Zamanı göstermeyi unutan saatler

Ne çabuk unutuldu ‘Belâ’ yurdunda verilen sözler?

Sohbet meclisi kurulmuştu ‘Bezm-i Elest’te.

Hafıza-i beşer nisyan ile ma’lüldü…

Yarın bugünse, “dün” dediğimiz neydi peki?..

Zaman ve mekân yoktu henüz. Ezel öncesi…

* * *

Melekler hayrette… Halife yaratacak yüce Yaratan.

Adn Cennetinde Âdem ve Havva.

Yıldızlardan salıncak, atlastan uçurtma keyfi.

Yasak meyve ve fısıltı sonra, meyveyi dişledi Âdem ve koptu salıncak.

“Ey Âdem, yasak meyveyi yedin madem. Hissene gurbet düştü. Affım sizinle olacak, ancak; emanet yüklendi omuzlarınıza. Öyleyse sabret. İyiliği öğret çocuklarına.

Ey Havva, aşkla yoğurdum mayanı senin. Sen ve kızların insanlığa hamile. Sevgi ek yeryüzüne, mutluluk biç… Aşkı öğret çocuklarına, yasaktan uzak dur, sürgün bitene dek.”

* * *

Gereği Düşünüldü: Hüküm insana dünya sürgünü.

Gerekçe: Emanet.

Yüklendi gurbeti Âdem, yüklendi emaneti. Nedamet, pişmanlık şimdi nafile.

Havva, şimdi insanlığa hamile.

Aç bağrını dünya, halife-i arz geliyor.

“Uzatma dünya sürgünümü.”

Tevbe ve af.

Nehir gibi çoğaldı, çağladı insanlık.

Sonra toprağa kan düştü, zulmü gördü rüzgârlar.

İkiye ayrıldı nehir.

“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.”

* * *

Ve son halka: Ateşi suya, çölü gülistana çeviren Nur.

Hira: Aramak, arayış, harlanmak, ateşlenmek, hürleşmek…

Elif gibi yapayalnız bir anda, zaman durdu, kâinat sustu bir an.

Sus-pus! Cin(s), in(s), an, geceydi devran.

Yetimce, öksüzce…

Sonra hikmet tecellî edince, kemal sırrı cemaline dokundu Elif’ce.

“Ben elçiyim” diye fısıldadı Lâm Mim’e sessizce.

Şimdi “Oku!”

“Ben okuma bilmem!”

* * *

Soluk almaya başladı kâinat.

Mayası muhabbetle yoğrulan kâinat aşka düştü.

Cezbe, cazibe ve incizap.

Ne dediyse aşka dair bilmece.

Ve emanet tevdi edildi ehline böylece.

Bugün, duru düşüncelerin gözaydınlığında zaman.

Ümit güneşi… Geleceğin bilinmez zifiri karanlığına doğan.

O’nu kaybeden neyi bulurdu sanki, neyi kaybederdi O’nu bulan.

* * *

Ben’lik mağarasında gördüğüm, koyu karanlıktı, kör düğüm…

Kuşatılmış kapısı, örümcek hüznüyle ördüğüm.

Üç yüz sene uyudum umarsızca. Gidenlerden habersiz, gelenlere ilgisiz.

Uğursuz bir düş’tü yalnızca, tevilsiz, kaygan.

“Gençlik uykusunda gözlerim uyumuş idi; ihtiyarlık sabahıyla uyandım” ışıltılı bir gecede.

Bir lem’a, bir şua…

İçimdeki çocuk kendi yıldızını gördü ve O’nu buldu aynalarda.

Boşandı karanlıklar, nura garkoldu dünya.

Kalbi aşkla çarpmaya başladı, zamanı göstermeyi unutan saatlere inat.

Geçti, bin yıllık yorgunluğu.

Hamd O’na, minnet O’na, dönüş O’nadır…

Yâ Huuu, İllâ Huuu!..

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*