Vektörel listeler ve yavaşça başlamak

“Bir kişinin tümüyle insan olabilmesi sadece kendi kararlarına ve kendini bu kararlara bağlayışına dayanır. İnsanlar değer ve onura, günden güne verdikleri kararlar yığınıyla ulaşırlar. Bu kararlar cesaret gerektirir. Bu da, Paul Tillich’in cesareti niye ontolojik olarak nitelediğini anlatır – cesaret varlığımızda esastır.” 1

Varoluşçu Psikolog Rollo May, cesareti umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisi olarak tanımlar. Cesaret, hiçbir şeyden korkmamak, büyük işleri kolayca halledivermek, elinde hiçbir şey yokken sonucun net bir resmini görebilmek, belirsizlikten-boşluktan ürkmemek değil. Bunu anlamam, daha doğrusu hayat akışımda kullanmam zaman aldı. İtiraf ediyorum, pek çok hedefim adına çalışmaya başlamak beni ilk etapta korkutuyor. Bazen o hedefimden kaçınmak için on dereden su getiriyorum, kaçışlarımdan barajlar inşa ediyorum. Ancak hareketlerime, yavaşlık ve şefkat katmaya başladığımdan beri, yani yavaşça başlamayı denemeye başladıktan sonra kişisel tarihçemde gözle görülür bir fark oluştu.

Nedir bu yavaşça başlamak? Gözde büyüyen, stresli hissettiren bir durumun gerektirdiği eylemler için minimum efor harcamak. Hattâ belki ilk başta niyetinle baş başa sessizlikte oturmak, hiçbir şey yapmamak. Niyetine alıştıkça ve hareketlerin ısındıkça sonraki aşamaya geçmek ama bir anda hızlanmamak. Yavaş yavaş, azar azar, küçük küçük, parça parça bir şeyler yapmak ve zuhurata tabi olmak. Bir şeylere başlarken süreci planlamak güzel, ancak bazen süreci planlayamayacak kadar hedefimizden kopuk ve ona yabancı – donuk olabiliyoruz. Öyle durumlarda önce hedefimizin ruhumuzda erimesine ve bizimle bağ oluşturmasına zaman ve boşluk oluşturmak gerekiyor. Herkesin hedefi farklı olabilir, ben bazen çok merak ettiğim bir kitaba karşı çok uzak hissediyorum, ilk birkaç sayfadan sonra okumaya devam edemiyorum. Bunu yaşadığımda kitaba şöyle bir göz gezdirip, kitabı gözden kaçmayacak bir yere yerleştirerek demlenmeye bırakıyorum. Demlendiğini hissettiğimde tekrar okumaya başlıyorum ve müjdeli haber, çoğu zaman işe yarıyor!

Bu yöntemin kendimde işe yaradığını gördükten sonra aslında bunun bilişsel eğilimlerimizle alâkalı olduğunu öğrendim. Hedefe yaklaştıkça çabalarımızı arttırma gücüne goal gradient effect2 (hedef gradyan etkisi) deniyor. Bir hedefe ne kadar yaklaşırsak onu tamamlamak için o kadar çok çalışıyoruz. Öyleyse geleceğe dair herhangi bir şey inşa ederken ilk başta “sonucu çok istememize rağmen” bu çabalama gücümüzün maksimumda olmaması gayet normal ve insanî. Ancak önemli olan o yola girmek ve yolda olmak.

İnsan farklı kimlikleri, açıları, katmanları, manaları, yetenekleri, incelikleri barındıracak mahiyette yaratılmış. Biz ise genelde kendimizi birkaç kimliğe ve o kimliklerin meşgalelerine hapsediyoruz. Mesela kendimize mühendis, öğretmen, öğrenci, edebiyatçı, anne, baba, ev hanımı, akademisyen gibi etiketler yapıştırıp başka pek çok güzel şeyi bu etiketler ile uzak ya da çelişkili görebiliyoruz. Oysa yapısı gereği çoğu kimliğimizi, pek çok etiketimizi her an kaybedebiliriz. Bu yüzden birbirinden farklı kimliklere sahip olmak, başka başka taraflarımıza dokunan, başka katmanlarımıza ışık tutan meşgalelerle hemhal olmak çok değerli ve daha dengeli.

Teknik bir bölümünüz-mesleğiniz varsa, sosyal bilimler okuması yapmak; daha soyut ve çıktısı doğrudan görünmeyen bir mesleğiniz varsa somut şeyler üretebileceğiniz faaliyetlerde bulunmak; zamanınız çoğunlukla ofiste geçiyorsa, ev işleriyle hemhal olmak ya da doğaya karışmak, hız gerektiren bir hayatınız varsa, bazı zamanlarınızı yavaşlamaya ayırmak, düşünsel aktivitelerle iştigal ediyorsanız arada bedenen çalışmak, başarılı hissettiğiniz bir işle meşgul olmanın yanı sıra huzurlu hissettiğiniz atmosferleri oluşturmak hayatı dengeye taşıyor ve varoluşumuza nefes aldıracak menfezler açıyor.

Genellikle bir işe başlamak istediğimizde, bir hayal kurduğumuzda, ya da içimizde bir kıpırtı oluştuğunda zihinde beliren ilk imge kocaman neon harflerle yazılmış bir “Peki nasıl yapıcam bunu?” tabelası oluyor. Kaygıyı ve kıpırtıyı birlikte deneyimliyoruz. Bu noktada edinilecek en değerli becerilerden biri “learning to learning” olsa gerek, yani: öğrenmeyi öğrenmek.

Bazen kabiliyet, mizaç gibi kavramlara yanlış anlamlar yüklüyoruz ve aslında sadece nasıl yapılacağını bilmediğimiz için yapamadığımız şeyleri “benim yeteneğim yok” deyip geçiştiriyoruz. Bazı insanların bazı konularda daha güçlü donatıldığı bir gerçek. Ancak belirli bir alanda parlayan kişilere baktığımızda genellikle yeteneğin yanında doğru bir çalışma ve öğrenme süreci görüyoruz. Kendi kendimize öğrenme becerimizi geliştirdikçe aslında diğer hayallerimize de bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Bu yazı kendi kendine öğrenmeyi öğretmeyi amaçlamadığı için bu hususta daha fazla detaya girmiyoruz, sizi ilgili kaynağa3 yönlendiriyoruz.

İnsan basit bir varlık değil, maddenin yanında manayı, cesediyle birlikte ruhu barındırıyor. Ruh ise bütün mevcudatla alâkadar; göremediğimiz iplerle tüm yaratılmışlara, yaratılmışlar içerisinde de en çok öteki bir insana bağlı. Kişisel gelişimciler, spiritüeller, akıl hocaları insanın kendisini değiştirirse her şeyin değişeceğini, insan ne düşünürse evrenden onu kendisine çekeceğini, bir şeyleri elde etmek ya da daha mutlu-huzurlu olmak için mutluluğu kendi içimizde inşa etmemiz gerektiğini fısıldayıp duruyor. Bu fısıltıların hakikatten beslenen bir ciheti olmakla birlikte, insan ve insanın hayatla kurduğu ilişki bu kadar tek yönlü değil. Ruh sağlığımız, dünya ve ahiret hayatımız, büyüklü küçüklü kararlarımız en çok ilişkilerimizden etkileniyor. Psikolog Stephen Briers bunu “Hayatı nasıl deneyimlediğimiz, hatta kendimizi nasıl deneyimlediğimiz büyük oranda başkaları tarafından belirleniyor.”4 şeklinde ifade ediyor. Bu yüzden kendi geleceğimizi tahayyül ederken beni düşündüğümüz kadar ötekini de düşünmemiz gerekiyor. “Ben ne istiyorum?”, “Benim için en iyisi nedir?”, “Hayatımı nasıl güzelleştirebilirim?” gibi sorulara ek olarak “Bağ içinde olduklarım için en iyisi nedir? Bunun için ne yapabilirim?”, “Sevdiklerimin ihtiyaçları nelerdir?”, “Çevremde nasıl bir etki bırakıyorum, nasıl bir etkim olsun isterim?”, “Olmak istediğim evlat, arkadaş, eş, kardeş miyim?” “Çevremdeki hayatı nasıl güzelleştirebilirim?” gibi soruları gündemimize alabiliriz.

Yaşlanmadan önce yapılacaklar, bu sene okunacaklar, şu yaşa gelmeden gidilecek yerler… Sürekli listelere maruz kalıyoruz, ve öyle ki liste yapmayı seviyoruz. Daha iyi bir gelecek için yapılabileceklerin maddeleri de elbette bitmez. Kim olduğumuz listelerimizden, becerilerimizden, sayılardan ve etiketlerden, sahip olduklarımızdan, yaptıklarımızdan daha fazlası; kim olduğumuz bu oluşlar olurken yönümüzü hangi anlama döndüğümüzle alâkalı. Fizikteki vektörün ifade ettiği anlam gibi, bütün bu listeler, beceriler, okullar, sayılar ve etiketler hangi yönü gösteriyor, hangi vektörün büyüklüğünü ifade ediyor? Hangi anlama yürüyoruz ve hangi anlamı tamamlamaya yöneliyoruz? Bu anlama giden yolda hangi değerlere ihtiyacımız var? Hangi yaşta ölürsek ölelim, bazı listelerimiz, hayallerimiz, işlerimiz muhakkak yarım kalacak. Öyleyse yaptığımız her listenin, başladığımız her işin, kurduğumuz her ilişkinin bir nedeni ve nasılı da olmalı değil mi?

Dipnotlar:
1) Rollo May, Yaratma Cesareti
2) Tıklayınız.
3) Tıklayınız.
4) Tıklayınız. 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*