İnsanlığın var olması anından itibaren her daim anlamını ve anlamlılığını muhafaza eden bir kelime: Amaç (gaye). Efendim, insanlığın var olması dedik, zira temel mesele insanın var olma amacı ile başlıyor. Benim var olma amacım nedir? Yani ben neden yaratıldım? Bunu iç içe girmiş dairelere benzetebiliriz. Bu dairelerin merkezinde “amaç” olmasından mütevellit daire genişlese de temel mesele değişmiyor. Bundan dolayıdır ki sürekli olarak bilim gelişerek yeni daireler oluşturuyor ancak insanın ve de kâinatın yaratılış amacının sorgulanması devam ediyor. Dünyaya teşrif eden her insan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine ikna edici cevaplar arıyor.
Bununla birlikte görüyoruz ki kâinatta ve de bizde bir takım işaretler var. Bu işaretler Hâlık-ı Kâinat (Kâinatın Yaratıcısı) tarafından konulmuş. Öyleyse bizlere bir vazife tevdi edilmiş: Konulan bu işaretlere mana vermek. Harf ve işaretlere mana verme ve anlama ise sözlükte “okuma” olarak geçer. Bu okuma eyleminin amacı ise Yaratıcıyı tanımaktır. Bizler bu tanıma iradesini kâinat kitabının okunmasından tutun da başta Kur’ân-ı Azîmüşşan olmak üzere yazılı metinlerin okunmasına varıncaya kadar kullanmamız gerekmektedir. Bunun içindir ki ilk emir de “İkra!” yani “Oku!”dur.
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan [asılıp tutunan zigottan] yaratmıştır. Oku! Kalemle [yazmayı] öğreten, [böylece] insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”1
Buradaki okuma eyleminin yaratan Rabbimizin adı ile yapılması emri ve de akabindeki ayette insanın yaratılmasının ifade edilmesi aklımıza “mana-i harfî”yi getirmektedir. Yani eserden müessire ulaşmak için okumak, herhangi bir metinde zihinsel aktiviteyi sağlamak –ki buna da tefekkür diyebiliriz– için okumak…
Bununla birlikte okumak; belki de hiç bu kadar yapılması gerekliliğine inanılan ancak yapılmasından da o derece uzak durulan bir noktaya gelmemişti. Dijitalleşmeye bağlı olarak birçok görsele ve yazıya odaklanılması –ki çoğu zaman hipnotize olmuş bir tavırla gerçekleştirilmesi– dikkati de başka yöne kaydırıyor. Buna ilaveten, ebedî olarak dünyada kalacakmış gibi davranmamız, yaratılışın amacına uygun okumaları tehir etmemize neden oluyor.
Ancak unutulmamalıdır ki, şu hızlı sanal âlemden daha hızlı akan bir şey vardır ki o da ömürdür; bir rüya gibi gelir geçer. Evet, ömür bir sermayedir. Bu sermaye ise anbean tükeniyor, meyvesi bulunmadığı takdirde de zayi olup gidecek.2
Öyleyse temel amaç doğrultusunda okuma eyleminin gerçekleştirilmesi zaruret durumundadır. Biz buna maksatlı okuma için irade gösterme de diyebiliriz. Elbette zevk için okumalar da yapılabilir. Buradaki mihenk taşı önem derecesine uygun bir sıralamanın yapılıp yapılmadığıdır. Nörolojik olarak belli bir hedefe odaklanarak yapılan okumada beyindeki ilgili alana elektrik akımı defalarca ateşlenir. Böylece de öğrenme gerçekleşir. Buna miyelin katmanlarının oluşması denir. Yani efendim, şunu demeye çalışıyoruz: Zamanı gelince Münker ve Nekir bize “Miyelin katmanlarınızı hangi amaç için oluşturdunuz?” derse “Yaratılıştaki gayemiz ne ise o doğrultuda oluşturduk.” diyebilmemiz gerekir. Aksi takdirde ilk emri es geçmiş olmanın yanında iç içe geçmiş dairelerin merkezinde yer alan amacı da ıskalamış oluruz.
Madem hakikat böyledir, ömür kısadır. Gel ey nefsim, aklını başına al! Yaratanını tanımak için oku. Oku ki fânî ömrün bâkî meyveler versin, ebedî hayata medar olsun.
“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var..” Allah razı olsun..