İslâmiyet’te okumanın önemini anlatmaya gerek yok. İnen ilk ayetin ‘Oku!’ olması dahi bunu gösteriyor. Kur’ân’ın ilk nazil olmaya başladığı Ramazan ayının Kadir Gecesi’ni sıcağı sıcağına yaşamış olmamızla beraber ‘İkra’ ayetinin etkisini üzerimizde taşıyor olmamız gerekir. Bununla birlikte mü’minler olarak okumak bizim için dolaylı bir hayat tarzıdır. Çünkü hayat tarzımız Cenab-ı Hakkın rızası ve Ona ulaşmak olduğundan, bizi Allah’a götürecek her eser paha biçilemez kıymettedir. Ancak bazı eserler vardır ki hiçbir yola sapmadan bizi direkt olarak Cenab-ı Hakka ve Onun kudsî sözleri olan Kur’ân’a ulaştırır. Böyle eserler daha bir kıymetlidir çünkü zaman kısa, yol uzun, yük ağırdır. Ancak bilakis, biz hiç yorgun değilizdir, çünkü enerjimizi okumaktan almışızdır.
Öyle eserler vardır ki eşi benzeri yoktur. Mesela kâinat bir kitaptır ki okunmayı bekler. Kur’ân ise kâinatı okumuştur, o da okunmayı bekler. Asrın Kur’ân tefsiri Risale-i Nur da Kur’ân’ı okumuş olup okunmayı beklemektedir. Böyle eserlerin vücut bulmuş olması, ‘İkra’ ayetinin bilkuvve tecellî etmiş olduğu insana bilfiil ve bilhayat okumayı emreder. Çünkü insan okumayı fiiliyata dökerken hayatına da aktarabilmelidir ki meyvesini versin.
Okumak, insanî bir vazifedir, insan olmanın gereğidir. İnsanı yaratan Allah, insanı kâinat halifesi ve temsilcisi ilan etmiştir. Ancak okuyan insan kâinatı temsil edebilir, o da neyi niçin okuduğuyla çok ilgilidir. Sanatkârı tanımak için sanatını okuyan insan Sanatkârın sanatını doğru anlamaktadır. Sanatkârı görmeden sanatı okuyan insan(!) nefsini tanımlamaktadır. Temsil ettiği kâinatı okumayan ise aslında kâinattan bîhaber olup kâinatı değil yalnız nefsini temsil etmektedir.
İnsana diğer canlılardan farklı olarak akıl nimeti verilmiştir. Bazen insan bu nimeti nimetlikten çıkarıp başına nikmet yapar. Aklı çalıştırmanın en önemli yöntemi okumaktır. Prof. Dr. Bülent Yılmaz, “Okumanın Nörobiyolojisi” adlı makalesinde okumanın insan vücuduna etkileriyle ilgili şunları aktarmaktadır:
“… gerçekleşmesi çok karmaşık bir işlem olan okuma becerisinin sonucu olarak bireyin zihinsel olarak geliştiği, kendini bilme ve kendini denetleme gibi üst düzey zihinsel etkinliklerinin arttığı belirtilmektedir.”1
Yine aynı makalede, çocuklar üzerinde yapılan bir çalışmada okumanın çocuklardaki beyin dokusunu ve sinirler arası bağlantıyı sağlayan beyaz madde adı verilen yapıyı geliştirdiği belirtilmektedir:
“(Yapılan çalışmada) okuma, beyinde yapısal değişikliklere neden olmuştu. Aynı araştırmaya dayanarak, okuma becerisinin sonucu olarak çocuğun zihinsel olarak geliştiği, kendini bilme ve kendini denetleme gibi üst düzey zihinsel etkinliklerinin arttığı belirtilmektedir…Beyinlerimizdeki ‘beyaz maddeyi’ okuma yoluyla arttırmak, yaşadığımız toplumsal siyahlıkları azaltacaktır!”
Günlük hayatımızda çevremizdeki 0-3 yaş aralığındaki çocuklara baktığımızda, onlara okunulan kitaplar, masallar ve hikâyeleri dikkatle dinlediklerini ve o kitaplardaki resimleri aynı dikkatle incelediklerini görürüz. Bu yüzden o yaş aralığındaki çocuklarla daha çok zihni geliştiren oyunlar ve okumalar yapmak, zihni tembelleştirip pasifize eden, durgunlaştıran teknolojik aletlerle iştigal ettirmemek önerilir.
Evet, okumak fıtrîdir ve fıtrat iktiza ediyor. Okumamak anormaldir ve var olan kabiliyetleri köreltir. Bununla birlikte okumamak, zihni çalıştırmamak demek olduğundan, nörolojik ve psikiyatrik birçok bozukluğa kapı aralamaktır.
Bediüzzaman, insanın bu dünyaya gönderiliş amacını şöyle açıklıyor:
“Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibâriyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır. Ve onun üssü’l-esâsı da imân-ı billâhtır.”2
İnsan dünyaya ilim ile kendini geliştirmek, yükselmek, ilerlemek için, kabiliyetlerini ortaya çıkarmak için gönderilmişse, okumak ise bu kabiliyet inkişafının en önemli vesilesiyse insanın her şeyden önce en önemli vazifesi okumak olmalıdır. Bediüzzaman’ın talebesi olan Zübeyir Güldüzalp ise okumanın önemiyle ilgili, “En mühim iki şey: (1) okumak; (2) uhuvvet (kardeşlik) ve ihlâs (samimiyet) dairesinde hizmet.”3 demiştir ve Risale-i Nur hizmetinin olmazsa olmaz iki dairesi olan uhuvvet ve ihlâstan önce, okumayı vurgulamıştır.
Yine Zübeyir Gündüzalp, “İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak; az da olsa devamlı okumak; dem ve damarlarımıza karışacak derecede okumak,” “Her şey, her mesele okumakla halledilir. Zira eserlerde hepsi var. Fakat insan görmüyor.” cümleleriyle okumayı ön plana koymuştur ki hayatıyla da bunu göstermiştir.
Okumak, meşveret etmektir. Geçmişte yazılan kitapları okumak, mazideki kıymetli yazarlara derdini açmaktır, sorunlarını paylaşmaktır. Günümüzdeki yazarların eserlerini okumak, o aydın şahsiyetlerle birebir konuşmak, görüşlerini almaktır.
Kur’ân’ın derinliklerine inip oradaki kıymetli mücevherleri eserlerinde barındıran yazarları okumak, o ulvî insanlarla meşveret etmektir.
Asrı Kur’ân’la yorumlayıp Kur’ân’ı asra göre en güzel şekilde tefsir etmiş olan Risale-i Nur’u okumak, belki de Kur’ân’la meşveret etmektir.
Kâinatı okumak onu tefekkür etmek, sözlerini, konuşmalarını dinlemek, kâinatın bize aktarmak istediklerine kulak vermek, kâinatla sohbet etmektir.
Bir şahs-ı manevî içinde okumak ise yani zihinleri aynı hedefe yönelmiş şahısların bir ve beraber okuması, farklı bakış açılarıyla zenginleşen zihinlere sahip olmaktır.
Böylelikle okuyan insan, mazisinden kopmayan, kâinatla alâkasını kesmeyen, hayat amacının dışına çıkmamış, Kur’ân’la hayatını yoğurup şahs-ı manevî içinde, farklı tecrübeleri okuyarak alan, böylelikle hayatın zorluklarını kolaylaştıran zengin zihinlere sahip insandır. Kâinatın halifesi olmaya lâyık olan, bu insandır.
Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Sözler, 23. Söz, s. 286
3) Zübeyir Gündüzalp, Altın Prensipler
Konuyla alakalı dergimizin Dil okulu olarak “kâinat” yazısını okumak için tıklayınız.
İlk yorumu siz yazın