Bize her yer Paris

Fransa’dan size selamlar getirdim sevgili Keçeliler. Eee ne sandınız, huzur bulduk diye Çekya’nın köyünde sabahtan akşama kadar uyuyacak hâlimiz yok ya! Siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olmayacağım. Zira geçtiğimiz günlerde aile fertlerime müthiş bir şok yaşatmak adına erken bir kesin dönüş gerçekleştirdim. Gerçi şimdi bu kararımı evde iftar bulaşığı yıkarken sorguluyorum, ama bu başka bir yazımın konusu olsun. Biz kronolojik olarak ilerleyelim.

Eveet, en son nerede kalmıştık? Ben size refah seviyesi ne kadar yüksek bir hayat uyuduğumd- AY AMAN yaşadığımdan bahsediyordum. İşte yine böyle huzur içerisinde kafama göre takıldığım günlerden birinde “Kızım Çedile, sen galiba hiçbir yeri gezemeden geri döneceksin, bari Fransa’ya gitseydin” diye hayıflanırken, “Tabiî yaa, niye gitmiyorum ki ben Fransa’ya!” deyip uçak biletlerimi aldım.

“Ne işi var bu kızın Fransa’da, nerede kalır, ne yer, ne içer?” diye hiiç endişelenmeyin, çünkü artık Fransa’da da bir ailem var! Her şeyden önce Yeni Asya Vakfı’nın Fransa’da bir dershanesi var. Gözüm kapalı Fransa’ya gidebilmemin (ve tabiî annemin buna izin vermesinin) yegâne sebebi budur.

İki ayın sonunda nihayet Türk kahvaltısı, ev yemekleri, zeytin (zeytin önemli) ve sıcak aile ortamına kavuştuğum için o kadar mutluydum ki, Paris’te olmak değil, Esra Abla’larda olmak beni daha mutlu ediyordu. Esra Abla, Nurdan Abla, Abdullah Abi ve Nilgün Abla; sizlere de bu vesileyle buradan selamlar yolluyorum.

Gelelim Paris’te neler yaptığıma. Öncelikle Louvre müzesine gidildi ve tabiî ki Mona Lisa tablosunu dünya gözüyle görebilmek için bir izdihama katlanıldı. Ancak şundan emin olabilirsiniz ki, Louvre’un ev sahipliği yaptığı en güzel eser Mona Lisa değil. Zaten o da yıllardan beri bir camın arkasında asılı kalmaktan o kadar kirlenmiş, o kadar renk değiştirmiş ki, evde telefonumdan daha net izleyebilirdim. Böbürlendiğimden değil asla, yanlış anlaşılmasın. Tamamen sanata ve sanatçıya olan saygımdan dolayı üzülüyorum, hepsi bu. Louvre gerçekten dehşet büyük bir müze, hiç beklemediğim anda beklemediğim eserlerle karşılaştım ve tam bir günümü buraya ayırdım.

Paris’e geldiğim ilk gün koşa koşa Eiffel’e değil Louvre Müzesi’ne gitmem de ne kadar elit bir kişiliğe sahip olduğumun bir kanıtı bence. Eee olsun o kadar, boşuna Çedile Hanım olmadık di mi? Eğer beni Instagram’dan takip ediyorsanız (ürün yerleştirmesi @cedilehanim) gezilerim sırasında çektiğim storylerle siz de oturduğunuz yerden Avrupa’yı gezebilirsiniz. Annemin bu storylere genel yorumu “Hep suratını izledik, azcık çekil de biz de görelim” oldu. Nasıl burnunda tüttüysem, nasıl hasretimi çektiyse artık, beni görerek yarasına tuz basmamdan etkilenip böyle dediğini biliyorum.

Bir sonraki gün dershanede Risale-i Nur dersi olduğu için yine Eiffel’e koşmadım. Uhuvvete, muhabbete, kardeşliğe koştum. Evimden, yurdumdan binlerce kilometre uzakta olmama rağmen kendimi o kadar oraya ait hissettim ki, kalbimdeki bu sevginin yerini başka bir şey dolduramaz, bundan artık eminim. Haftalar sonra “sallama” olmayan bir çay içmenin de mutluluğu vardı tabiî. Böyle anlatıyorum diye Çekya’da aç kalıyordum sanmayın. Sabahları içim ısınsın diye şöyle mis gibi bir tarhana, öğlen biraz acıkınca bol naneli bir tarhana, canım böyle atıştırmalık bir şeyler çektiğinde ufak bir tarhana, yatmadan önce karnım kazınınca da bol tarhanalı bir tarhana içiyordum. Önümüzdeki bir on sene tarhana yemeyi düşünmüyorum. Bir insanın ömründe tüketebileceği tüm tarhanayı üç ayda tüketerek kotayı doldurdum. Ve bir anda Fransa’ya gidip çeşit çeşit peynirler, katmer katmer kruvasanlar, koca koca ecleirler, Allaaah neler yedim neler. “Yediklerim içtiklerim bana kalsın size gezip gördüklerimi anlatayım” şeklinde bencil bir zihniyete sahip olmadığım için sizlerle yiyip içtiklerimi de paylaşıyorum.

Ve gelelim Paris’in simgesi Eiffel’e. “Acaba yukarı çıksam mı, çıkmasam sonradan pişman olur muyum? İnsan ömründe kaç kere Eiffel’e çıkma şansı yakalayabilir? Ama Euro da 6 tl!” gibi uzun süren iç muhasebelerim sonucunda Eiffel’e tırmanmaya karar verdim. Dilerseniz asansörle, dilerseniz merdivenle çıkabiliyorsunuz. Ama tabiî ki merdivenle çıkmanın fiyatı daha düşük. Ve ben de bir öğrenciyim. Bu sebeple Bismillah deyip ilk iki katı merdivenle çıktım. AMAN ALLAHIM! O NE BİTMEK BİLMEZ BİR MERDİVENDİ! Neyse ki yukarı çıktıkça rüzgâr esiyor da havalana havalana çıktım. Ama en üst kata çıkmak gerçekten nefes kesiciydi. O kadar garip bir his ki, şimdi oturmuş 9 ay önce başladığım yerde, İstanbul’da evimde bu satırları yazarken, yaptıklarımı düşünmek beni hayretlere düşürüyor. Bu anlattıklarım asla hayat kurtaran, insanlığa umut olan ya da abartılıp övünülecek şeyler değil. Ama ekmek almaya gidip dönerken para üstüyle aldığı çikolatayı eve varmadan gizlice bitirmeye çalışan Çedile, bu günleri hayâl bile edemezdi. Gerçi şeyi de hayâl edemezdim ZİYARETİMDEN BİR HAFTA SONRA NOTRE DOME’IN YANIP KÜL OLACAĞINI! Gözüm mü kaldı acaba, diye düşünmüyor değilim. Paris’te ve civar banliyölerde çok güzel ve asla unutamayacağım bir hafta geçirdim kısacası. Sarı yeleklilere falan da hiç bulaşmadan Çekya’ya döndüm. Artık aklımda tek bir soru vardı: “Şimdi nereye?”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*