Bir dergâh, iki hattat

Bir sabah namazı sonrası, tesbihat henüz bitmişken biz uyumamış, sohbet ediyorduk. Konu bir şekilde Eyüp’te medfun, meşhur hattatlara gelmişti. Sevgili Betül Doğruer, bu zatları ziyaret etmekten bahsederken, Mehmet Kutlular’ın kabri ve onunla birlikte omuz omuza yatan kıymetli ağabeylerimizi ziyaret etmek söz konusu oldu. Nasıl oldu anlayamadan, kendimizi hazırlanır bulduk. Eyüp’e öyle alelade gitmeyecektik, Eyüp’e yürüyerek gidecektik. Fatih Camii civarından yola çıktık. Sevgili navigasyonun delâletiyle fakat çoğu zaman kulağımızı tersten tutarak, yürüdüğümüz yollardan geri dönerek ve çıktığımız üst geçitten inerek, sonra tekrar çıkarak, en nihayet kırk beş dakikalık yolu iki saatte bitirmek suretiyle Eyüp’teki Murad-ı Buhârî dergâhına vardık.

Kahvaltı yapmadan iki saat boyunca yürüdüğümüz için aç, susuzduk. Yakındaki fırından aldığımız ikişer simit ve dergâhın çeşmesinden fî-sebilillah akan suyla açlık ve susuzluğumuzu giderecektik de, onca mezar arasından hattatlarımızı nasıl bulacaktık? Rastgele mezar taşlarını okuyarak Hattat Veliyyüddin Efendi’yi aramaya başladık. Bereket versin ki ayrı bir duvarla çevrilmiş olan mezarını bulmak çok zor olmadı. Önce mezarlığın karşısında oturarak simitlerimizi yedik. Midelerimizin sükunetini bu şekilde temin ettikten sonra Veliyyüddin Efendi’ye bir fatiha okuyarak, mezar taşını daha bir dikkatle inceledik;

“Hüve’l-Bâkî. Sâniyen mesned-ârâ-yı sadr-ı fetvâ iken vedâ-ı âlem-i fâniiden Şeyhülislam-ı merhûm ve mağfûr Veliyyüddin Efendi Rûhiçün el-Fâtiha. Sene 1182 (1768)”

Benim öncelikli olarak hattat sıfatıyla tanıdığım Veliyyüddin Efendi, şeyhülislam imiş. Sert mizacı sebebiyle şeyhülislamlığa getirildikten yaklaşık bir buçuk yıl sonra azledilmiş; ikinci kez aynı makama getirildiğindeyse vefat edene kadar, yine bir buçuk yıl kadar daha görev yapmış.1 Mezar taşında da o yazıyor; “İkinci kez sadaret makamına getirilmişken fânî âleme veda eden merhum ve mağfur Veliyyüddin Efendi.” Veliyyüddin Efendi’nin hemen yanı başında ise oğlu Mehmed Emin Efendi’nin mezarı var.

Dergâhın haziresini gezerken, daha şatafatsız olmak kaydıyla bir hattat mezarını daha bulabildik; Mahmud Celaleddin Efendi. Onun da mezar taşını okuyoruz; “Hüve’l-hâyyü’l-bâkî. Meşâyih-i hattâtînden Cennet-mekân merhûm ve mağfûr Mahmûd Celâleddîn Efendi’nin rûhu içün el-Fatihâ. Sene 1245(1830)” Meşhur hattatlardan, Cennetmekân Mahmud Celaleddin Efendi…

Sevgili yol arkadaşımın anlattığına göre Celaleddin Efendi de biraz sert mizaçlıymış. Baş eğmeyen karakteri ve iddialı hâlleri nedeniyle hattatlar tarafından reddedildiği olmuş ve geri çevrilincede Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’ın eserlerinden faydalanarak kendi azim ve gayreti ile yazıda tekemmül etmiş.2 Sevgili Betül Doğruer’in söylediğine göre, onun sert mizacı yazısından anlaşılıyormuş. “Allah Allah, bir insanın hattından karakteri nasıl anlaşılır ki? Hadi el yazısından anlaşılır, ama kuralları olan bir sanat türünü icra ederken karakter ne kadar belli olur ki?” diyerek –muhtemelen erbâbına çok cahilce gelecek bir hayretle– Celaleddin Efendi’nin eserlerini araştırdım. Hakikaten üslubunun farklı olduğu fark edilebiliyormuş. Okumaya çalıştığım şu tablosu ise bana öğrettiği yeni kelimelerle, bu yazının yazılmasına bir vesile oldu;

“Alem kaldırsa bir yerde kaçan sultân-ı Bismillâh

Olur lâhûtî yâ nârâyîş-i dîvân-ı Bismillâh

Sırât-ı Müstakîm’i anla hatt-ı istivâsından

Varır Allâh’a toğrı menhec-i âsân-ı Bismillâh”

“Alem kaldırmak” tabiri ilk başta tuhaf gelse de alem kelimesinin (عَلَم) Arapça “bayrak” demek olduğunu ve âlemden (عالم) farklı olduğunu önceden bildiğim için bu tabirin “bayrak/sancak kaldırmak” olduğunu anlamak zor olmadı. Fakat “kaçan sultan-ı Bismillah”ın ne demek olduğunu hiç tahmin edemediğimi söylemeliyim. Bismillah bir yere mi kaçıyormuş diye cümleyi anlamlandırmaya çalışırken bu kaçanın o kaçan olmadığını öğrendim. Kubbealtı Lügatine göre kaçan/haçan kelimesi “ne vakit, ne zaman ki” manasındaymış. Sonra lâhûtiyân kelimesi var, “Lâhut âlemine mensup olanlar, melekler”3 manasındaymış. Diğer kelimelerin manalarına da bakınca, bu dörtlüğün manası hemen hemen şu şekilde oluyormuş:

“Ne zaman bir yerde Besmele sultanı sancak kaldırsa;

O sultanın divanını ulûhiyet âleminin melekleri süslerler.

Besmele’nin ortasından geçen düz hatta bak da sırat-ı müstakîm (dosdoğru yol, hak yol) nedir anla.

Varır Allah’a doğru, Besmele’nin kısa ve geniş yolu.”4

*
Güzel kelimeler, güzel manalar…

Dipnotlar:
1) “Veliyyüddin Efendi”, TDV İslâm Ansiklopedisi.
2) Tıklayınız.
3) Kubbealtı Lugati, Lâhûtî maddesi.
4) Aslında manasını kendim verecektim fakat “Divân Edebiyâtı” adlı Facebook sayfası daha güzel mana vermiş. O yüzden alıntılamış bulundum.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*