Çedile yuva’ya uçuyor

Merhabalar Sevgili Keçeliler! Veda rüzgârlarının esmeye başladığını hissediyor musunuz? Sonbaharın gelişiyle esen rüzgârla karıştırmayın. Benim için ayrılık rüzgârları tazecik ilkbaharın, rengârenk çiçekler açmış meyve ağaçlarının ve mis gibi güneşin arasından esiyordu. Evet, Çekya’dan dönme vaktim artık gelmişti.

Mayıs’ın henüz ilk haftasıydı. Bütçemi hesaplayıp en ucuz biletle evime kesin dönüş yapmam gerektiğine karar vermiştim.

Tek yön gidiş: TK bilmem kaç numaralı Prag-İstanbul seferi.

Tarih: 10 Mayıs 2019.

Koltuk: Belli değil (inşaallah cam kenarı olur).

Hazırlıklar: Asla tamam değil.

Pek de uzun uzun üzerine düşünmeden aldığım uçak bileti tam olarak sınav haftamın bittiği güneydi. “Ne var canım, son sınavıma girer, ertesi gün uçağa binerim” diyerek bir nebze kendimi rahatlatırken, Avrupa’nın orta yerindeki teknoloji yoksunluğu yüzüme yüzüme çarptı. DAN diye böyle. Yahu ne demek elimde not kâğıdı gezdirip tek tek hocalarıma imzalatmak? Yok mu bir not sisteminiz, internet siteniz falan? Yükleyin oraya, ben de evime döneyim! Ama maalesef öyle bir şansım olmadığı için yine kendimi son dakika sabahlara kadar araştırma yazıları yazarken buldum. Çok stresli bir hafta geçirmiştim. Şimdi düşününce bu kadar sevdiğim Çekya’dan böyle apar topar ayrılmak zorunda kalışım içimi sızlatıyor.

He bu arada, bu ani dönüşümden yalnızca bir arkadaşımın haberinin olduğunu da söyleyeyim. Yani tüm bu hazırlıkları yaptığımdan ev halkının hiç mi hiç haberi yoktu. Çünkü ciddi mânâda planlanandan erken dönüyordum ve ailemin bunu tahmin etme ihtimali sıfıra yakındı. Ben de krizi fırsata dönüştürüp bir sürpriz yapmaya karar verdim. Sabahlara kadar sınavlara çalışıp ödev hazırlarken, sabahlardan akşamlara kadar da sınavlara giriyor, not kâğıdımı imzalatmak için oradan oraya koşturuyor, eşyalarımı hazırlıyor ve arkadaşlarımla vedalaşıyordum. Erasmusa giden herhangi bir öğrenciden çok daha az arkadaş edindiğim için bu vedalaşma işi çok uzun sürmedi. Ama beklediğimden çok daha fazla insanın hayatında yer etmişim ki, ömür boyu unutamayacağım anılarım oldu.

Kırk çarşambanın bir araya bindiği bu Mayıs’ın ilk haftasını benim için nurlandıran tek şey Ramazan’ın gelişiydi. Kafamın diğer pek çok şeyle dolu olmasından mütevellit ilk sahurumu unutarak kaçırmış bulundum. Zaten Ramazan’ın geldiğini de İspanyol ev arkadaşım Nereida bana hatırlattı. Çekya’da Ramazan… Senenin diğer aylarından hiçbir farkı olmayan bir ay. Kimsenin Ramazan olduğundan haberi yok. Ramazan bizler için aile, akrabalar, dostlar ve arkadaşlarla geçirilen muhabbet dolu, paylaşmanın her yere taştığı, pide kuyruklarında bayılmacalı, kısacası insanı yuvasında hissettiren en güzel aydır. Lakin ben tüm bu aile ortamından, memleketimden, din kardeşlerimden çok uzakta olduğum için çok buruk geçeceğini sanmıştım. Ama Allah hiç beklemediğim bir surette beni hayatım boyunca asla unutamayacağım bir Ramazan ile nimetlendirdi. Ev arkadaşlarım benim için bir veda yemeği ayarlamak istemişler. Benim gündüzleri yemek yiyemeyeceğimi hesaba katınca bunu bir iftar yemeğine dönüştürdük! Bakın gerçekten çok samimi ve içten bir şekilde söylüyorum, 21 yıllık hayatımda daha mükemmel, daha huzur verici, daha çok şükrettiğim bir iftar yemeği yemedim.

Bu harika iftarın ayrıntılarına geçmeden önce size biraz Çekya’da Ramazan’ın nasıl geçtiğinden bahsedeyim. Tamamen hazırlıksız yakalandığım ilk gün evde hiç yemeklik malzeme olmadığı için iftara yakın markete gitmek zorunda kaldım. Kaderde tek başıma iftar alışverişi yapmak da varmış. Tabiî reyonlarda beni pideler, hurmalar, güllaçlar, şekerpareler karşılamadı. Gerçekten koskoca dünyada bir ben oruç tutuyormuşum gibi yalnız hissediyordum. Memleketimde herkes ilk iftarına heyecanla hazırlanırken ben küçücük mutfağımda tek başıma tarhana çorbamla telefonumdan ezan okunmasını bekliyordum. Tam iftar vakti ablam beni görüntülü aradı ve ilk orucumu bir nevi ailemle açmış bulundum. Size buradan ne kadar hissettirebiliyorum bilmiyorum, ama benim yazarken bile gözlerim doluyor.

Sonraki günlerim ise hiç böyle geçmedi. İnanın hiç. Diyorum ya, yeter ki kulunun kalbinde olsun, Allah 1500 km. ötede bile insanı yuvasında hissettiriyor. Veda yemeğine kadarki iftarlarımı ev arkadaşım Louise’le geçirdik. Tam vaktinde o da benimle yemeğini hazırlayıp ezanı bekliyordu. “Senin beni beklemene gerek yok, yiyebilirsin” dediğimde de “Olur mu hiç, sen oruçlusun, senin karşında yemek mi yiyeceğim?” diyordu. Kimsenin kişisel tercihine karışmıyorum, ama saygı başka bir şey. Siz kutsallarınızı ne kadar önemserseniz insanlar da sizin değerlerinize o kadar saygı duyuyor. 3 ay boyunca bir kaba hareketle bile karşılaşmayışımın, üstelik bana her anlamda yardım edilmesinin bir sebebi de insanların bir işi samimiyetle yaptığınızı gördüklerinde size saygı duyması diye düşünüyorum. Çekya’da pek sağlıklı ve dengeli beslendiğim için gündüzleri çok fazla yemek yememeye alışmıştım. O yüzden oruçlu bir şekilde sınavdan sınava koşarken Allah çok yardım etti ve koca Ramazan boyunca hiç açlık hissetmeden orucumu tutabildim.

İşte günler böyle geçip giderken fıkra gibi bir iftara katılmak da nasip oldu. Bir Tayvanlı, bir Uruguaylı, dört İspanyol, bir Fransız ve ben. Aralarındaki tek oruç tutan bendim. Ama ezan okunana kadar benimle birlikle bekleyip, “oruçlarını” açtılar. Sonrasında yöresel bir Uruguay tatlısı ve çayı eşliğinde muhabbet ettik. Tatlı dediğim de bildiğimiz hamur kızartması. Mükemmel bir gündü.

Daha sonra sırasıyla önce ödevlerimi teslim ettim, sınavlarımı bitirdim, yurttan ilişiğimi kestim ve uçağa bindim. Evden ayrılırken ev arkadaşlarım çok ağladılar. Ben öyle ağlamayı falan çok beceremediğim için uçağa binene kadar kendimi tuttum. Üstelik koltuğum da cam kenarı değildi. Öyle koridordan geçen insanlar tarafından itile kakıla ağladım.

Evde de beni gözyaşları ve kucaklaşmalarla karşıladılar falan, diyeceğimi sanıyorsanız benim ailemi hiç tanımamışsınız. Gecenin bir vakti valizlerimle kapıda “SÜRPRİİİİZ!” diye bağırmama karşılık 10 dakika boyunca kapıda dümdüz bana bakıp “Aaa niye geldin sen?” dediler. Yaşadıkları şoka verip bunu büyütmedim, AMA YANİ 3 AYIN ARDINDAN KIZINIZ EVİNE DÖNÜYOR, SÜRPRİZ YAPIYOR, İNSAN BİR SARILIR, BİR ÖPER, AĞLAR FALAN! Neyse çok da lafını etmiyorum dediğim gibi. ÜSTELİK SONRAKİ GÜN DOĞUM GÜNÜMMÜŞ VE BEN HAYATIMDA İLK DEFA DOĞUM GÜNÜMÜ UNUTTUM! Ve tabiî doğum günümde evde olmam planlanmadığı için hiçbir kutlama olmadı. Resmen kendi kendimin doğum günü sürprizi oldum. Neyse ya, ben bir şey demiyorum. AMA ÇEKYA’DA OLSA KESİN DOĞUM GÜNÜ SÜRPRİZİ YAPARLARDI BANA!

Ve işte böylece Çedile’nin Avrupa maceraları son buldu. Ömrüm boyunca girdiğim her ortamda bu tecrübelerimi paylaşacağımdan ve asla unutmayacağımdan hiç şüpheniz olmasın. Şimdi önümde yeni bir okul yılı ve kim bilir bambaşka ne maceralar var. Yaşayıp göreceğiz. Tüm bu süre boyunca yazılarımı okuyup bana ulaşan ve güzel dualarıyla hayatıma güzellik katan herkese çok teşekkür ediyorum. Hepiniz hoşça kalın ve kendinize çok iyi bakın.

Bu yolculuğa çıkmadan evvel oralarda başıma bin tane felaket gelip, dolandırılıp, kaçırılıp, öldürüleceğimi düşünerek beni bu düşünceleriyle darlayan eşe dosta da selam olsun. NOLDU? HE NOLDU? TEK PARÇA HALİNDE DÖNDÜM, BAK SAPASAĞLAMIM!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*