İkinci Avrupa ve Yeni Zelanda

Mart ayında, hepimizi derinden yaralayan bir haberle sarsıldık. Dünyanın en huzurlu ülkelerinden biri olarak bilinen Yeni Zelanda’da iki camiye yapılan silahlı terör saldırısında ibadet etmekte olan 50 kişi şehit oldu, pek çok insan da yaralandı.

Bu saldırının arka planındaki düşünceler ve teröristin ilham aldığı fikirler, Bediüzzaman’ın “İkinci Avrupa” tabirini akla getirirken, saldırı sonrası Yeni Zelanda Başbakanı’nın ve halkının İslâm’a ve Müslümanlara karşı sevgi, saygı içeren davranışları ve insan merkezli yaklaşımlarıysa Bediüzzaman’ın “Birinci Avrupa” tabirini akla getiriyor. Yeni Zelanda ile Avrupa’nın ne ilgisi var diyebilirsiniz, ancak Bediüzzaman Birinci ve İkinci Avrupa kavramlarını, salt siyasî ve coğrafî bir kavram olarak kullanmaz. İkinci Avrupa’yı, Avrupa kıt’asında doğan ve felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle beşeri sefâhete ve dalalete sevk eden “bozulmuş Avrupa”  şeklinde tanımlarken, Birinci Avrupa’yı da İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle insanlığa faydalı san’atları, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden “müspet Avrupa” olarak tanımlar.1 Dolayısıyla bu anlayışların hayata tesir ettiği Amerika, Kanada, Avustralya ve tabiî ki Yeni Zelanda hem Birinci hem de İkinci Avrupa kavramlarının içerisinde düşünülebilir. Üstelik resmi Devlet Başkanı İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth olan, en Doğu’daki Batı olarak da tanımlanan Yeni Zelanda, kültürel anlamda bir Avrupa ülkesi sayılır.

Hayatın düsturunu ‘hayat bir cidaldir’ kaidesine göre, sürekli çarpışmak şeklinde sosyal Darwinist bir anlayış üzerine bina eden İkinci Avrupa, bu anlayışın toplumsal karşılığı olarak menfî milliyeti, yani ırkçılığı esas tutar. Irkçılığın gereğiyse başkasını yutmak olduğundan, tecavüzdür. Yeni Zelanda’daki saldırıyı düzenleyen teröristin ve kendisini fikren besleyen kaynakların da İkinci Avrupa fikriyatından geldiklerini, kendileri gibi olanlar dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımak istemediklerini, bu uğurda gerekirse milyonları öldürmeyi bile göze alabildiklerini görebiliyoruz. Nitekim, bu materyalist ve mütecaviz anlayış geçmişte de iki kez dünya savaşı çıkartarak milyonlarca insanın ölmesine ve dünyanın saadetinin yerle bir olmasına sebebiyet vermişti.

Bediüzzaman bu konuda, “Biliniz ki, bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefâhetleri mehasin zannedip, taklit edip, malımızı harap ettiler. Ve dîni rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umûmi ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip, öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmiyi de temin edecek.”2 der.

Avrupa’nın birçok ülkesinde eşcinsel evliliklerin serbest bırakılması, evlilik dışı doğan çocukların sayısının her geçen gün artması, şiddet olaylarının çoğalması, uyuşturucunun belli yerlerde serbest olması, hedonizm kültürünün yaygınlaşması gibi insanlığın saadetini yerle bir eden menfî hadiseler de medeniyetin seyyiatları kısmından olup, İkinci Avrupa’nın dalaletli felsefesinin sonuçlarıdır. Bediüzzaman bu anlayışın temsilcisi için, “O şakirdin gaye-i himmeti hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-i nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor, her şeyi nefsine feda ediyor”3 der. Sefâhete dayalı dinsiz felsefenin ürettiği bu anlayış, inançta, ahlâkta, ekonomide ve pek çok insanî değerde tahribata yol açarak, çatışma kültürünün de meydana çıkmasına sebep olmaktadır. Yeni Zelanda’daki terör saldırısı da bu çatışma kültürünün son zamanlardaki tezahürlerinden sadece biridir.

Buna karşılık, terör hadisesi sonrasında gerek Yeni Zelanda Başbakanı’nın gerekse halkının Müslümanlara karşı takındığı pozitif tutum, semavî din ve insaniyet karşıtı ikinci Avrupa’ya karşı verilen önemli bir ders niteliği taşımaktadır. Başbakan Ardern’in taziye ziyaretine başörtüsüyle gitmesi, Müslümanlar için “Onlar biziz, saldırı bize yapılmıştır” ifadelerini kullanması, ırkçılığı çok net bir şekilde reddetmesi, Müslümanlarla kurduğu empati, kapsayıcı tavrı, barışçıl dili ile birlikte; saldırı yapılan camiyi çiçek bahçesine çeviren, sevgiden ve barıştan beslenen güzel insanların tutumu, Yeni Zelanda’daki Birinci Avrupa ruhunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Birinci Avrupa tarafından insanlığın faydası için üretilen teknolojik ürünler, özellikle yeni kitle iletişim araçları, İkinci Avrupa tarafından gasp edilmekte ve yine bu sefih anlayış tarafından üretilen ‘kültür endüstrisi’ vasıtasıyla bütün dünya sefâhet ve dalalet ile zehirlenmeye çalışılmaktadır. İletişim alanında teknolojinin öncülüğünü yapanlar, sadece teknolojiyi değil, aynı zamanda içeriği de transfer etmektedirler. Bugün, sinema, televizyon, internet, sosyal medya gibi iletişim araçlarının içerikten bağımsız, sadece teknoloji olarak düşünülmeleri mümkün değildir.

Dolayısıyla şükre vesile olması gereken teknolojik nimetlerin İkinci Avrupa’nın tasallutundan kurtarılarak, ‘müfsit aletler’ olarak kullanılmasının engellenmesi ve Bediüzzaman’ın tavsiyesi doğrultusunda adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden Birinci Avrupa fikriyatı ile ittifak edilerek, medeniyetin mehasininin, güzelliklerinin alınıp seyyiatının, günahlarının terk edilmesi gerekmektedir.

Zira Yeni Zelanda’yla İskandinavya’nın, Amerika’yla Japonya’nın, kısacası tüm dünyanın huzuru, refahı ve saadeti bu tavsiyeye kulak vermekten geçmektedir.

Dipnotlar:
1) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 208
2) Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 2017, s. 245
3) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2017, s. 212

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*