Şefkat Peygamberi (asm)

Nübüvvet, Yaratıcı’dan gelen emir ve yasakları halka tebliğ etmek ve yaşantısı ile tatbikini insanlara talim ettirmektir. Tebliğin en güzeli de şefkat ve merhamet ile yapılandır. Öyle ise denebilir ki, şefkat, risalet ve nübüvvetin esasıdır.

Bütün peygamber farklı bir usûl ve fıtrat ile gelmiş de olsa, her biri kavmine şefkat ve merhametle yaklaşmış, halkını lütuf ile ıslah etmeye çalışmış, tebliğlerinde kavimlerine zulmetmemiş ve sabırla yaklaşmışlardır. Mesela Cenab-ı Hakk’ın Celâl isminin tecellîsine mazhar olan Hz. Musa (as), İsrailoğulları’nın taşkınlık ve azgınlıklarına tahammül etmiş, hiddetli bir peygamber olmasına rağmen kavmine zulmetmekten çekinmiş ve sabırla haklarında hayır ve istikamet duasında bulunmuştur. Hz. Süleyman (as) hükümdarlık ile gönderilmiş bir peygamber olsa da bu hükmetme gücünü kavmine zulmetmek için kullanmaktan çekinmiş ve merhamet ile tebliğini gerçekleştirmiştir.

Peygamberler arasında bütün sıfatlarda en ileri olan Hz. Muhammed (asm) ise risaletin zirvesinde olduğu için şefkat peygamberi olarak bilinmiş ve hayatının her alanında şefkat ve merhametle ile hareket etmiştir.

Resul-i Ekrem (asm) öyle bir şefkat ve merhamet deryasıydı ki; Taif’te kendisini taşlayan insanlar için, Hz. Cebrail gelip eğer isterse onları helâk edebileceğini söylediğinde, “İstediğim tek şey, Hak Teâlâ’nın, bu müşriklerin sülbünden, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır”1 demiş ve o müşrikler ve nesepleri hakkında hayır duasında bulunmuştu.

Yine müşrikler kendisinden, mu’cize olarak Safâ tepesini altından bir külçeye çevirmesini, dağları giderip yerine ziraat ekmeye uygun verimli tarlalara döndürmesini istemişlerdi. Cenab-ı Hak da Resul-i Ekrem’e (asm) bu mu’cizenin gerçekleşmesi durumunda artık onların tövbelerini kabul etmeyeceğini ve onları helâk edeceğini bildirince, Resul-i Ekrem (asm) onların soyundan -Allah’ın izniyle- iman edecek nesillerin gelmesi için dua etmiş ve helâk olmalarını istememişti. Bunun üzerine İsra Suresi’nin 59. ve 60. âyetleri nazil olmuştu.

Yine Bedir Savaşı’nda esir alınan müşriklere zulmetmemiş ve imkânı olanları fidye karşılığında, imkânı olmayanları ise mü’minlere okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bıraktırmıştı.2

Öyle şefkatliydi ki, ümmetinin dünyada ve ahirette meşakkat çekmesi ona çok ağır gelirdi. Öyle ki, doğduğunda diğer çocuklar gibi “ümmi ümmi” (anneciğim anneciğim) yerine “ümmeti ümmeti” demişti.3-4

Ailesine karşı merhametinde de bütün insanlardan ilerideydi. Eşlerine karşı çok hassas davranmış ve namazda omuzlarına çıkan torunlarına şefkat ve merhametle yaklaşmıştı. Kızı Fatıma’yı (ra) omuzlarında taşımış ve çocuklara her zaman şefkatli davranmıştı. Kendi soyundan olmamasına rağmen Hz. Zeyd’e (ra) öylesine bir merhamet göstermişti ki, gerçek ailesi Hz. Zeyd’i (ra) bulup almak için geldiklerinde Hz. Zeyd; Resul-i Ekrem’e (asm) “Ya Resulallah! Sizi kimseye tercih edemem. Benim babam da amcam da sizsiniz” demişti. Babasına da “Babacığım ben bu zattan öyle bir şefkat ve merhametle muamele görüyorum ki, O’na kimseyi tercih edemem”5 demişti.

O kadar merhametliydi ki, Hz. Aişe’den (ra) öğrendiğimiz kadarıyla, geceler boyu ettiği ibadetlerinde hep ümmeti için ağlamış ve dua etmişti. Onun şefkati ve merhameti ile ettiği duası hürmetine Cenab-ı Hak resulünü üzmeyecek ve onun ümmetine şefaat edecektir. Çünkü Rabbimizin merhameti karşısında kâinattaki bütün merhametler bir damla hükmünde kalır. Risaletin nuru da kuvvetini Rububiyet’ten alır. Peygamberin şefkati de Cenab-ı Hakk’ın rahmet hazinesinden gelir.

Bize düşen ise bu denli merhametli bir peygamberin ümmeti olarak, Cenab-ı Hakk’ın şefaatine mazhar olmak için, O’nun razı olduğu insanı memnun etmek, Peygamber Efendimiz’in (asm) yolundan gitmek ve her hâl ve hareketimizde onu (asm) örnek almaktır. Müslüman’a yakışan Peygamber Efendimiz’in (asm) şefkatini rencide etmeden ona intisab etmek, merhametine lâyık olmaya çalışmak, hayatını sünnet-i seniyye düsturları üzerine bina etmektir.


Dipnotlar:
1) İbni Hişâm, Sîre: 2/60-63; Buharî, 4/83
2) Müslim, Cihâd, 58; Tirmizî, Siyer, 18/1567; Ahmed, I, 30-31, 383-384; Vâkıdî, I, 107; İbn-i Sa’d, II, 22
3) es-Suyûtî, el-Hasâisu’l-kübrâ 1/80, 85, 91; en-Nebhânî, Huccetullâhi ale’l-âlemîn s. 224, 227, 228
4) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 35
5) Tabakât, 3/42; Üsdü’l-Gâbe, 2/225.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*