Bahane

“Önce kuralları tam bir profesyonel gibi öğrenin. Sonra onları bir sanatçı gibi bozun.” (Picasso)

Hazreti Ali (ra) şöyle buyurmuştur: “Mazeret uydurmak nefsin yalanıdır. Nefsin en büyük yalanı mazeret uydurmaktır.”

“Nasıl iyilikten fenalık gelir?” sorusunu Bediüzzaman şöyle cevaplıyor: “Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir…” (Münazarat)

İnsanı, muhali talep etmekten, yani mazeretler üretmekten kurtararak doğruya götürenler de bahanelerdir. Bu nedenle olsa gerek, Süheyl Ünver: “Bana bir sepet verin içine bahane doldurayım. Bekle, acele etme, zira zaman senin lehinedir”diyor.

Yer çekimi ve genişleme, fizik evreninin iki iç içe gelişen bahaneleridir. Işık ve enerji, madde ve zaman…  Kuvvet ve zekâ, evrende bir çöküşle diğer taraftan büyük bir gelecek arasında bahaneler üretmektedir. Perde gerisinde keşfedilmeyi bekleyen karanlıklar vardır. Karanlık madde, karanlık enerji, karanlık ışık… Her şey bir ışık içinde kaybolacak (gayba gidecek). Yeni bir faz değişimiyle bütün bu bahanelerden yeniden bir evren inşa edilecek. Sınırlar değişecek… Atomlar yeni bir madde ve fizik ile sahne alacaklar. Olasılıklar kümeleri olarak insan zihninde parlayan bahaneler…  Hep şaşırmayı bekleyecek, diğer taraftan vicdan, insanın, hem tarihin başlangıcı hem sonu hem de yeni tarihler için ses verecek.  Sûr gibi insanın mahsus uzayında vicdan zaten aynı sesi taşımaktadır. Evrensel ses olan “sûr”un insandaki kulağı vicdandır.

Hz. Cüneyd (r.aleyh): “Sadık kimse günde kırk defa hâlden hâle döner durur; mürai ise, kırk sene ıztırapsız olduğu yerde kalır” der. Latif olan ağız, yanmayandır. Ne sütten ne yoğurttan… “Esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir” Bediüzzaman’a göre, havas ve hâsiyetler dahi kudretin tecellîyatına ve lem’alarına isim ve ünvanlardır. “Hem kanunlar ve nevamis denilen şeyler, ancak ilim ile irade ve emrin enva’a olan tecellîlerinin isimleridir. Evet, kanun emirdendir, namus iradedendir.” (Mesnevi-i Nuriye)

İnsanla hakikat arasına, sebepler, bahaneler şeklinde konulur. Azrail (as), hastalıklar, ihmaller, kazalar vs…

Halil Cibran: “Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır. Kaplumbağalar yollar hakkında tavşanlardan çok daha fazla şey anlatabilirler. Yolda vereceğin her molayı özeleştiri durağında vermelisin. Unutma, tövbe özeleştiridir” demiştir.

Melih Cevdet Anday, protesto için imza istediklerinde vermiyor; çünkü bunlara zamanında destek vermiştim, diyor. Ama bilemezdin dediklerinde mazereti reddediyor: “İnsan bilmek zorundadır”diye yanıtlıyor. Bir gün Melih Cevdet’in yanına iki genç gelip: “Biz Marksist, sosyalist olmak istiyoruz”diyorlar, 70’li yılların ortalarıdır: “Ben onları yarım saatte sosyalist yaparım, ama akıllı yapamam”diyor. Bediüzzaman, zihnin perde önünü perde gerisi ile birleştirmeyi deniyor; bahaneleri hakikatleriyle buluşturmak istiyor. Şöyle tefsir ediyor:

“Azrail Aleyhisselâm Cenab-ı Hakk’a münacat edip demiş: ‘Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden küsecekler, şekva edecekler.’ Ona cevaben denilmiş: ‘Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım; tâ ibadımın şekvaları onlara gitsin, sana gelmesin.’ Aynen bu perdeler gibi Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesi de bir perdedir. Tâ haksız şekvalar Cenab-ı Hakk’a gitmesin. Çünki ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik ve maslahat cihetini herkes göremez. Zahire bakıp itiraz eder, şekvaya başlar. İşte bu haksız şekvalar Rahîm-i Mutlak’a gitmemek hikmetiyle Azrail Aleyhisselâm perde olmuş.”

“Aynen bunun gibi; bütün meleklerin, belki bütün esbab-ı zahiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleridir. Tâ güzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen şeylerde kudret-i İlahiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahmetinin ihatası muhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve hasis ve ehemmiyetsiz ve merhametsiz şeyler ile kudretin mübaşereti -nazar-ı zahirîde- görünmesin. Yoksa hiçbir sebebin hakikî tesiri ve icada hiç kabiliyeti olmadığını, her şeyde tevhid sikkeleri kat’î gösterdiğini, Risale-i Nur hadsiz deliller ile isbat etmiş. Halk etmek, icad etmek ona mahsustur. Esbab, yalnız bir perdedir. Melaike gibi zîşuur olanların, yalnız cüz-i ihtiyarıyla cüz’î, icadsız, kesb denilen bir nevi hizmet-i fıtriye ve amelî bir nevi ubudiyetten başka ellerinde yoktur.”

“Evet, izzet ve azamet isterler ki; esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve ehadiyet isterler ki; esbab, ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.”

“İşte nasıl ki melekler ve umûr-u hayriyede ve vücudiyede istihdam edilen zahirî sebebler, güzellikleri görünmeyen ve bilinmeyen şeylerde kudret-i Rabbaniyeyi kusurdan, zulümden muhafaza edip takdis ve tesbih-i İlahîde birer vesiledirler. Aynen öyle de: Cinnî ve insî şeytanlar ve muzır maddelerin umûr-u şerriyede ve ademiyede istimalleri dahi, yine kudret-i Sübhaniyeyi gadirden ve haksız itirazlardan ve şekvalara hedef olmaktan kurtarmak ile takdis ve tesbihat-ı Rabbaniyeye ve kâinattaki bütün kusurattan müberra ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar. Çünki bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahribden ve vazife yapmamaktan -ki birer ademdirler- ve vücudî olmayan ademî fiillerden geliyor. Bu şeytanî ve şerli perdeler, o kusurata merci olup itiraz ve şekvaları bi’l-istihkak kendilerine alarak Cenab-ı Hakk’ın takdisine vesile oluyorlar. Zâten şerli ve ademî ve tahribçi işlerde kuvvet ve iktidar lâzım değil; az bir fiil ve cüz’î bir kuvvet, belki vazifesini yapmamak ile bazan büyük ademler ve bozmaklar oluyor. O şerir fâiller, muktedir zannedilirler. Halbuki ademden başka hiç tesirleri ve cüz’î bir kesbden hariç bir kuvvetleri yoktur. Fakat o şerler ademden geldiklerinden, o şerirler hakikî fâildirler. Bil-istihkak, eğer zîşuur ise cezayı çekerler. Demek seyyiatta o fenalar fâildirler; fakat haseneler ve hayırlarda ve amel-i sâlihte vücud olmasından, o iyiler hakikî fâil ve müessir değiller. Belki kabildirler; feyz-i İlahîyi kabul ederler ve mükâfatları dahi sırf bir fazl-ı İlahîdir diye, Kur’ân-ı Hakîm ‘Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter’ ferman eder.”

Elhasıl: Vücud kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri ‘Elhamdülillah Elhamdülillah’ ve bütün adem âlemleri ‘Sübhanallah Sübhanallah’ derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken; birden meleklere imanın bu meyvesi tecellî eder, mes’eleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. ‘Allah göklerin ve yerin nûrudur’ âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.” (Asa-yı Musa)

Şu hâlde melekleri görmeyen Psikoloji bilimi, şeytanı unutturan bir ilüzyona dönüşebilir mi? Diğer yandan Sosyoloji, yeni tarih için birer mazeret programcısı olabilir mi? Braudel’in önerdiği gibi, acaba bugün, hiçbirini bir değer skalası hâline getirmeyi istemediğimiz kültür ve uygarlık kelimelerinin dışında, yeni bir üçüncü kelimeye ihtiyacımız var mı? Georges Friedmann “hümanizm”i öneriyor. İnsan ve uygarlık makinesinin, makineleşmenin -otomasyon- insanı zorunlu boş bahanelere ve boş zamanlara mahkûm etme tehlikesini taşıyan uyarısını aşmak zorundadırlar. Bediüzzaman’a göre medeniyeti istemek insaniyeti istemektir. Braudel’e göre ise insaniyet; şimdinin kapılarını garip peygamberlerin öngördükleri iflaslar, çöküntüler, felaketlerin ötesinde, geleceğe doğru açılmalarını kabul etmek, bunu temenni etmektir.

O hâlde: Bahaneler anlık verilerdir, işlenmeleri gerekir; hastalıklardır, asıl olan şifadır, şifa da Şâfi’ isminin tecellîsidir. Asıl teselli bu tecellîdir. Tecellî de Zât’ın önündeki perdedir; asıl Zât’tır. Bahaneler şimdiki zamandır, asıl olan gelecektir. Azrail ile ölüm… Ve kabz-ı ervah… Bahanelere takılan geleceği göremez; bahanelerle taşınan asılları bulan Cennet’i görebilir.

“Âlim olan mazur değildir” (Muhakemat) der Bediüzzaman. Şimdiki zaman, Braudel’in dediği gibi, ebedî trajedilerle ağırlaşan her yüzyılın kendi karşısında bir engel olarak gördüğü şu duraklama hattı olamaz, şimdiki zaman, insan var olduğundan beri kesintiye uğramayan şu aşma umudu olmalıdır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*