kütüphane özelliği taşımasının yanı sıra, Osmanlı Devleti’nde halk kütüphanesi işlevini gören ve evlere kefil ya da rehin karşılığında kitap ödünç verme hizmeti başlatan ilk kütüphanelerden olma özelliğini de taşımaktadır.

Belki de her gün geçip gittiğimiz bu yollara bir de tarihin nazar-ı dikkatiyle bakarsak, medeniyetimizin kıymetini gerçekten bilebiliriz.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*