İşini bilenlerin ‘ahlâk’ı

Siyasî söylem ve eylemlerin niteliğini ve diğer birçok siyasî problemi sağlıklı bir şekilde ele almak, ancak siyaseti sosyal bir yapı olarak ele almakla mümkün olacaktır. Toplum birbiri ile iç içe geçmiş, birbirini etkileyen birçok kurumdan oluşur. Bunların her biri diğerlerine bağlıdır. Siyaset de bu kurumlardan biri olarak toplumun diğer yapılarından kaçınılmaz olarak etkilenmektedir. Bu nedenle ülkedeki siyasal ahlâkı anlamlandırabilmek için toplumun siyasete bakış açısını, siyaset üzerindeki etkisini ve toplumun ahlâk anlayışını sorgulamak gerekmektedir. Siyaset toplumun aynası gibi âdeta toplumun taleplerini yansıtan bir yapı olma özelliğini göstermektedir. Politikada yapılan ahlâksızlıklara dikkatli bakılırsa aslında halk arasında az ya da çok var olan pratiklerin daha büyük ölçekte uygulanışı olduğu görülebilir.

Sosyal Ahlâk ve Politik Ahlâk

Hiçbir toplum kendisini ahlâksız olarak tanımlamaz. Ancak ahlâk anlayışları farklı olabilir ya da pratikteki “ahlâkî davranışları” farklı işler. Hem siyaset kurumunda hem de toplumun genelinde siyasal ahlâksızlık olarak görülen eylem ya da söylemlerin birçoğu insanların maddî birtakım çıkarlara ya da başarılara ulaşmak adına attıkları adımlardır. Rüşvet, yolsuzluk, hile, torpil, iltimas gibi pek çok kavramsal karşılığı olabilecek bu eylemler, halk arasında işini bilmek olarak tanımlanmaktadır. Yani amaca öyle veya böyle ulaşmak için ahlâk dışı olan ahlâkî hâle getirilmekte, meşru olmayan meşrulaştırılmaktadır. Bunun çoğunluk tarafından kabul görüyor olması ahlâksızı ahlâklıya dönüştürmektedir. Özellikle işlerin hile olmadan, farklı yollara başvurulmadan hâlledilemediği yerlerde “bu iş başka türlü olmuyor,” “herkes böyle yapıyor,” “burada işler böyle dönüyor” gibi ifadeler vicdan rahatlatmanın yanında bir çeşit sosyal onay görevi de görmektedir.

Amerikalı sosyolog C. Wright Mills şöyle bir tespitte bulunmuştur: “Bir toplumda en üst çevrelerle orta düzeydeki çevreler bile kurnaz ve işini bilir olmanın yeterliliğine her şeyden çok inanmaya başlamışlarsa, böyle bir toplumda bireysel ahlâk duygusu olan kişilere rastlamak güçleşir; çıkarcılığa, işini bilir olmaya dayanan bir toplumda ahlâk ve vicdan sahibi bireyler yetişmez olur.”1 Bu pencereden bakıldığında aslında ahlâksız bir eylem söz konusu değildir. Ahlâkın niteliği değişmiştir sadece. Eylemler farklı şekillerde ahlâk zeminine oturtulmuştur. Böylece ahlâk belirli doğru ve yanlışların ötesine geçerek girdiği kabın şeklini alır hâle gelmiştir. Yalnızca bununla da kalmaz, aynı zamanda başarıya ulaşmanın ön koşulu bir takım değerlerden feragat etmek olduğu için ahlâk/erdem gibi değerler artık itibar görmemeye, bunları yeri geldiğinde yok sayabilen, eğip bükebilen kişiler ise gerek politikada gerek sosyal hayatta başarılı insanlar olarak görülmeye başlarlar. Mills aynı kitabında bu durumu şöyle özetler:

“Bu konuda değişik görüşler olsa bile, günümüz toplumunda kişinin yükselmesinin ahlâk yönünden belirli bir bedeli gerektirdiği inancı öylesine yaygınlaşmış, öylesine benimsenmiştir ki, durum, üst ahlâksızlığın olağan sayılması derecesine varmış bulunmaktadır…”2

Politikacıların söz ve davranışlarının değerlendirilmesinde bir faktör daha devreye girmektedir. Bu da politikanın bir savaş alanı olarak görülmesi ve bu savaş alanında yapılanların genel ahlâkî yargılara göre değerlendirilmemesi gerektiği kanısıdır. Yani bir eylem normal şartlarda yadırgansa da siyasî zemin ona geçerlilik kazandırmaktadır. Ancak girişte de bahsettiğimiz gibi siyaset ve toplum birbirini etkilemektedir. Halkın siyaset üzerindeki belirleyici etkisinin yanında siyasetteki bu makyavelist ve çıkarcı tutumlar halkın da aynı düşünce ile hareket etmesine neden olabilmektedir.

Ahlâkın Tesisi ve Tarafgirlik

Politikacıların yanlış bir takım söz ve davranışlarının denetlenmesinde en büyük rol toplumun bizzat kendisine düşmektedir. Siyasetin amacını unutup farklı amaçlarla hareket etmeye, konumunu yanlış kullanmaya başlayan bir politikacının en çok hoşlanacağı şey, arkasında ne olursa olsun kendisini destekleyeceğinden emin olduğu bir kitlenin bulunmasıdır. Türkiye’de oy kullanma oranlarının çoğu ülkeden yüksek olması zaman zaman gündeme gelmekte ve kimileri bunu demokrasi bilincinin yüksek olması ile ilişkilendirmektedir. Ancak insanların sandığa gerçekte neden gittiği ayrı bir araştırma konusu olmaya adaydır. İnsanlar gerçekten liyakatinden emin olduğu iyi bir yönetici mi seçmek istiyorlar, yoksa “kalben” bağlı olduğu politikacıyı başlarında mı görmek istiyorlar? Risale-i Nur’da tarafgirlik olarak geçen ve tehlikelerinden bahsedilen bu his, halkın siyasetçi üzerindeki belirleyici ve yönlendirici etkisini azaltırken, siyasetçiye istediğini söyleyebilmek ve yapabilmek için özgüven aşılaması da kaçınılmazdır. Desteklediği siyasetçinin yaptığı hukuksuzluğu, zulmü, söylediği yalanı ve diğer yanlışlarını savunacak derecede bir tarafgirlik, tüm “siyasal ahlâksızlıklara” zemin olma potansiyeli taşımaktadır.

Bu durum toplumun devlete ya da siyasete bakış açısını da gösterir niteliktedir. Gelişmemiş ülkelerin birçoğunda ve İslam toplumlarında insanların karizmatik liderlere, belirli bir misyondan çok karakteristik özellikleri ile öne çıkan siyasetçilere sempati ile yaklaştığı sıkça dile getirilen bir gerçek.  Bunların içinde daha kavgacı, mücadeleci olanların öne çıkması ise siyasette ayrıştırıcı bir üslubu ve kutuplaşmayı beraberinde getirmektedir. Siyasal ahlâk sorunu, ahlâklı davranmak gibi bir derdi olmayan siyasetçilerin yükselişe geçmesinin kaçınılmaz bir sonucudur.

Erdem ve Erdemin Bekçileri

Günümüzde “şekilci dindarlık” ya da “şekilci ahlâk anlayışı” gibi kavramlar şıkça kullanılmaya başlandı. Nedir şekilcilik? Bahsedilen şekilcilik dindar görünüp dindarlığın gereklerine uygun davranmama, ahlâklı gibi görünüp ahlâksız davranışlarda bulunma olarak düşünülebilir. Genel kanıya bakacak olursak dindar görünmenin namaz, oruç, tesettür gibi belirli dinî gereklilikler üzerinden ilerlediğini görebiliriz. Ancak bilindiği üzere İslâmiyetin emirleri bunlarla sınırlı değildir. Çok ince çizgiler üzerine kurulu, küçük veya büyük fark etmeksizin her canlının hakkını gözeten ve hayatın her alanını kapsayan İslâm ahlâkını belirli ölçütlerle sınırlamak bugün içine düştüğümüz şekilci dindarlığı doğurmuştur.

Söz konusu şekilci anlayışın hem toplum içerisinde hem siyasî mecrada tezahürleri bulunmaktadır. Öyle ki artık kim ahlâklı kim ahlâksız tartışıldığı gibi, insanlar çevresindeki “ahlâksızları” tespit etmeyi ve had bildirmeyi erdemli ya da ahlâklı birey olmaktan daha çok önemsemektedir. Toplum olarak ahlâksızlara karşı zaafımızın olduğu bir gerçek. Ancak ne yazık ki bu zaaf, ahlâkın belirli bir kısmı ile sınırlı kalmaktadır. Hatta belirli kalıpların dışındaki ahlâksızlıklar o kadar dikkat çekmediği gibi destek de görebilmektedir.

Henry D. Thoreau’un Sivil İtaatsizlik kitabında şöyle bir ifade bulunur: “Erdemli tek insana karşılık erdemin dokuz yüz doksan dokuz tane bekçisi vardır…”3 Erdemli miyiz, erdemin bekçiliğini mi yapıyoruz? Yoksa ikisi birden mi?

Dipnotlar:
1) Mills, C. Wright. (2019). İktidar Seçkinleri, İstanbul: İnkılap, s:636
2) Mills, C. Wright. (2019). İktidar Seçkinleri, İstanbul: İnkılap, s:642
3) Thoreau, H.D. Yıldırım, E. Z. (2020). Sivil İtaatsizlik, İstanbul: Karbon

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*