Bûyun sadâsı

Koku alma duyusu, işitme ve görme duyusundan önce gelişmiş en eski duyudur. Birçok kokuyu birbirinden ayırmamız oldukça kolay olsa da bu kokuların her birine isim vermek zordur. İnsanlar bunları kabaca iyi koku, kötü koku olarak ayırır ve iyi kokular için “misk gibi”  kötü kokular için “leş gibi” ifadesi kullanılır. Çünkü koku duyusu aynı zamanda çağrışım duygusunu harekete geçirir. Güzel bir koku tabiî ki güzel bir ifadeyle anılacaktır. Şehrin insanı, çok özlediği memleketi için “oralar buram buram burnumda tütüyor” derken memleketine olan özlem duygusunu dile getirir. İnsana memleketini hatırlatan birçok koku vardır. Örneğin, tezek, yağmurdan sonraki toprak kokusu, yiyeceklerin saklandığı tel dolabın tahta kokusu, çarşaf gibi ekmeklerin pişirildiği is kokulu ocaklar insanın anılarını tekrar canlandırmaya yetecektir. Demek ki, koku ile hâfıza arasında güçlü bir bağ var. Peygamberi’ni (asm) hiç görmeyen bir ümmetin, bir gülün kokusunda onu bulabilmesi bu özdeşim sayesindedir. Edebiyat da bu koku hâfızasından faydalanır ve türlü mazmunlar sunar.

Koku bahsinin kendisi oldukça geniş olmakla birlikte edebiyatımızdaki yeri de azımsanmayacak kadar büyüktür. Bunlardan “misk” belki ilk akla gelen. Müşk de denilen misk, menbaından, tâ Hoten’den, erkek bir ceylanının karnındaki bez şeklinde kesecikten kurtulmak isteyişiyle geliyor burunlarımıza. Sahibine zannederiz zull gelen bu kan keselerini düzenekler kurarak toplayan avcılar, böylece belki bilinen en meşhur kokuyu dünyanın dört bir yanına dağıtıyor, hatta divânlara girmesine vesile oluyorlar.

İkinci akla gelen ise sanırız “anber” olurdu. “Misk-ü anber” kullanımıyla sık sık karşılaştığımız anber ise bu kez denizlerden, ada balığının bağırsaklarında toplanan yumuşak, yapışkan ve misk gibi kokan, kül renginde bir maddeden geliyor. Üsküplü Ata da bu siyah koku maddesi ile sevgilinin siyah saçları arasında ilişki kuruyor ve şöyle diyor:

“Bûy-ı zülfün ile yanup yakılaldan ‘anber
Kan ile toldı içi nâfe-i müşg-i Hotan’un”

(Anber senin saçının kokusuyla yanıp yakıldığından beri Hoten miskinin kesesinin içi kan ile doldu.)

Pek çoğumuzun aşinası olduğu reyhan da bu şiirde hayli ilgiye mazhar olmuş, hatta öyle ki, “reyhan” bütün güzel kokular için kullanılan bir kelime hâline gelmiş. Şair Askerî, Nemrûd’un ateşi Hz. İbrâhim’in bahçesi olduğunda oradaki hâkim kokunun reyhan olduğunu ifade ederek, Allah’tan ateş gibi yanıcı dertlerine Hz. İbrâhim’in reyhan kokan gül bahçesi gibi derman istiyor:

“İbrâhim’e ihsân iden Nemrûd odın reyhân iden
Ey derdlere dermân iden senden meded senden meded”

Yazının devamına dergimizin Temmuz sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*