Avrupa Avrupa duy sesimizi!

Prof. Dr. Ahmet Battal ile Avrupa Birliği konulu bir röportaj gerçekleştirdik. AB’nin özellikleri, önemi, gerekliliği, olumlu-olumsuz tarafları, AB’ye girmemiz durumunda edineceğimiz faydalar, AB’nin güncel durumu, Avrupa Parlamentosu’nun yakın tarihte Türkiye ile ilgili aldığı karar gibi konuları konuştuğumuz röportajımızı istifadenize sunuyoruz.

Avrupa Birliği nedir?

Henüz Macaristan AB’ye üye olmadan önce otomobilimizle bir Avrupa seyahatine çıkmıştık. Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan derken son pasaport kontrolümüzü de yaptırdık ve Avusturya’ya girdik. Almanya’ya doğru yol alıyoruz. Git git gidiyoruz, ama Almanya sınır kapısına bir türlü gelemedik. Derken fark ettik ki, biz Almanya topraklarına çoktan girmişiz. “Bu iş nasıl oldu, bu nasıl iki ülke” diye anlamaya çalışırken aslında anladık ki Avrupa “iki”lik değil “birlik”miş!

Yani Avrupa sınırları kaldırmış, mayınları sökmüş, tel örgüleri yıkmış, pasaportu çöpe atmış. Sanayi devriminin bu yanlış icatlarını hayatından çıkarmış.

Bir zamanlar, “kömür”ün ateşiyle demiri “çelik” yapıp anlamsız düşmanlıklar uğruna birbirlerine bomba olarak yağdıran milletler; gün gelmiş ve uyanmışlar, akıllanmışlar, bu yanlıştan vazgeçmişler. O kadar ki aralarındaki sun’i “siyasî sınırlar”ı kaldırmışlar. Ve kömürü ve çeliği aralarındaki fıtrî “coğrafi sınırlar”ı aşacak köprüler ve tüneller yapmak için kullanmaya karar vermişler.

Yani Avrupa Kömür ve Çelik birliği salt ekonomik bir birlik değil, bir çıkar birliği değil, ekonomik varlıkları insancıl yolda kullanmayı hedefleyen akılcı ve vicdanlı bir birlik. AB, istişare ile ortak akla ulaşmayı ve demokrasi kültürünü yerleştirmeyi başarmış milletlerin topluluğu.

Avrupa birlik midir?

Avrupa bir yarı kıt’adır. Her kıt’a bir coğrafî birliktir. Her coğrafî birlik, bir meşveret grubudur. Avrupa milletleri uzun süren kavgadan sonra bu meşvereti yapmayı başarmışlar ve kıt’a olmanın şuuruna ermişlerdir.

Şeklen üye olmayan İsviçre bile aslında bir tür gizli üyedir. Zira dört tarafı Birlik üyesidir. Ve böylece birliğin standartları kendisi için de “komşu standartlar”dır.

Avrupa neler üzerine birliktir?

Ana kavram “müzakere kültürü”dür. “Biz müzakere edemediğimiz için iki dünya savaşında birbirimizi yedik. Artık bundan vazgeçelim ve her meselemizi müzakere ile çözelim” fikrinin ürünüdür.

İkinci kavram “şahıs hâkimiyeti” değil, ilkeler, kurum ve kuralların hâkimiyetidir. Düşününüz, dönem başkanını bile koltukta altı ay oturtan bir sistemden söz ediyoruz. Hiçbir kişinin ya da liderin ve hatta kurucuları dâhil hiçbir üye ülkenin, temsil ya da yönetim makamı sayılabilecek bir koltuğa alışmasına, koltuğu ısıtmasına, koltuğa ve dolayısıyla birliğe kendi rengini vermesine izin vermeyen bir sistem kurmuşlar.

Düşündünüz mü bilmem, paralarında hiç kimsenin resmi yok. Neden? Çünkü bütün resimleri ve heykelleri mazide bırakmışlar. “Dileyen dilediği şahsı dilediği kadar sevsin, ama zaman şahıs ve şahsiyet zamanı değil, zaman cemaat ve ekip zamanıdır” kuralını keşfetmişler ve tatbik etmişler. Meşveretle karar alıyorlar ve yazıyla konuşuyorlar.

Üçüncüsü “insan hakları”dır. Herkesin birbirini olduğu gibi kabul etmesi ve fakat bilhassa devletlerin herkesi olduğu gibi kabul etmesi Avrupa çoğulculuğuna kapı açmıştır.

Avrupa devletleri, vatandaşlarına mezhebi ya da dini, siyasî ya da ideolojik görüşü, kültürel kodları gibi sebeplerle ayrımcılık uygulamamayı temel prensip olarak benimsemiştir. Bu da ikiyüzlülüğü azaltmış; dinde ve dinsizlikte, siyasette ve ticarette samimiyeti ve ihlâsı beraberinde getirmiştir.

Dördüncü kavram “adil bölüşüm”dür. Bakmayın siz bazı Avrupa düşmanlarının “Avrupa dünyayı sömürüyor” fikrine. Dünyanın geri kalanını sömüren bir Avrupa da var elbette. Ama asıl Avrupa bu değil. Avrupa sağduyusu, serveti adil bölüşememenin ve bunun getirdiği sınıf çatışmalarının sanayi devrimi sürecinde ve sonrasında nasıl vahim sonuçlar doğurduğunu gördü ve dersini aldı.

Avrupa Birliği’nin güncel durumu nedir?

Birilerinin “Avrupa Birliği çöktü çökecek, yakında dağılacak” söylemlerine gülmek lazım.  Onlar “yetişemediği ete ‘mundar’ diyen kedi” misalindeler. İşin aslı şu: Her krizden daha da güçlenerek çıkmayı prensip olarak benimsemiş bir birlikle karşı karşıyayız. Bu güne kadar da böyle oldu. Zira ortak olan herkes, ortak varlık durumunda olan adaleti, ilmi ve kamu servetini paylaşıyor.

Avrupa Birliği’ne niçin girmeliyiz?

Elbette girersek ekonomimiz de düzelir. Ama biz hakikî adam olmak, onların sahiplendiği ve aslında bizim de malımız olan evrensel ilkeleri almak için girmeliyiz.

Bir de “ihtiyaçlarını onlara vermek” için girmeliyiz. Elimizde vahyin son ve sahih versiyonu olan Kur’ân var ve Avrupa ve hatta bütün dünya hakikî dini arıyor. Girebilir hâle gelirsek, AB üyesi ülkelerin vatandaşlarına şunu söylemiş olacağız: “Bizim sizden eksiğimiz yok, ama bizde sizin muhtaç olduğunuz bir şey var; sağlam iman esasları, yani vahyin tatbik edilebilir, sahih ve son versiyonu, bunu sizinle paylaşabiliriz.”

Avrupalı’ya “Bak, ben de en az senin kadar dünyayı mamur etmeyi başarıyorum” deme hakkımız olacak. “Bak, ben de bir Müslüman olarak en az senin kadar insan haklarına ve müzakere kültürüne değer ve önem veriyorum” demiş olacağız.

Avrupa Birliği’ne girmemiz durumunda haklarımız nelerdir?

Evrensel ölçekte geçerli olan insan haklarının ve hürriyetlerin tümünün bizim ülkemiz için de geçerli olmasından daha büyük bir fırsat yok. Bugün doğu toplumlarında devletin hukuka saygısının ne seviyede olduğu belli. Batıda ve bilhassa AB ülkelerinde ise problemler ancak uygulamaya ve teferruata dair.

Bu yüzden de insanlar Batıya kaçıyorlar. Bunun sebebi sadece ekonomik imkânlar ve fırsatlar değil. Onlarla at başı giden biçimde, insan olma, insan sayılma fırsatı da insanları cezbediyor.

Türkiye hukuk düzeni itibariyle AB’ye girebilir hâle geldiğinde çevresi için bir cazibe merkezi hâline de gelmiş olacak.

Avrupa Parlamentosu yakın tarihte Türkiye’nin aday üyeliğini askıya aldı. Bunun anlamı nedir?

Bunun anlamını aslında “size kapıyı kapatmaya hazırlanıyoruz”dur.

Ama her iki taraf da bunun aksine açıklamalar da yapıyorlar. Bilhassa AP Türkiye Raportörü Kati Piri’nin şu açıklaması manidardır: “Bu Türkiye ve bu AB ile Türkiye’nin üyeliği mümkün değil. Üyelik ancak ‘değişik bir Türkiye’ ve ‘daha etkin ve değişik bir AB’ ile mümkün olabilecektir.”

Demek ki üyelik yolu hâlâ açık, ama yoldaki engelleri kaldırmak da şart ve mümkün. İş iki tarafın demokratlarına düşüyor.

Avrupa Birliği’ne girmezsek neden giremeyeceğiz?

Giremezsek hak etmediğimiz için girememiş olacağız. Hak etmemiş olursak İslâm’ı temsil rolümüzde eksiklik var demektir. Avrupa Birliği kimseyi Hristiyan yapmaya çalışmıyor. Bize de “dinden çıkın da bize öyle gelin” demiyor. Aksine “dilediğiniz dinle ve mezheple gelin ama lütfen şu ‘… duy sesimizi’ sloganını bırakın” diyor.

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerini askıya aldığı kararına son anda sokuşturulan ve “Ayasofya cami olmasın” anlamına gelen karar parçası ise AB için ve AB yönünden tam bir yüz karası. Doğruları anlattığımızda bunlar değişebilecek şeyler. Yeter ki biz isteyelim ve çalışalım.

Avrupa Birliği’ne girmezsek ne olur?

AB’ye giremezsek çağı kaçırmışız demektir.

AB’ye giremezsek üçüncü dünya savaşı çıkarmak isteyenler hedeflerine bir adım daha yaklaşmış demektir.

Soralım birbirimize: Bu dünya neden herkese ve bilhassa Avrupalılara ittihat ve terakkî dünyası olsun da bize ihtilaf ve tedenni dünyası olsun? Hak mıdır? Reva mıdır?

Elbette biz de ittihad edebiliriz. Üstelik önümüzde “benden yararlanabilirsin, buyur gel” diyen bir Avrupa Birliği örneği var. Onlar nasıl yaptıysa biz de öyle yapsak yeter.

Mesela onlar milliyetçilikleri, faşizmleri, ideolojik örgütleri ve terör belasını nasıl çözdülerse biz de aynı yoldan giderek çözebiliriz.

Hem, AB’ye girmek başka uluslararası örgütlere de girmeye mâni’ değil ki?

AB’ye girmemizi istemeyen AB üyesi ülke var mıdır? Yeni Zelanda’da yaşanan katliamı da düşünürsek, İslâmofobi bu isteksizliği daha da artırıyor mu?

Bugüne kadar bildiğimiz kadarıyla “resmen” “Türkiye’yi AB’de asla istemiyoruz” diyen bir AB üyesi olmadı. Bu görüşe yakın iktidar ya da muhalefet liderleri ve siyasîler hep oldu, ama neticede onlar birer kişi ve esasında azınlık durumundalar. Unutmayalım ki, AB’de “parti lideri” ya da “hükümet başkanı” başka, “devlet aklı” başka anlama geliyor.

Bir de bilelim ki Türkiye’yi istemeyenler de Türkiye’nin “bu hâlini” istemiyor.

Yeni Zelanda’da yaşanan katliam hayra da hizmet edebilir şerre de. Önemli olan Müslümanların uyanması ve Batı’yla ve Dünya ile ilişkilerini doğru bir zemine oturtması.

Bugün dünya üzerinde, aslında, “ikna” ile kalplerin fethinin mümkün olacağı bir ortamı ifade eden “sulh-u umumî”yi talep eden Müslümanlarla, “cihat” perdesi altında sürekli savaş çığırtkanlığı yapan Müslümanlar arasında ciddi bir çatışma var. Bu çatışmayı hangi tarafın galip götüreceği önemli. Bu sonuç AB üyesi ülkeleri de etkileyecek. Ama aynı zamanda onlardan etkilenecek de. Yani yeni seçilecek olan Avrupa Parlamentosu’nun daha ırkçı ve daha İslâmofobik üyelerden oluşup oluşmayacağı da bu gidişata etki edecek. Ama biz bunlara takılmadan ve zamanın ahirzaman olduğunu bilerek Hazret-i İsa’nın ikinci nüzulü konusundaki vazifemizi yapmalıyız.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bediüzzaman’ın AB konusundaki fikirleri için Köprü Dergisi’nin “Avrupa Birliği” konulu son sayısına göz atılmasını öneriyorum.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*