Geçtiğimiz yılların bizlere vedâsı gibi, 2020 de vedâ etmeye hazırlanıyor. Ancak 2020, yaşanmış bütün yılların aksine çok farklı hisler uyandırarak vedâ ediyor. Bu vedâ ötekilerine benzemiyor, çünkü 2020’nin bizde bıraktığı izler ve hisler uzun yıllar etkisini gösterecek gibi görünüyor. Derinlerde yerleşip yıllardır uyanmayı bekleyen saklı hislerimiz, bu yılla beraber açığa çıkmış oldu.
2020 yılında üst üste gelen musibetler, hızla akıp giden zamanı da yavaşlattı. Zaman da yaşanılan sürecin etkisinde kaldı. Ve insana, durup düşünsün diye, kendini sorgulasın diye fırsat verdi. Sadece vücuttan ibaret olmadığı, hislerinin de var olduğunu gören insan, bu gidişin nereye olduğunu, hangi amaç uğruna yaşadığını sorgulamaya başladı.
2020 çok farklıydı. Üst üste yaşanılan deprem, sel, salgın, yangın gibi âfetlerin etkisiyle, dünyanın bir buz pisti gibi olup, burada sabit durmanın mümkün olamayacağına, ve bir gün bize “Haydi dışarı!” denileceğine şahit olduk. Asıl memleketin ahiret yurdu olduğunu ve her insanın ahiretin bir yolcusu olduğunu gördük. Geçmiş yıllarda da çeşitli musibetlerle karşılaşıyorduk elbet, ancak 2020’de musibetlerin dozu artmıştı ve daha şiddetli etkiler bırakıyordu.
Dünyanın bu yüzünü gördükçe, kendimize başka bir dünya aradık. Dış dünyadan uzaklaşıp iç dünyaya yöneldik. Maddî şeylerle ne kadar da çok meşgul oluyor, mânevî değerlerimize ne kadar da az kıymet veriyormuşuz, bunu gördük. Mânevî duygularla hayatın hayat bulacağını, maddiyata dalan vücudu boğulmaktan kurtaracağını anladık.
Dünyaya bir “ruhsal mesafe” gerek
Mânevîyatın hayat bulması için bir içe yöneliş gerekmektedir. İç dünya ile iletişime geçebilmek için ise dış dünyayla aramızda bir “sosyal mesafe” olması gerekir. 2020 yılıyla birlikte gündemimize giren “sosyal mesafe” kavramını fiziken anladığımız gibi, zihnen, kalben, aklen ve ruhen de anlamamız ve dünya ile aramıza çok yönlü mesafeler koymamız gerekmektedir.
Mesafeler azaldıkça kişi, kendisiyle iletişime geçemeyip ruhsal sıkıntılarını çözemeyecektir. Dış dünyada boğulan insan, iç dünyadaki “ben” duygusunu hissedemeyecektir. Oysa insanı insan yapan şey, onun “ben” duygusu değil midir? “Bir ben vardır bende, benden içeru” diyen Yunus Emre gibi, içindeki “ben”i hissedip ona yatırım yapmak, onu tanımak, onu önemsemek gerekmez mi?
2020’den önceki yılları çoğu zaman kendimizle tanışmadan, o yılki “ben” ile konuşmadan, o yılki ruh hâlimizle vedâlaşmadan geçiriyor, iç dünyamızı önemsemeyip zamanın çoğunu dış dünyada israf ediyorduk. Belki de geçmişteki yıllar israf edildiklerini anladılar ve dünyadan başka bir yere göçmek istermiş gibi aceleyle geçip gittiler. Biz ise dış dünyada vakit geçirip yılların bize getirdiği hayır ve güzellikleri göremeyince, o yılların elimizden kayıp gidişine şahit olduk.
Ancak 2020, değeri bilinmeyip israf edilen tüm yılların öcünü alırcasına dünyanın seyrini değiştirdi ve kendini bize fark ettirdi. Dünya ile aramıza girip bizi bizle baş başa bıraktı ve dış dünyadan başka bir “öbür dünya” olduğunu ve orayı kazanmak yolunun da iç dünyadan geçtiğini bize gösterdi.
2020, bakış açısını genişletip hayatına hayat katanlar için elbette vazifesini tamamlamıştır. Ancak hayatı bu dünyadan ibaret sanıp ahireti görmezden gelenler için başka 2020’ler kapıda beklemektedir.
2020 anormal miydi?
Beklemiyorduk… Musibetlerin üst üste geleceği böyle bir yıl ile karşılaşacağımızı hiç beklemiyorduk. Hayatımıza her zamanki şekilde devam ediyorduk. Bizim için her şey normaldi. Peki ya “normal” neydi?
Kul haklarını önemsemeyip başkalarının hukukunu gözetmeden yaşamak mı? Kendi menfaati için başkalarına zarar vermeye razı olmak mı? Yaşlı ve hastalara hürmet etmeyip onları görmezden gelmek mi? Verilen bunca nimetlere şükürsüzlükle karşılık vermek mi?
Yılbaşı gecesi sokaklar kaynıyor, haramlar meydanlarda serbestçe işleniyordu. Piyango kumarı her yere yayılmış, biletler her sokak başı serbestçe satılıyordu. 7-8 ay sonrasına tatil rezervasyonları yapılıp uzun dünyevî plânlar kuruluyordu. Dünya öyle güzel görünüyordu ki bize, asıl yurdumuz burası zannediyorduk.
İşte, güya normal başladığımız 2020’ye şimdi anormal mi bakıyoruz? “İki günü eşit olan ziyandadır” buyuran Peygamberimizi (asm) dinlemeyip iki yılını eşit yapan insanın 2020’ye anormal bakma hakkı var mıdır? 2020’den ne bekliyorduk ki? Asıl beklenmesi gereken günü mü unuttuk da böyle bir yılla karşılaştık? Yoksa darağacına giderken çiçeklerle mi karşılansaydık?
Elbette bu hâl böyle gitmeyecekti ve gafletle geçen günlerin bir sonu olacaktı. Ölümü unutana, ölüm her gün hatırlatılacaktı. Günahların kapısında bekleyen insanın, bir gün kapı yüzüne kapanacaktı. Namazdan uzaklaşana camiler sırtını dönecek, Hacc’ın mânâsını anlamayandan Kâbe yüzünü çevirecekti. Ailesini, akrabalarını, komşularını gözetmeyen insan, onlardan uzak durmaya mecbur kalacaktı.
Her şeyden uzak, Rabbe yakın
2020’de uzaklaştığımız her şey aslında bir yakınlığı, Bir’e yakınlığı beraberinde getirdi. 2020 ile beraber anladık ki, Rabbimize yakınlaşmak için dünyayla bir sosyal mesafe gerekirmiş. Dünyaya dokunan ellerimiz o kadar kirlenmiş ki, ellerimizi çokça yıkamamız gerekirmiş. Dünyanın havası o kadar bozulmuş ki, maskeyle korunmamız gerekirmiş.
2020 ile beraber elbette sabunu, maskeyi, mesafeyi ihmal etmeyeceğiz, ancak günah kirlerini temizleyen abdest sabununu, günahlardan koruyan takva maskesini, günahlarla aramıza koyacağımız sosyal mesafeyi de ihmal etmezsek eğer, 2020’yi doğru anlamışız ve onunla sağlıklı bir şekilde vedâlaşacağız demektir.
Yeni bir yıla girmeden önce 2020’den gerekli dersleri çıkarabilmeyi temenni ediyor, yeni yılın hepimize hayırlar getirmesini niyaz ediyorum.
İlk yorumu siz yazın