Risale-i Nur ilham olunmaya başladığında, önce Bediüzzaman Hazretlerinin ikametgâhı bir medrese hükmüne geçmişti. Eserler burada yazılıyor ve okunuyordu. Bediüzzaman, açık havayı ve yüksek yerleri seviyordu. Risale-i Nur oralarda da okunup yazılınca, mesela koca Çam Dağı bir medrese olmuştu. Nurlar intişar ettikçe talebeler, hanelerine götürüp orada çoğaltmaya, ailelerine, dostlarına da okumaya başladılar.
Medresenin dairesi genişliyordu. “Medrese-i Nuriye” diyordu Bediüzzaman. Nurlu medreseler, Nurlarla meşgul olunan medreseler çoğalıyordu. Barla nahiyesi bir medrese-i Nuriye olmuştu. Sonra diğer köy, nahiye ve vilayetlerde Risale-i Nur yayıldıkça oralara da Medrese-i Nuriye sıfatını yakıştırdı Üstad. Tâ ki Cenab-ı Hak, o ve talebelerini 1943’te Denizli Hapishanesi’ne sevk edene kadar.
Daha evvel Eskişehir Hapishanesi’ne alındığında da telif ettiği eserler olmuştu, Nurlarla iştigale devam edilmişti. Ancak bu sefer Denizli’de telif edilen Meyve Risalesi oradaki bütün Nur Talebeleri ve diğer mahpuslar tarafından yazılınca, Denizli Hapishanesi yeni bir sıfat kazanmıştı: Medrese-i Yusufiye. Yusuf Aleyhisselam da zulmen konulduğu hapsi Cenab-ı Hakkın inayetiyle bir medreseye çevirmişti çünkü. Şimdi Bediüzzaman ve talebeleri benzer bir nimete mazhar olmuşken, mahpusların pîrini anmamak, edilen şükürde onu hatırlamamak olmazdı. O zamandan beri Nurların girdiği ve içinde Nurlarla iştigal olunan hapishaneler Medrese-i Yusufiye ismiyle anıldı, diğer bütün mekânlar ise Medrese-i Nuriye.
Aslında Nur Talebeleri için her yer Medrese-i Nuriye’ydi. Haneler, işyerleri, okullar, üniversiteler, konferans salonları, dağlar, tepeler, denizler, hareket hâlindeki araçlar… Her yerde Nurlardan bir hakikat okunabilir, paylaşılabilir, yaşanabilirdi.
Lâkin evler için husûsi hitap vardı. Risale-i Nur; “Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun”1 diyordu. Belki eskiden beri halk arasında evlenenler için “dünya evine girdi” dendiğindendi. Herkesin hanesi küçük bir cenneti olduğu gibi o cennet bazen insanı gaflete de düşürebiliyordu. İşte bundan sebep Risale-i Nur ile tanışan herkes veya evlenen her Nur Talebesi, evini bir medrese-i Nuriye’ye çevirmek gayesinde oluyor, dostlarının ona dua ve temennisi de bu yönde oluyordu. Ve evdeki imtihanı da çoğu zaman bu konuda oluyordu. Hepimiz bu imtihanı farklı boyutlarıyla yaşıyoruz, öyle değil mi?
Gel gelelim, yaşadığımız şu pandemi sürecinde evlere kapanmak, yuvalarımızın Medrese-i Nuriye olduğunu bize daha çok hatırlattı. Hanemiz dışındaki medreselerde hizmetlere zorunlu bir şekilde ara vermek gerekmişti. Sanki en başa dönmüştük mekânsal olarak. Bu durum teknoloji nimetinin yardımıyla fırsata çevrilince, dünyanın dört bir yanındaki Nur Talebeleri’nin faaliyetleri artık evimizdeydi. Nur Talebeleri şevke, heyecana geldi, herkesin Nurlarla husûsi iştigali arttı, hanelerde bir fütuhat oldu. Âdeta evler bu defa da Medrese-i Yusufiye’ye dönmüştü. Dışarı çıkamadığımız için bir nevi hapis hayatı yaşıyorduk; ama Nurları daha fazla okumak, dinlemek ve paylaşmaktan dolayı da Medrese-i Yusufiye’de gibiydik. Peki, Medrese-i Yusufiye’de olmanın güzellikleri bir yana, imtihanları da yok muydu?
“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam”2 diyen Bediüzzaman’ın talebeleri de Üstadları gibi hürriyetlerine düşkündür elbet. Her ne kadar madden hapishane şartlarını taşımayan rahat evlerinde olsalar da, özgürce hareket edememekten, engellenmiş olmaktan dolayı mutsuz hissetmeleri gayet doğal.
Bediüzzaman, bu psikolojinin ortaya çıkaracağı muhtemel problemleri engellemek adına, önce talebelerinin bakış açılarını değiştirerek, sıkıntılı ruh hâllerini ortadan kaldırmaya, onlara her şeyin güzel ve rahmet cihetini göstermeye çalışmıştı. Biz de bu mesajları, içinde bulunduğumuz süreçte ailemiz içindeki duygusal ve ilişkisel problemlerimize çözüm amaçlı okumaya, o zamanda yazılan mektupları şimdi Medrese-i Yusufiye’mize gönderilmiş mektuplar gibi düşünmeye çalışabiliriz. Mesela şunları hatırlatmıştı onlara:
-Belki hapisteyiz; ama aynı zamanda hepimiz bir aradayız, istesek pek çok masraf ve zahmetle ancak bu kadar süre bir arada kalabilir, hatta belki de kalamazdık.
-Bir arada olduğumuz için, ne güzel birbirimize kuvvet veriyoruz, birbirimize teselli oluyoruz.
-Birbirimizin güzel özelliklerini keşfediyor, onlardan istifade ediyoruz.
-Eski zamanın çilehaneleri gibi bizi günahlardan alıkoyan ve daha çok ibadete sevk eden bir yerdeyiz.
-Hem de mevcut şartların ağırlığı sebebiyle ibadetlerin her bir saatinin yirmi dört saat hükmüne geçeceğiyle müjdelendik.3
-Nurlarla ihlâsla meşguliyetimiz arttı, buraya devamlı giren ve çıkanlar ile Risale-i Nur daha çok neşroluyor.
-Burada Risale-i Nur’un hakikatlerine çok muhtaç mahpusların, Nur’un tesellilerine kavuşması bizim buraya girmemiz sayesinde oldu. Buna şükretmemiz gerekir.4
Ne var ki, Bediüzzaman’ın bu tesellileri bazen yetmeyecekti. İnsanın olduğu yerde sıkıntı ve imtihan olması gayet doğaldı ve talebelerin arasında yavaş yavaş, hapis hayatından ve birbirinden sıkılmalar baş gösterecekti. Kardeşler birbirine nazlanacak, bazen fena sözler de söyleyecekler, bazısı daha fazla hapiste kalmak istemeyecekti. Nitekim bunların hepsi oldu. Üstadları onları yine bir başına bırakmadı, irşad vazifesini yerine getirmek için şöyle konuştu:
-Yeriniz dar biliyorum; ama kalbiniz geniş. Hem ruh mekânla kayıtlı değil, düşündüğünüzden daha serbestsiniz.
-Bu musibet size sinirlilik hâli verebilir, ama yaşadığınız duygunun, içinde bulunduğumuz şartlar gereği doğal ve size ait olduğunu unutmayın.
-Size ait olduğunun şuurunda olun ki, başkasına kusur bulmayın, başkasının kusuru varsa da bakmayın.
-Şikâyete de hakkımız yok, zira biz kadere iman etmişiz, kısmetimize de razı olmamız gerekir.
-Hem hapiste de olsak nefis ve şeytanın desiselerine kapılıyor olabileceğiniz aklınızdan çıkmasın.
-Tesanüd bizim her şeyimiz, sakın tesanüde zarar vermeyin.
-Kim şahsına ait duyguları sebebiyle kardeşine gücenir ve tesanüdü bozarsa mesuliyet altındadır, zira dayanak noktamıza ve kuvvet esasımıza zarar vermiş olur.5
Bu da yetmedi, Bediüzzaman, kardeşleri arasındaki muhabbet ve samimiyete her şeyini feda edecek bir kahraman olduğunu şu sözleriyle bir kez daha ilan etti:
-Bu saydığım sebepleri tolere edememekten kaynaklı birbirinize çirkin sözler söyleyecek olursanız, ben o sözleri üzerime alıyorum. Yine aynı sebeplerle diğeriniz alınıp gücenmesin.6
Talebeler bu ikaza rağmen birbirine teselli yerine hüzün verince bu sefer Bediüzzaman’ın hitabı da şiddetlendi:
-Ben size her şeyimi feda edecek ve her vazifemi bırakacak derecede güveniyordum.
-Sizden istediğim yalnız, aramızdaki hakiki ve uhrevî uhuvveti muhafaza etmek idi. Siz ise küçük ve geçici şeyler sebebiyle birbirinize küstünüz. Bu benim kalbime öyle bir azap verdi ki ruh, kalp ve aklım feryat edip ağladılar. O yüzden çabuk aranızı düzeltin.7
Bir yandan sevinçliyiz, herkes hanesine döndü, uzun zamandır ihmal edilen küçük dairedeki ehemmiyetli vazifesine sarıldı diye. Bu sürecin üç aylar ve hususan Ramazan ayına denk gelmesi de çok manidâr oldu, zira Bediüzzaman, talebelerine bu mübarek zamanları Medrese-i Yusufiye’de geçirmekle ilgili de çok fazla kazanç müjdeliyor.8
Bu güzel kazançlardan istifade ederken, duygu durumumuzdaki muhtemel olumsuzlukların farkında olmayı ve Üstadın ikazlarına kulak vermeyi önemseyelim ki, aile birliğimizi bozacak imtihanlardan Rabbim muhafaza eylesin.
Not: Üstad Bediüzzaman’ın sözleri olarak aktarılmış olup tırnak içine alınmayan cümleler, kendisinin orijinal ifadelerinden özetlenerek mânâ olarak verilmiştir.
İlk yorumu siz yazın