Selamünaleyküm çok kıymeti kitaplık takipçisi Keçeliler. Bu ay yine okuması çok keyifli bir kitapla karşınızdayım. Yazarın adını duyunca bana hak vereceğinize eminim: Stefan Zweig. Yine yapmış yapacağını “Mecburiyet” kitabında Zweig…
Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan yazar, birçok kitabında I. Dünya Savaşı’nın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini anlatmaya çabalamış. Daha önce bu sayfada Stefan Zweig’in “Satranç” kitabını tanıtmıştık. Eğer onu okuduysanız ve beğendiyseniz bu kitabı okurken de oldukça keyif alacağınızı düşünüyorum.
Mecburiyet’e gelecek olursak… I. Dünya Savaşı’ndan psikolojik olarak derinden etkilenmiş ve farklı hisler arasında sıkışıp kalmış ressam Ferdinand’ın hikâyesi olarak okurlarıyla buluşuyor kitabımız. Bu kitabı okurken anlıyoruz ki, hislerimize istikamet veren aklımız ve vicdanımızdır. Yani akıl sağlığı yerinde olmayan ve vicdanı bozulmuş bir insanın hislerini istikamette kullanması mümkün değil. Hissedileni doğru yönde kullanmak, iyi veya kötü diye nitelendirdiğimiz bütün hisler için olmazsa olmaz. Aksi durum insanın hayatında yıkıma sebep olabiliyor.
Mesela bu kitapta da yer alan “sorumluluk” hissi. Neyden, ne kadar sorumlu olduğumuz meselesi… Ferdinand’ın hikâyesi de tam bu noktada başlıyor. Vatanına karşı (yapılanlar yanlış dahi olsa) duyduğu sorumluluk, eşine, ailesine karşı hissettiği sevgi ve sorumluluk ve savaş hakkındaki düşünceleri. Bu üçgende sıkışmış olmak bir insanın isteyeceği son şey bile olmasa gerek.
Kitap daha çok Ferdinand ve eşi Paula arasındaki diyaloglardan oluşuyor. İkisinin arasında derin ve sağlıklı bir iletişim olduğunu konuşmalardan anlamak mümkün. Yoğun psikolojik baskı altında öyle bir iletişim kurmak bana şu hadiseyi hatırlattı Keçeliler:
Hz. Ali (ra) bir savaşta düşmandan birini alt eder ve tam kılıcını kaldırıp düşmanı öldüreceği anda düşman Hz. Ali’nin (ra) yüzüne tükürür. Hz. Ali (ra) bunun üzerine kılıcını indirip düşmanı serbest bırakır. Düşman Hz. Ali’ye (ra) bu yaptığının nedenini sorunca şu cevabı alır: “Ben kılıcı Allah rızası için vururum. Ben Allah’ın aslanıyım, nefsimin değil. Hiddet, öfke padişahlara padişahtır. Fakat bizim kölemizdir. Savaşırken yüzüme tükürdüğün için kendi nefsim için öfkeye kapılırım diye kılıcımı gizledim, seni serbest bıraktım. Çünkü sen yüzüme tükürünce nefsime ağır geldi. Yapacağım savaşın yarısı Allah rızası için, yarısı da öfkelendiğim ve senden intikam almak için olacaktı. Hâlbuki bu doğru değildir.”
Bu olayda benim en çok dikkatimi çeken konu savaş gibi kimsenin kimseyi görmediği, duymadığı bir ortamda Hz. Ali’nin (ra) düşmanıyla kurmuş olduğu iletişimdir, konuşmadır. Çünkü insaniyet bunu gerektirir. Ve bir insan kriz anında dahi karşısındakiyle iletişim kurabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. İşte Zweig “Mecburiyet” kitabında bizlere bu mesajı da vermek istiyor kanaatimce.
Kitap tek yudumda okuyabileceğiniz 50 sayfadan oluşuyor. İçerisinde yer alan uzun paragraflarda duyguların oldukça güzel, açık, anlaşılır ifade edilmiş olması, verilmek istenen mesajlar, insaniyete dair unuttuğumuz ve hatırlamak zorunda olduğumuz küçük ama önemli şeyler bu kitabı okunmaya değer kılan diğer sebeplerden sadece birkaçı.
Şimdi altını çizdiklerimin bir kısmıyla baş başa bırakıyorum sizi Keçeliler. Keyifli, istifadeli okumalar…
Altını Çizdiklerim
“…ve savaştan kaçan insanların başka ülkelerde yeni bir hayat kurmaya çalıştıkları günümüzde yüz yıl önce yazılmış bu eser hiç olmadığı kadar güncel aslında.” (Çevirmenin önsözünden)
“Ferdinand önünde dünya, arkasında karanlığındaki karısı olmasına rağmen kendini bir kulenin tepesinde tarifsiz bir yalnızlık içinde hissediyordu.”
“Ve ben istemiyorum. Ben özgürlüğümden başka bir şey istemiyorum.”
“İnsan bir halka ait olabilir, ama halk çıldırmışsa onunla birlikte çıldırması gerekmiyor.”
“Fakat kendi irademe rağmen gideceğim, onların güçlerinin korkunçluğu da bu değil mi zaten; insanın kendi iradesine, kendi inancına rağmen onlara hizmet etmesi değil mi, korkunç olan?”
“Ben de tek vazifem olduğunu biliyorum, insan olmak ve çalışmak. İnsanlığın ötesinde bir vatanım yok benim.”
“Tüm dünya yerle bir olurken, insanın kendisi için çalışması bir suç. Günümüzde artık hiç kimse sadece kendisi için hissedemez, kendisi için yaşayamaz.”
“Düşüncemizle, kanımızla içimizde oluşturduğumuz görünmez adalet dışında başka bir adalet olduğuna inanıyor musun?”
“‘Bak!’ dedi Paula sessizce. ‘Dışarıya bak! Bir kez olsun, lütfen, rica ediyorum. Belki de benim söylediklerimin hepsi doğru değildir. Kelimeler bazen yanılır. Fakat burada gördüğüm şey hakikat.’”
“Ben hiçbir şeyi bir yazı parçasına kurban etmeyeceğim, sonunda öldürmek olan hiçbir yasayı tanımıyorum.”
“İnsan kendini kaçak hissettikten sonra hiçbir yerde özgür değildir, içerde ya da dışarda olmuş hiç fark etmez.”
“Aksini düşünmene rağmen dünyanın işlediği bu en büyük suça ortak olacak mısın, olmayacak mısın? Çünkü itiraz etmeyen, karşı koymayan herkes suç ortağıdır. Ve sen itiraz edebilirsin, bu yüzden itiraz etmek zorundasın, ona inanmak zorundasın.”
“İnsan bir amaç uğruna kendinden vazgeçebilir, fakat başkalarının çılgınca fikirleri uğruna değil. Bırak vatan için ona inananlar ölsünler…”
“Mecburiyete boyun eğince üzerindeki yükün kalktığını hissediyordu.”
“Peki ya balıklar, balıkların savaş alanında yüzmelerine izin var mıydı?”
İlk yorumu siz yazın