Ayasofya ve siyaset

Ayasofya, Cumhuriyet tarihimizin son 85 yılı boyunca çeşitli sebeplerle tartışma konusu olmuş kadim bir mabet. İslâmiyet’in tebliğ edilmeye başlanmasından 78 yıl önce, 532 yılında katedral olarak inşasına başlanan Ayasofya, 916 yıl boyunca Hıristiyan âleminin önemli bir ibadethanesi olarak varlığını sürdürmüştür. 1453 yılında Sultan Mehmet Han’ın Resul-i Ekrem’in (asm) hadisindeki müjdesi doğrultusunda İstanbul’u fethetmesi ile camie çevrilmiş ve 1935 yılına kadar da 482 yıl boyunca cami olarak kullanılmıştır. 1 Şubat 1935 yılında ise müzeye çevrilmiştir. Yani Ayasofya’nın 1403 yılı ibadethane olarak geçmiştir.

Ayasofya, 1935 yılında müzeye çevrilişinden bu yana, toplumun nazarında “mahzun mabet” olarak tanımlanmış ve yeniden ibadete açılması ile ilgili talepler dile getirilmiştir. Bu talepler kimi zaman toplumsal talep olarak dinî cemaatler ve tarikatlar tarafından dillendirilse de, çoğu zaman Ayasofya siyasî söylemlerin içerisine sıkıştırılmış ve ne yazık ki bir türlü yeniden aslî şekli olan ibadethaneye dönüştürülememiştir. Ayasofya’nın yeniden cami olmasının önündeki en büyük engel bu meselenin bir siyaset malzemesi yapılmasıydı.

Bu siyasî söylemleri oluştururken, farklı kesimler çeşitli meşrulaştırma cümleleri üretmişlerdi. Kimisine göre Ayasofya “fethin sembolü”; kimisine göre “kılıç hakkı”; kimisine göre “916 yıllık Hıristiyan mabedi”; kimisine göre ise “kültür mirası” olarak tartışılmış ve bir orta yol bulunamamıştı. Bu meşrulaştırma tanımlarının hiçbirisi, ne yazık ki Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına hizmet edememişti. Çünkü bu argümanların neredeyse hepsi birbirine ya da birilerine karşı olarak türetilmiş ve siyasî ideolojilerden etkilenmişti.

Mesela bir kesim, Ayasofya’yı müze olarak kabul etmekte ve müze olarak kullanılmasının kendi savundukları siyasî görüş doğrultusunda millî bir miras olduğunu ve değiştirilmesinin uygun olmadığını savunmakta. Diğer bir kesim ise, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını savunurken Ayasofya’nın ibadete açılmasını savundukları siyasî görüşün -ki çoğunlukla Cumhuriyet karşıtı argümanlar ile beraber- bir rövanşı olarak görmekteydi. Bu iki aşırı uç birbirleri ile siyaseten mücadele ettikçe Ayasofya’nın gerçekte temsil ettiği mânâ ve Ayasofya ile ilgili toplumsal beklenti perdelenmekte ve gölgelenmekteydi.

Oysa Ayasofya hem kılıç hakkıdır hem fethin sembolüdür hem 916 yıl boyunca Hıristiyanlar için mabet olmuştur hem de 500 yıla yakın cami olarak kullanılmış bir kültürel mirastır. Ayasofya’nın 916 yıl boyunca kilise olması, cami olarak açılmasına engel olmadığı gibi, fetih hakkı ve kılıç hakkı olması da bu meseleye rövanşist bir yaklaşımla yaklaşılması gerektiği anlamına gelmemekteydi. Ayasofya bir semboldür, fakat bu sembol siyasî ya da ideolojik bir sembolden çok, coğrafî ve kültürel bir semboldür. Ayasofya, Anadolu coğrafyasının kültürel ve dinî değişimini gösteren, Anadolu’nun birbiri ile mezc olduğunu ve birbirinin değerlerine saygılı olduğunu gösteren bir semboldür. Ayasofya, cami olarak İslâmiyet’in Anadolu coğrafyasındaki hâkimiyetini ve diğer dinlerin mirasına kutsal değeri olarak nasıl sahip çıktığını gösteren bir semboldür. Ayasofya, İslâmiyet’in bu coğrafya üzerindeki şefkatli hâkimiyetinin sembolüdür.

Dolayısıyla Ayasofya, siyasetler üstü bir meseledir ve gündelik siyasetin malzemesi olacak bir konu değildir. Ayasofya, Anadolu coğrafyasındaki farklı milletlerin, farklı dinlerin, farklı kültürlerin bir arada yaşamasının simgesi iken siyasî ideolojilerin etkisi ile bu milletlerin, dinlerin ve kültürlerin kavga nedeni yapılmamalıdır.

“Ayasofya ibadete nasıl açılabilir?” sorusu 85 yıldır zihinleri kurcalamaktaydı. Fakat her seferinde çözüm yolu uzlaşma yerine siyasî kavgada arandığı için bu soruya kesin bir cevap bulunamamaktaydı. Temmuz ayında Danıştay kararı ile Ayasofya’yı müzeye çeviren 1935 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptal edilmesinin ardından, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Ayasofya tekrar camie çevrildi.

Bu gelişmede güzel olan ise, nispeten siyasî tartışmalardan uzak bir şekilde bu kararın alınması, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin Danıştay’ın aldığı hukukî kararın üzerine inşa edilmesi oldu. Muhalefet partilerinin bu meseleyi siyasî bir kavga malzemesi yapmayıp pasif bir tavır takınmalarının da Ayasofya’nın siyasî kutuplaşma girdabında sıkışmasına engel oldu. Böylece kamuoyunda oluşan talebin de etkisiyle, Ayasofya Camii ibadete açıldı.

Ayasofya bu karar ile siyaset malzemesi olmaktan çıktı mı, bunu ilerleyen süreçte göreceğiz. Cumhuriyet ve demokrasi ile kavga sebebi yapılarak, Hıristiyan âlemine, bilhassa Avrupa’ya karşı kullanılarak ya da siyasî oy toplama aracı olarak görmekle Ayasofya’nın sembol değerini muhafaza etmek mümkün değildir.

Toplumsal grupların damarına basarak Ayasofya’nın mânevî değeri korunamaz. Siyasî malzeme hâline dönüştürülmesi, Ayasofya’nın sürekli bir kavga sebebi olması riskini de taşımaktadır. Ayasofya Camii’nin ibadete açılması, toplumsal barışın ve kardeşliğin ilk adımı olarak görülmelidir. Tek bir siyasî görüşün elinde, bir dine ya da siyasî ideolojiye karşı intikam aracı olarak Ayasofya’yı kullanmak, sürekli bir kavgaya sebep olacak ve belki de toplumda iyice gerilen fayları kırıp kutuplaştırmayı derinleştirecektir.

Anadolu coğrafyasının bütün kültürel ve coğrafî sembolleri gibi Ayasofya da siyasetin dışında ve üstünde düşünülmesi gereken bir değerdir. Madem Ayasofya Camii ibadete açıldı, yapılması gereken, Ayasofya’nın Anadolu’da temsil ettiği değerler doğrultusunda toplumsal kucaklaşmayı ve dayanışmayı tesis etmek olmalıdır.

Herkes sopasını elinden bırakmalı, dinî ve mânevî değerler üzerinden kavgaya tutuşulmamalıdır. Ayasofya’nın neyi temsil ettiği konusunda ortak bir kanaate varılmalıdır. Siyasî muhalifini tahrik ederek oy toplamak gayesiyle Ayasofya herhangi bir karşıtlığa alet edilmemelidir.

Fotoğraf: Erhan Akkaya

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*