Uçan Sınıf

Keçeli’nin Kitaplığı bu ayki kitabını iftiharla sunar: Uçan Sınıf!

Kemerleri sıkı bağlayın, uçuyoruz; telefonları uçuş moduna, kafalarımızı kitap okuma moduna alıyoruz Keçeli. Yaptığım araştırmalara göre, ErichKastner’ın kaleme aldığı bu kitap 60 baskı yapmış. Can Çocuk Yayınları’ndan çıkan kitabın benim elimdeki 29. baskısı. İlk kez 1933 yılında basılan kitap, ülkemizde 1997 yılında basılmış. Kitabımız 2 önsözden, 12 bölüm ve sonsözden oluşuyor. Her bölümün başında bir paragraflık kısa bir özet yer alıyor. Yazar, bu kısa özetlerle bizi bir hayli meraklandırıyor. Merak edince daha da iştahla okunuyor. 188 sayfadan oluşan kitabımızı, resimleyenin Walter Trier, Türkçe’ye çeviren ise Şebnem Sunar.

Yazar Kastner, Uçan Sınıf için, “Yazdığım en iyi kitap” diyor. Kitabın öyle bir havası var ki; alıp bizi uzak diyarlara götürüyormuş, ama sanki hiçbir yere gitmemişiz, olduğumuz yerde duruyormuşuz gibi… Bu ifadenin ne demek olduğunu kitabı okuyunca hissedeceksin Keçeli. Hüzün ve eğlencenin ince bir çizgiyle ayrıldığı kitabımızda yazar, fıtratları bozulmamış çocuklar arasındaki dayanışmanın, yardımlaşmanın ve sevginin küçük bir numunesini gözler önüne seriyor ve büyüklere dersler veriyor.

Biraz da kitapta yer alan hikâyeden bahsedeyim sana Keçeli. Uçan Sınıf kitabı yazarın bir Noel öyküsü yazmaya karar vermesiyle başlıyor. Tabiî yazın ortasında bir Noel öyküsü yazamayacağını düşünen yazar, annesi tarafından Zug Dağı’nın eteklerine gönderiliyor. Noel öyküsünü yazarken “Gottfried” adını taktığı kelebek ve “Eduard” dediği inek ona eşlik ediyor. Noel öykümüze gelirsek. Öykümüz Johann Sigismund Lisesi adlı yatılı bir okulda geçiyor. Noel için bir oyun hazırlığı içinde olan öğrenciler, oyunun adını “Uçan Sınıf”olarak belirler. Oyunda öğrenciler, coğrafya öğretmenleriyle birlikte uçak yolculuğuna çıkarlar. Sloganları ise şudur: “Ders, yerinde keşfe dönüşür.” Başta size dedim ya, kemerleri sıkı bağlayın, diye. İşte bu yüzden, uçarken keşfedeceğiz Keçeli.

Neyse, çok konuştum. Artık, en sevdiğin bölüm olan altını çizdiğim cümleler ile baş başa bırakabilirim seni. Bayramda evin büyüklerinden harçlığını almayı sakın unutma. Kaç yaşına gelirsek gelelim, içimizdeki çocuğu ihmal etmememiz lâzım, öyle değil mi? Allah’a ısmarladık…

Altını Çizdiklerim

“İnsanın kırılan oyuncak bir bebek için ya da sonradan hepimizin başına gelebileceği gibi, bir dostunu kaybettiği için ağlaması, aslında hiç fark etmez. İnsanın neye üzüldüğü hayatta hiç önemli değildir; önemli olan yalnızca insanın ne kadar üzüldüğüdür. Çocukların döktüğü gözyaşı, Tanrı katında, daha küçük değildir ve tartıya vurulacak olsa, çoğu zaman büyüklerin döktüğü gözyaşlarından daha ağır çekerler.”

“Demek ki: Kuyruk dik tutulacak! Nasır bağlanacak! Anlaşıldı mı? Bu işin püf noktasını bilen, yarı yarıya kazanmış demektir. Ne de olsa böyle biri, tokat yedikten sonra teşekkür etse bile, şu iki özelliği harekete geçirebilecek kadar da antrenmanlıdır: Cesaret ve zekâ. İşte önemli olan da budur. Ayrıca şimdi söylediklerimi de bir kenara yazın: Cesaret olmadan zekâ hiçbir işe yaramaz; zekâ olmadan cesaret ise aptallıktır! Dünya tarihi, aptal insanların cesur ya da zeki insanların korkak olduğu dönemlerle doludur. Doğru olan, bu değildir.”

“Yaptığı resim oldukça dikkat çekiciydi. Resimde yemyeşil bir göl ve karla kaplı yüksek dağlar görülüyordu. Göl kıyısında palmiyeler ve dallarında büyük portakallar bulunan portakal ağaçları vardı. Gölde yaldızlı gondollar ve pas rengi yelkenleri olan botlar yüzüyordu. Kıyıya açılan caddede mavi bir fayton gidiyordu. Bu mavi faytonu altı kır at çekiyordu.”

“Martin Thaler gözlerini mektuba dikti. Annesinin yazısı pek seçilmiyordu. Mektubu yazarken ağladığı belli oluyordu. Mürekkep yer yer dağılmıştı. Martin pencerenin mandalını sıkı sıkı tuttu ve yorgun, gri gökyüzüne bakarak. “Anneciğim, benim güzel anneciğim!” diye fısıldadı. Sonra gözyaşlarını tutamadı, oysa ağlamaması gerekiyordu.

“Posta kutusundaki mektupları boşaltan postacı, kocaman çantasına ne kadar çok acı düştüğünü bilmiyordu.”

“Gerçi bu oldukça uzun bir dilekti, ama dileğinin yerine gelebilmesi için yeterince haklı bir gerekçesi vardı. Ne de olsa Martin’in ağzından, yıldız kayarken tek bir kelime bile çıkmamıştı. Ve bilindiği gibi, bu konuda da asıl önemli olan buydu.”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*