Hindistan notları

Baharat kokusu, nem, güneş ve korna sesleri…

Hindistan’ın Haryana eyaletine bağlı Gurgaon şehrinde yer alan Royal Residence otelindeki odamda, üçlü garip şekilli bir prize şarj cihazını bağlamayı başardığım dizüstü bilgisayar aracılığıyla yazıyorum bu satırları.

Henüz bu sabah (7 Temmuz 2019) geldim, IndiGo Havayolları ile. 6E12 sefer sayılı uçağımız, Pakistan hava sahasının kapalı olmasından ötürü Ahmedabad’da yakıt aldıktan sonra Yeni Delhi’ye indi. 8 saat 40 dakika süren yolculukta, 1-2 saat belki uyumuş ve sürekli oturmuştum. IndiGo’nun sistem eğitimi için bir arkadaşımla buradayım. Havalimanında, bizi karşılayan şoför aracılığıyla Royal Residence’a yerleştik ve şehri keşfetmeye çıktık. Daha doğrusu Gurgaon’u, çünkü Delhi’den yaklaşık 1,5 saat kadar uzaklıkta.

İlk izlenimlerim

Metro var, otobüs var, tuk-tuk var, rickshaw var. Tuk-tuk aynı anda iki üç kişi taşıyabilen, benzinli veya nadiren de olsa elektrikli bir ulaşım aracı. Rickshaw ise onun direkt insan gücüyle çalışan, bisiklet şeklinde olanı. Boyunlarına astıkları ince şal gibi bir bezi havlu niyetine kullanarak sıcağa karşı koymaya çalışan sürücülere “Helal olsun valla” dememek elde değil.

Şehir ve ülke genelinde ulaşım seçenekleri ise hayli geniş. Havalimanında Uber ve Ola için ayrı olarak tahsis edilmiş duraklar mevcut. Düşünün, turist olarak Hindistan’a geldiniz ve ülkenizde zaten Uber uygulamasını kullanıyorsunuz. Kazıklanma ihtimali olmadan güvenle seyahat edebilmeniz mümkün. Bu çok güzel bir şey. Ülkemizde ise taksi şoförünün namuslu ve ahlâklı olması için dua etmekten başka çıkar yolunuz yok.

Lütfen kornaya basın!

İngiliz işgalinden ötürü olsa gerek, trafik soldan akıyor ve arabaların direksiyonu sağda. Şehirler arası otobüslerde tek bir kapı var, iniş ve binişler bu kapıdan gerçekleştiriliyor. Otobüs, uçak ve tren biletlerini Paytm veya Ixigo isimli uygulamalardan alabilmek mümkün. Nitekim Tac Mahal, Agra’ya giderken tren ve otobüs biletlerini Ixigo’dan aldım.

Eğitimli, eğitimsiz fark etmiyor: Burada herkes kornaya basıyor! Hem de sürekli, üstelik alâkasız yerlerde dahi. Mesela kaldırımda yürüyorsunuz, arkanızdan gelen motosikletli veya araç sürücüsü kornaya basabiliyor. Sanırım “Ben geliyorum, dikkatli ol” demek için. Türkiye’de olsa her gün kavga gürültü çıkar, ama işin garibi kimse bu korna sesini duymuyor gibi. Genel olarak Hint insanı uysal, kavgacı değil, bunun da etkisi olabilir.

Kamyon ve otobüs gibi bazı araçların arkasında “Lütfen kornaya basın” yazıyor. Bazılarında ise ki bunun yeni başlatılan bir girişim olduğunu düşünüyorum, “Kornaya basma!” uyarısı yer alıyor.

Delhi trafiği İstanbul’dan bile kötü olabilir, özellikle de yağmur yağdığında. Üç tekerlekli araçlar, servis arabaları, taksiler, otobüsler derken, trafik tam bir kaos.

Ve Tac Mahal’e gidiş

Hindistan’ın ilk yarı hızlı treni Gatimaan Express ile Yeni Delhi’den Uttar Pradesh eyaletine bağlı Agra şehrindeki Tac Mahal’i ziyaret etme planım en başından beri vardı. Tac Mahal’in hikâyesini duymayan yoktur belki, ama kısaca hatırlatmakta fayda var: Yapımında kullanılan mermer, zümrüt, yakut, altın ve akla gelebilecek envai çeşit kıymetli taşın mükemmel detaylı bir işçilikle harmanlandığı bu yapı; Babür İmparatoru Şah Cihan’ın çok sevdiği 3. eşi Mümtaz Mahal’in 14. çocuğunu doğururken ölmesinin ardından inşa edilmiş. Günümüz şartlarında dahi böyle bir yapıyı inşa etmenin milyarlarca liraya mal olacağı, yapımının çok uzun süreceği belirtiliyor. O dönem (16. yy.) inşaat 22 yılda, 22 binden fazla işçinin emek gücüyle tamamlanmış. 1666 yılında Şah Cihan da vefat edince eşi Mümtaz Mahal’in yanına, Tac Mahal’e gömülmüş. Her yönüyle etkileyici bir aşk hikâyesi olduğunu söyleyebilmek mümkün.

Otobüsle 4-5 saat süren yolculuk hızlı trenle 1.5 saate kadar inebiliyordu. Ben de öyle yaptım ve sabah erkenden Hazrat Nizamuddin isimli tren istasyonuna vardım. Sanayii hayli gelişmiş olan Agra’da hava kirliliği inanılmaz seviyede, öyle ki Tac Mahal de bundan etkilenmeye, renk değiştirmeye ve iyice yıpranmaya başlamış. Şehir yönetimi de çareyi motorlu araçların Tac Mahal’in belli bir mesafe uzağına kadar girebilmesine izin vermekte bulmuş. Bu sebeple tren istasyonundan bindiğim Tuk-tuk sürücüsü beni Tac Mahal’e 500 metre kadar yürüme mesafesi olan bir noktada bıraktı. Yürüyerek bilet satış noktasına ulaştım ve Hindistan’a dair en can sıkıcı detaylardan biri orada da karşıma çıktı: Hint vatandaşlarına giriş 250 Rupi, yabancı pasaport sahiplerine ise 1250 Rupi. Aradaki fark oldukça fazlaydı, ama buraya kadar gelmişken girmemek olmazdı elbette. Etrafımı saran ve “Tur rehberi olmadan Tac Mahal sadece beyaz bir bina ama?” diyen tur rehberlerine aldırış etmeden ödemeyi yaptım ve Tac Mahal’e giriş yaptım. O an “İnsan sevdiği için en fazla ne yapabilir?” sorusuna, “Bu binayı inşa edebilir” diye cevap verebilirdim herhalde. İnsana ne kadar şanslı olduğunu hatırlatan, göz alıcı muhteşem bir güzellik. İçinde cami ve müzenin de bulunduğu bir kompleks olarak nitelenebilir, ancak Tac Mahal esasında bir türbe. Türbenin içine giriş de 1250 Rupi’lik ücrete dahildi, eğer istemezseniz 1000 Rupi’ye türbe hariç gezebilmek de mümkün. Ama kapısına kadar gelmişken kim içeri girmez ki? Ben de öyle yaptım ve Şah Cihan ile Mümtaz Mahal’in medfun olduğu yere girdim. Sandukalar bizim Osmanlı türbelerinde gördüklerimizle aynı. Halka şeklinde tasarlanan türbenin girişi ve çıkışı aynı yerden. İnsanların türbeye bozuk ve kağıt para atması, hemen kenardaki yetkililerin bu paraları toplayıp cebe indirmeleri ise cehaletin bu topraklarda uzunca bir süre daha kol gezeceğinin habercisi gibiydi.

Üzücü olan bir diğer nokta ise Tac Mahal’in -şaka değil- neredeyse yıkılmaya yüz tutmuş olması. Kabul, bizde de restorasyon faciaları yaşanıyor, ama Tac Mahal bizde veya başka ülkede olsa inanılmaz iyi bakılır veya bakılması gerekir. Ne yazık ki yakından göz attığınızda ince el işçiliğiyle yapılan çiçek desenli mermerlerin çatladığı, bembeyaz rengin hava kirliliğinden dolayı kahverengine çaldığı, Tac Mahal’in hemen yanından akan Yamuna Nehri’nin ise kirlilikten kurumaya yüz tuttuğu görülebiliyor. “Oturmayınız” yazan tarihi eser niteliğindeki korkuluklara oturan insanlara yetkililerin umursamaz şekilde bakışı ve hiçbir şey yapmaya yeltenmemesi üzücüydü. Fakat Tac Mahal’in içinde fotoğraf çekmeye kalktığınız zaman düdükle sizi uyarmayı çok iyi biliyorlar, sanki bir işmiş gibi.

Jama Masjid anısı

Delhi metrosuna atlayıp Rajiv Chowk durağında indim ve Jama Camii’ne gittim. Tamamı kırmızı tuğlalardan oluşan bu camiin 17. yy’da inşa edildiği belirtiliyor. Giriş Hint vatandaşlarına ücretsiz, geri kalan tüm yabancı pasaport sahiplerinden 300 Rupi (~25 lira) para isteniyor. Müslüman olduğumu, Türkiye’den geldiğimi belirtmeme rağmen girişi tutan adam kapıya astıkları tabelayı gösterdi, orada 300 Rupi fiyatın zorunlu olduğu yazıyordu. Tabelanın altında da direkt cami imamının adı yazıyordu, yani belediye başkanı veya valinin böyle bir şeyi şart koşmasını beklerdim. Tamamen imamın işgüzarlığı. Sadece namaz kılmak istediğimi söyledim ve biraz tartıştık, etraftan beyaz entarili Müslümanlar da geldi ve bana hak verdiler, en sonunda adamla Hintçe konuştular ve cep telefonu/kamera vs. üzerimdekileri bırakarak içeriye girebildim.

Avluya girerken ayakkabıları çıkarıp elinize almanız gerekiyor. Tam avlunun ortasında ise insanların abdest aldığı bir havuz vardı. Havuz ise hayatımda gördüğüm en pis havuz olabilirdi, dibi gözükmüyordu ve yemyeşildi! Karşımda abdest alanlar gargara yapıp aynı suya tükürüyor ve ayaklarını sokuyordu. Güvenli mi, temiz mi diye sorduğumda “tabi tabi” dediler, ama hayatta burda abdest almam, dedim. Neyse ki damla damla da olsa akan bi çeşme bulabildim ve abdesti ancak alabildim. Camiin içi tamamen mermerdi, sadece ön saflara halı serilmişti ve çoğunluk mermerin üzerinde namaz kılıyordu. Kuş tüyü, toz ve toprak arasında namazı kılabildim. Allah kabul etsin, ne diyelim.

Bu arada Müslümanlar da en az Hint vatandaşları kadar temizlik hususunda umursamaz. Maalesef durum bu. Camiin hemen dışında kocaman bir pazar kurulmuştu. Açık havada, temizlikten yoksun bir hâlde kebap ve etli pilav satıyorlardı.

Son sözler

1 milyarı aşkın nüfusu, devlet tarafından tanınan tam 28 resmî dili, müthiş ekonomisi, kültürel çeşitliliği ve tarihî güzellikleriyle Hindistan mutlaka görülmesi gereken bir ülke. Seyyar satıcılardan yiyip içmedikten sonra midenizi bozmaktan endişe etmenize gerek yok. Dünyaya bilim adamı, yazılımcı ve mühendis ihraç edecek kadar kaliteli bir eğitim sistemine sahipler ve hemen her genç İngilizce konuşabiliyor. Kendi arabalarını ve savaş uçaklarını bile üretebiliyorlar. Sadece seyyar satıcılar müthiş bir ekonomi döndürüyor. Ancak ülke genelinde yolsuzluk ve rüşvet problemi var.

Gurgaon, Agra ve Delhi’den anılarımı aktardım. Hindistan çok büyük ve gezilecek pek çok yeri, anlatılacak çokça hikâyesi olan özel bir ülke. Bir iş gezisinden arda kalanlardan ibaret değil elbet.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*