Cismâniyet

“O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Rahman Sûresi’nde 31 kere cismâniyet vurgusu yapılıyor. Ebû Saîd (ra) rivayetine göre, Resulallah (asm) buyurdular ki: Cennet’te yüz derece vardır. Bütün âlemler toplansa bir tanesi hepsini içine alır.
(Camiu’s-Sağir, 2315)

Bugün çılgınca ilerleyen bilim düşüncesinin Cennet üzerine pek eğilmemesi maddenin mâhiyeti üzerine tam bir yolla ilerlemesini yavaşlatıyor. Bediüzzaman’ın Cennet ve cismâniyet üzerine düşünmesi bu anlamda bir çığır açabilir. Abigail Beall ise hâlâ, “Daha ne kadar derine gitmemiz gerekiyor?” diye soruyor.

Ya küçülen elektron alabildiği kadar küçük değilse? Elektronların ve iki gizemli kardeşinin temel parçacıklar olduğu düşünülürdü. Şimdi maddeyi anlamak için daha da küçültmemizi gerektiren ipuçları var. Elektronlar, kuantum dünyasının garip kurallarına uyan, kesin sıfır boyutta olan noktalardır. Biri, örneğin başka birini etkileyebilir; arada bulunmadan bir yerden diğerine tünel açabilir. Evren “ne”den yapılmış? Elektron hakkında gerçekten açıklanamayan şey iki ağır kardeşi olmasıdır. Peki neden varlar? Ve neden üç kardeş var? On yıllardır fizikçiler bu sorulara cevap vermediler. Tüm dünyadaki parçacık hızlandırıcılardaki anormalliklere bakılırsa, elektron yüzeyinin altında uğultu yapan, bizi, maddenin tüm temel yapı taşlarını yeniden düşünmeye zorlayacak gizli bir dünya olabilir. Elektron bizim ilkimiz olabilir (?). Heisenberg elektronların her zaman var olmadığını düşünüyordu. Elektronlar, sadece biri ona baktığında, yani bir başka şeyle etkileştiğinde var olur. Bir şeye çarptıklarında hesaplanabilir bir olasılıkla ancak bir yerde cismâniyet kazanabilirler. Bir yörüngeden diğerine meydana gelen “kuantum sıçramaları” onların gerçek olabilmelerinin tek yoludur. “Sanki Yaratıcı gerçekliği kalın bir çizgiyle değil de, noktalı silik çizgilerle tasarlamış…”

Cismâniyetin bir boyutu ile ilgili olarak; bilgisayarların esnek olmalarını sağlayan iki özelliklerini hatırlamak gerek. Birincisi, programlanabilir olmaları. Yani bir dizi yönerge girerek bilgisayarın davranışını değiştirebilmemiz. İkincisi, evrensel olmaları. Yani makine yeterince belleğe ve zamana sahip olduğu sürece, doğru program ile onun her türlü algoritmik süreci gerçekleştirmesini sağlayabilmemiz. 1937 senesinde Alan Turing, herhangi bir algoritmik işlemin tek bir evrensel, programlanabilir bilgisayar tarafından hesaplanabileceğini öne sürmüştü. Turing bu argümanı ileri sürerken, sözünü ettiği evrensel makinenin makul herhangi bir algoritmik işlemi gerçekleştirebileceğini göstermeye gereksinim duymuştu. 1985’te fizikçi David Deutsch, algoritmik işlemlerin fiziksel sistemler tarafından sonuçlandırılmasının gerektiğini gözlemledi. Deutsch şu ilkeyi ortaya koydu: “Her sonlu (finite) gerçekleştirilebilir (realizable) fiziksel sistem, sonlu kaynaklarla işlem yapan evrensel model bir hesaplama makinesi tarafından kusursuz biçimde simüle edilebilir.” Henüz hiç kimse Deutsch ilkesinin bu şeklini fizik yasalarından çıkarmayı başaramadı. Bunun bir nedeni henüz fizik yasalarının ne olduğunu bilmiyor oluşumuz! Her şeyden önce, daha kuantum mekaniği ile genel göreliliği birleştirilebilmiş değil. Araştırmacılar bu soruları yanıtlayabilmek için etkin biçimde çalışıyorlar. Geçtiğimiz birkaç yılda fizikçi John Preskill ve çalışma arkadaşları, bazı basit kuantum alan kuramlarını verimli biçimde simüle etmek için kuantum bilgisayarların nasıl kullanılacağını gösterdi. Polimat (farklı bilim dallarında uzmanlığı olan) Herbert Simon, Yapayların Bilimi (The Sciences of the Artificial) adlı kitabında doğa bilimleri (fizik ve biyoloji gibi) ile yapayların bilimlerini (bilgisayar bilimleri ve ekonomi gibi) birbirinden ayırıyor. Bilgisayarları kullanarak kendi fizik yasalarımızı simüle etmekle kalmayıp, değişik fiziksel gerçeklikleri de simüle edebileceğimizi hayâl edebiliriz miyiz? Bilgisayar bilimci Alan Kay şöyle diyor: “Doğa bilimlerinde bize verilmiş bir dünya olur ve biz onun yasalarını keşfederiz. Bilgisayarlarda ise yasalar yükleyebilir ve dünyalar oluşturabiliriz.”
(Kaynak: Bilimfili, “Evrensel Hesaplamanın Fiziksel Kökeni”)

İtalyan araştırmacılar, Borexino nötrino detektörünü muhtemel bir elektron bozunumunu gözlemlemek amacıyla 408 gün boyunca kullandılar. Ortada elektron bozunumunun gerçekleştiğine dair hiçbir bulgu yoktu. Araştırma ekibi elektronlar için deneyde açığa çıkan sonuçlara dayalı tahmini bir minimum ömür süresi belirleyebildi. Bu süre 66 yotta yıl (6,6×10^28) ya da diğer bir ifadeyle evrenin yaşının 5 milyar kere milyar katı. Araştırmanın sonuçları Physical Review Letters’da yayımlandı. Gianpaolo Bellini, yaptığı açıklamada eğer arka plan radyasyonunun tüm kaynakları hesaba katılsaydı minimum ömrün 10^31 yılın üzerine çıkarılabileceğini belirtti.1

Risale-i Nur, “Esma-i İlâhîyenin en cem’iyetli âyinesi cismâniyettedir. Ve hilkat-i kâinattaki makasıd-ı İlâhîyenin en zengini ve faal merkezi cismâniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbaniyenin en çok çeşitleri ve rengârenkleri cismâniyettedir. Ve beşerin ihtiyacat dilleriyle Hâlık’ına karşı dualarının ve teşekküratının en kesretli tohumları yine cismâniyettedir. Mâneviyat ve ruhaniyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri yine cismâniyettedir. Bunlara kıyasen, yüzer küllî hakikatlar cismâniyette temerküz ettiğinden, Hâlık-ı Hakîm zemin yüzünde cismâniyeti çoğaltmak ve mezkûr hakikatlere mazhar eylemek için öyle sür’atli ve dehşetli bir faaliyetle kafile kafile arkasına mevcudata vücud giydirir, o meşhere gönderir. Sonra onları terhis eder, başkalarını gönderir. Mütemadiyen kâinat fabrikasını işlettirir. Cismanî mahsulâtı dokuyup, zemini âhirete ve Cennet’e bir fidanlık bahçesi hükmüne getirir” diyerek sonsuza kadar işleyecek sonlu sistemlerden söz açıyor. Hattâ, diyor Bediüzzaman eserinde: “İnsanın cismanî midesini memnun etmek için, o midenin hal diliyle bekasına dair duasını kemal-i ehemmiyetle dinleyip kabul ederek fiilen cevab vermek için, hadsiz ve hesabsız ve yüz binler tarzlarda ve binler çeşit çeşit lezzetlerde gayet san’atlı taamları ve gayet kıymetli nimetleri cismâniyete ihzar etmek, bedahetle ve şeksiz gösterir ki; dâr-ı âhirette Cennet’in en çok ve en mütenevvi’ lezzetleri cismânîdir. Ve saadet-i ebedîyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediği ve ünsiyet ettiği nimetleri cismânîdir.” (Asa-yı Musa) 

Gökhan Özcan’ın bir yazısı bu kez hayatı cismâniyetin doğal ve yapay yüzleriyle karşılaştırıyordu:

“Hayatı şehirlerimiz, meydanlarımız, yollarımız, evlerimiz, mobilyalarımız gibi sert çizgilerle, düz ve keskin hatlarla düşünmeye ve algılamaya başladık. Çevremizdeki şeylere verdiğimiz şekiller, zaman içinde kavrayışımızı da etkiliyor. İç içe yaşarken tabiat öyle değildi oysa, her şeyin kendi şekli içinde anlamlı ve görünür olduğu sonsuz ayrıntıların ve ihtimallerin dünyasıydı orası. Her renk çiçeğin, her çeşit yaprağın, her börtü böceğin bir ağacın gökyüzüne doğru yükselişinin, bir derenin her kıvrımının, her ulu dağın, her beyaz bulutun, her tatlı esintinin sadece kendine özgü bir karakteri, şekli ve hikâyesi vardı. Tabiatın içindeki insanın da hayata, insana, insanın derinliklerine, duygularına dair ayrıntıları hesaba katan bir idraki ve o ayrıntılarla sonsuza uzanan ihtimallerin bilinemezliğine dair bir tasavvuru, bir hayreti vardı. Şimdi insanı da, hayatı da, bu ikisinden doğan ihtimalleri de düz çizgilerin, keskin hatların sınırlı ifade edilebilirliği içine hapsederek kavrıyoruz. Bu bizi içimizden yoksullaştıran, yoksunlaştıran bir şey… Ayrıntıları kaybettikçe basitleşiyor, eksiliyor, sığlaşıyor bakışımız, görüşümüz, kavrayışımız ve nihayet ifade edişimiz…”

“Gözüm seğiriyor, dedi kanepede oturan. Bu şekilde başlayan sonsuz sayıda hikâye yazılabilir, dedi pencereden dışarıya bakan. Gerçek bir muhayyile insana şunu yapar; kişi içinde noktayı koyacak hiç yer bulamaz. Ömrü, sanki gözünü âleme yeni açmış minik bir kelebekmişçesine, virgüllerle uzayıp giden sonsuz bir cümlenin içinde o güzellikten bu güzelliğe zaptedilemez bir heyecanla uçup gitmekle geçer.”

“Görüyor musunuz, dedi beyaz saçlı adam. Neyi, diye sordu etraftakiler. Bir anın içinde yaşanan ve zamanın içinde sadece bir kere olan sonsuz sayıdaki şeyi, diye cevapladı gözlerini dalıp gittiği yerden hiç ayırmadan.”

Cismâniyetin çoğaltılması evrimleşme olarak mı görülmeli? Hâlbuki çoğalmak Esma’nın tecellîleri olmasındandır. Kayyumiyet… Cismâniyetin çoğaltılması fertlerin ve türlerin artırılması… Bu ise sayıların, kesretin gerçek anlamına götürüyor. Sayılar aslında neyi sembolize ediyor? Asal sayıların sonsuz olması yeni türler için de ziyadesiyle çokluk alanı belirliyor. Burada mantık, sayı ile anlam arasında fertle çokluk ve varlık ile asıl öz arasındaki bağı zihnin çarklarında kurabilmelidir. Hiç kimsenin kimse ile eşleşemeyeceği; örneğin Peygamber Efendimiz’in (asm) cismâniyeti yönüyle de eşsiz olması. “Benden olmayanı söyleyen…” diye tehdidi…

Hakikat sadece sayı ve değer bulabilir… İşte mantık felsefesi… Mükemmel bir izah: “Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismâniyetin ebediyetle ve Cennet’le ne alâkası var? Madem ruhun âlî lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismâniye için, bir haşr-i cismanî neden îcab ediyor?

Elcevab: Çünki nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır; fakat masnuat-ı İlâhîyenin bütün enva’ına menşe’ ve medar olduğundan bütün anasır-ı sairenin mânen fevkine çıktığı gibi… Hem kesafetli olan nefs-î insaniye; sırr-ı câmiiyet itibariyle, tezekki etmek şartıyla bütün letaif-i insaniyenin fevkıne çıktığı gibi… Öyle de, cismâniyet; en câmi’, en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı esma-i İlâhîyedir. Bütün hazain-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismâniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zaika, rızk zevkinde enva’-ı mat’umat adedince mizanlara menşe’ olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem ekser esma-i İlâhîyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismâniyettedir. Hem gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismâniyettedir. Madem şu kâinatın Sâni’i, şu kâinatla bütün hazain-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmasını bildirmek ve bütün enva’ı ihsanatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyetinden, -On birinci Söz’de isbat edildiği gibi- kat’î anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-i a’zamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedîsi olan dâr-ı saadet, şu kâinata bir derece benzeyecektir. Hem cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve o Sâni-i Hakîm ve o Âdil-i Rahîm; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıd bir halet olur ki, hiçbir cihetle onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir, kabil-i tevfik olamaz.” (Sözler)

Dipnot:
1)
http://www.iflscience.com/physics/electrons-are-practically-immortal

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*