10 maddede demokratlık ve otoriterlik

Bir yönetim modeli ne olmalıdır? Nasıl olmalıdır? Kim bizi yönetmelidir? Nasıl yönetmelidir? Eski Yunan filozofları başta olmak üzere, binlerce yıldır, bu konu tartışılmaktadır.

Özellikle imparatorlukların yıkıldığı 19. Yüzyıldan bu yana, batı ülkeleri, demokrasi kavramından önce, meşrutiyeti tartışmaya ve uygulamaya başlamıştı. 20. Yüzyılda ise önce çoğunlukçu demokrasiyi, sonra da çoğulcu demokrasiyi tartışmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, sosyal demokrasi gibi kavramlar konuşulmaya başlanmıştı.

Batıda bunlar olurken, bizim ülkemizde ise, demokrasinin içeriği çok bilinmeden, demokratlık yapıyorduk. Ve bazıları, “Kim daha demokrat? Kim daha az demokrat?” tartışmaları yaparken, diğer bazıları da demokrasinin, batı kökenli olduğu için, bize uymadığını, hatta bazıları bunun küfür rejimi olduğunu iddia ediyordu.

Özellikle bu son kısımdakiler, demokrasiyi sadece bir sözlük anlamı olarak görüyor ve muhtevasına pek bakmıyordu. Böyle olunca da isimden ibaret bir demokrasi savunuculuğu ya da demokrasi karşıtlığı ortaya çıkıyordu.

Oysa ki, demokrasiyi tartışmak için, demokrasinin muhtevasını bilmek ve öncelikle bu muhtevayı tartışmak gerekiyordu. Ve demokrasi kavramından daha çok, muhtevasının iyi olup olmadığını tartışmak gerekiyor. Gelin, kimin demokrat, kimin otoriter olduğunu 10 maddede anlamaya çalışalım.

Batı demokrasilerindeki uygulamalara baktığımızda, aşağıdaki noktaları görürüz:

1) Batı demokrasilerinde, demokrasinin temelinde, “birey” yer almaktadır. Ve bireyler, kendi haklarını, devlete ve diğer gruplara karşı korumak için, “sivil toplum” biçiminde örgütlenirler. Bu örgütlenme sonucu olarak, aşağıdan (bireyden) yukarıya (yönetenler) doğru bir baskı oluşur. Yönetenler, bu baskı sonucu, kanunları çıkarıp uygularlar. Türkiye’de ise, durum tam tersinedir. Yönetenlerin zaten bir iradesi vardır ve bu, genellikle toplumdan bağımsız oluşur. Bu irade kanuna dönüşüp, yukarıdan aşağıya doğru bir “emir” biçimine dönüşür. Ve toplumda çok kolay bir şekilde uygulanamaz. Bu durumda “kim demokrat?” sorusuna vereceğimiz cevap, özetle şöyle olabilir: Halkın ihtiyaçlarını görüp, bunu dikkate almak, kanunları buna göre çıkarmak demokratlıktır. Halkın ihtiyacını çok fazla dikkate almayıp, üstten emirler yağdırıp, toplumu yönetmeye çalışmak, otoriterliktir.

2) Demokrasinin bir gereği de sivil toplum kuruluşlarıdır demiştik. Sizce sivil toplum ne demektir?

Sivil toplum, bizim toplumumuzda çoğu kere yanlış algılandı ya da bazı çevrelerin kasıtlı algı yönetimiyle, toplum yanlış yönlendirilerek, “askerî olmayan” biçiminde anlaşıldı. Oysa ki, sivil toplum, ortak menfaatlerde buluşan bireylerden oluşan, toplumun farklı kesimlerini ifade eden kuruluşlardı. İşin doğal akışına bırakıldığında, bireylerin kendi inisiyatifleri ile oluşturduğu dernek, vakıf, kulüp gibi kuruluşlardı.

Mesela, işçi sendikaları, işçilerin iradelerini yansıtmalıydı ve onların iradelerine dayanmalıydı. Siyasî partiler, toplumun farklı gruplarının ortak çıkarı üzerine kurulmalıydı. Mesela, işçi partisi, işçilerin iradesi ile oluşan bir parti olmalıydı. Mesela, öğrenci dernekleri, öğrencilerin kendi inisiyatifleri ile kurdukları derneklerdi. Ancak, çoğu kez, bu sivil toplum kuruluşları, bu ortak iradelere dayanmak yerine, devletin iradesini, bireylere kabul ettirmek amacıyla, devlet tarafından organize edilmişti.

Hatta devletin bu tepeden inmeci anlayışı yüzünden, birçok dernek, sendika, cemaat, parti devlet tarafından kurulmuştu. Ya da kurulmuş bulunan bu örgütler, cemaatler, dernekler, sendikalar devletin yönlendirmesiyle, bireylerin menfaatini kollamak yerine, devlete itaatkâr bir vatandaş profiline göre şekillendiriliyordu. Öyle ki, “… bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz…” anlayışı ile komünistlerin komünist partisi kurmalarından önce, bizim devletimiz, komünist partisini bile kendisi kurdurmuştu.

Bu yüzden, Türkiye’de devlet, sivil toplumun ve cemaatlerin iç işlerine karışmakta ve onları “kısır bir devlet aklı”na göre yönetmektedir. Çoğu kere, bir spor kulübünde bile, devletin bu derin ilişkiler ağının mevcudiyetini görmekteyiz.

Bu başlıkta, “kim demokrat?” sorusuna verilecek cevap şu olabilir: Kim ki devletin temelini sivil bir inisiyatifle oluşturulan sivil topluma dayandırırsa, kim ki böyle bir sivil toplumu savunursa demokrattır. Kim ki bu konuda devletçi bir düşünceyi önceliyorsa, o da otoriterdir.

3) Demokrasinin bir temel şartı da açık toplumdur. Sizce açık toplum nasıl olmalıdır?

Batı demokrasilerinde bu, şu anlama gelmektedir: Bir muhtardan başlayarak, kaymakamlık, valilik, belediye, bakanlıklar, parlamento, hükümet kabineleri ve cumhurbaşkanlığı gibi kurumlar başta olmak üzere, devlete ait her idarî birim, şeffaf olmalıdır. Bu şeffaflık, toplum tarafından görülebilir ve takip edilebilir olmalıdır.

Bu şeffaflık, Batıda genellikle farklı çıkar gruplarının sahip olduğu, farklı ve bağımsız medya tarafından ve bunların oluşturduğu kamuoyu tarafından görülebilir olmalıdır. Bizde ise, devlet veya hükümetlerin, medyayı yönettiğine ilişkin çok örnekler vardır. Hemen hemen her dönemde “yandaş medya” ve “muhalif medya” olgusuna rastlarız. Her iki tarafın haricinde, tarafsız medya çok az vardır ve genellikle bunlar, devlet güçleri tarafından kontrol edilmeye çalışılır veya susturulur.

Burada “Şeffaflık iyi midir? Kötü müdür?” sorusunu sorup araştırmak gerekirken, insanların bir kısmı, bu içerik yerine, sadece demokrasiyi sorgulamaktadır.  Öyle ise, burada “Kim demokrat?” sorusunu sorarken, aslında kim açık toplumu savunuyor ve kim idarenin şeffaf olmasını istiyorsa,  onun demokrat olduğunu söylemek mümkündür. Kim de devletin ve diğer yönetim birimlerinin gizli kapaklı çalışmasını istiyorsa, bunlar da otoriter olanlardır.

Peki, “bir devlet idaresinin şeffaf olup olmadığını nasıl anlarız?” diye sorarsak, siz ne düşünürsünüz?

Batı toplumlarında,

a) Bağımsız medya tarafından denetlenebiliyorsa,

b) Sivil toplum tarafından denetlenebiliyorsa,

c) Devletin kendi iç denetim mekanizmaları tarafından denetlenebiliyorsa,

d) Bağımsız bir yargı tarafından denetlenebiliyorsa, o devletin şeffaf olduğunu söyleyebiliriz.

Bizde ise genellikle, medyaya sızan devlete ait bir bilgi olduğunda, yöneticileri, topluma bu konuda hesap vermek yerine, bu bilgiyi basına sızdıranı bulmaya ve ondan hesap sormaya çalışırlar. Şeffaf toplum, şeffaf devlet, hesap vermekten çekinmez.

4) Denetleme mekanizması ne demektir? Batı demokrasilerinde sistem, yukarıda anlatmaya çalıştığımız sivil toplum kuruluşları tarafından şekillenmiştir. Bu yüzden, devlet, sürekli bu mekanizmanın kontrolündedir. Ve devlet, sivil toplumun nefesini ensesinde hissetmektedir. Bir yasa, bu kontrol yapılmadan çıkamamaktadır.

Eğer bazı güçler, toplumun çoğunluğunun istememesine rağmen, bu tür bir yasayı çıkarmaya kalkarsa, sivil toplum harekete geçer ve başta protesto olmak üzere, parlamentonun üzerindeki bütün baskı mekanizmalarını harekete geçirir. Bu bazen, bir yürüyüş, bazen bir iş bırakma eylemi, bazen bir grev biçiminde ortaya çıkar. Bu eylemler, medyanın da desteğiyle, bazen öyle bir şiddetlenir ki, sokak çatışmalarına kadar varır. Ve hükümetler bu istekleri yerine getirmek istemezse, sokak çatışmaları şiddetlenir. Hükümetler istifa bile eder.

Bizim gibi ülkelerde ise, hükümetler, seçim ile iş başına geldikten sonra, bir sonraki seçime kadar istediklerini yapmakta kendilerini serbest hissederler. Ve toplumsal irade istemesine rağmen, bir yasayı zorla da olsa çıkarmaya çalışırlar. Protestoları baskı ile sona erdirmeye çalışırlar. Ve toplumsal muhalefetin olmasını istemezler.

Toplumun hangi katmanında olursanız olunuz, devletin hangi kademesinde görev yapıyorsanız yapın, eğer siz, denetlenebiliyorsanız, demokratsınız. Denetimden kaçınıyorsanız ve bazı konuları hasıraltı ediyorsanız otoritersiniz demektir.

5) Merkeziyetçilik, bütün iplerin tek elde, tek bir merkezde toplanması ve çok büyük bir alanın tek bir merkezden yönetilmesidir. Mesela, başkente uzak mesafede bir konuda karar alması gereken yönetici, o yörenin şartlarını biliyor, ihtiyaçlarını biliyor ve fakat karar verme yetkisi yoksa ve bu kararın ille de başkentten verilmesi gerekiyorsa, bunun adı, merkeziyetçiliktir.

Bu konuda otoriter yönetim, taşranın her türlü ihtiyacının kendisi tarafından bilindiğini iddia eder. Batılılar ise bu konuda “delegasyon” yöntemiyle yetkilerini dağıtırlar. Böylece hem kendileri için iş yükünü azaltırlar hem de uzak yerlerdeki sorunların çözümünü, o bölgedeki yöneticilere devredip, onların inisiyatif kullanmasını isterler. Demokratik ölçülere göre, halk bu şekilde yönetime katılmış olur. Halk ne kadar yönetime dahil olursa o yönetim o kadar demokrat olur. Halk ne kadar, yönetimden uzak tutulursa, yönetim o kadar otoriter olur.

6) Demokrasiyi yüzeysel olarak tartışanların bilmediği bir konu da “denge mekanizması”dır. Demokrasilerde “denge mekanizması” güç dengelerinin birbirini frenleyecek şekilde oluşturulmasıdır.

Mesela, vatandaşın çoğunluğunun iradesi, hükümeti oluşturur. Ama bu çoğunluk iradesi, azınlık görüşteki insanların haklarını ihlal etmemesi gerekir. Bunun için demokrasilerde, çoğunluğun iradesine karşı, azınlığın haklarını korumak üzere yargı sistemi kurulmuştur. Bu yargı, mahkemeler eliyle, hem çoğunluğa karşı azınlık haklarını korumaktadır. Hem de devlet organlarının kendi arasındaki işleyişte, adil olmasını sağlamaktadır.

Dolayısıyla, devlet ve hükümet içindeki idare sistemi Batıda yasama-yürütme-yargı başlıklarında, birbirini dengeleyecek bir şekilde konumlanmıştır. Ve diğer bütün mekanizmalar, bu 3’lü sistemin altında, birbirini frenleyerek hukuk dışına çıkmasına engel olmaktadır. Mesela Hitler Almanya’sında, Hitler, yetkilerini kötüye kullanıp, buradan bir diktatörlük çıkarmıştı. İkinci Dünya Savaşından sonra, Almanya yenilince, Alman demokrasi güçleri, hükümetlerin Alman anayasasına aykırı davranmayacak şekilde davranmasını sağlayacak kurumları oluşturmuşlardır. Mesela, Alman Anayasa Mahkemesi, bu durumu denetlemekle yükümlü kılınmış ve bir daha diktatörlük oluşmaması için devlet idarecilerinin denetimi arttırılmıştır.

Bizde ise, toplumsal irade, hükümetin oluşturulmasını sağlasa bile, hükümetler, kendilerini dengeleyen mekanizmaların varlığını istemezler. Mesela hükümetler, yargıyı bir “ayak bağı” olarak görürler. Bu yüzden sürekli yargı organlarının yetkilerini kısmaya ve baskı altına almaya çalışırlar. Her ne kadar konumuz otoriterlik olup, diktatörlük olmasa da, diktatörlüğe giden yolların, otoriterlikten geçtiğini unutmamak gerekiyor.

Öyle ise, siz kendi iradenizin bağımsız bir yargı mekanizması tarafından incelenmesini, kontrol edilmesini istiyorsanız, demokratsınız; istemiyorsanız otoritersiniz ve demokrat değilsiniz…

7) Demokrasi, bireysel iradelere ve bireysel iradelerin toplamından hasıl olan toplumsal iradeye dayanmaktadır. Dolayısıyla, Batı demokrasilerinde, seçimle iktidara gelenler, bu iradeye saygılıdır. Ve idareciler toplumun nefesini enselerinde hissetmektedir. Ve bu iradeye uygun davranmaya çalışmaktadır.

Bu irade ile, bireyler, tek tek, egemenlik yetkilerini parlamentolara devretmektedirler. Parlamenterler ve bunlardan oluşan hükümetler de bu iradeye saygı göstermektedirler. Hükümetler, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları, bu iradeye dayalı olarak hareket etmektedirler. Bu toplumsal desteğin kalmadığını gören kim olursa olsun, derhal istifa eder. Bu iradeye aykırı davrandığında, Batı demokrasileri ile Doğu demokrasileri arasında çok önemli bir fark vardır. Batı demokrasilerinde toplumsal iradeye aykırı düşen kim olursa olsun, hemen istifa eder. Doğu demokrasilerinde ise, bu iradeye değer verilmediğinden, yöneticiler, Allah’ın lütfu ile geldiklerini düşündüklerinden dolayı, kendilerini halka karşı hesap vermek zorunda hissetmezler.

Özetle, toplumsal iradeye saygı duyup, gerektiğinde hemen istifa etmesini bilen demokrattır; toplumsal iradeye saygı duymayan ve kendi iradesini toplumun iradelerinin üstünde gören otoriterdir.

8) Devlet memurları ve diğer her türlü idareciler, Batı demokrasilerinde, kendilerini milletin memuru olarak görürler. Dolayısıyla, en alt kademeden en üst kademeye kadar, devlet memurları, kendilerini vatandaşın hizmetinde çalışan memurlar olarak görürler. Ve memurlar, vatandaşa üstten bakamazlar; vatandaşı memnun etmek zorundadırlar. Vatandaş da memurlar da bir kurala bağlıdır ve bu kurala riayet etmeye çalışırlar.

Bizde ise, devlet dairelerindeki en küçük memur bile, kendini devlet sanır ve devlet gücüyle vatandaşa tepeden bakar; vatandaşı ezmeye çalışır. Daha önce de değindiğim gibi, yasalar da kurallar da ihtiyaca göre yapılmadığından dolayı, memurlarla vatandaşlar karşı karşıya kalır ve en sıradan memur, vatandaşa zulmedebilmekte ya da rüşvet ve irtikap gibi suçlar ortaya çıkabilmektedir.

Burada kural belli olmalı ve devlet memuru da vatandaş da kurallara riayet etmelidir. Kurallara riayet eden vatandaş, demokrat vatandaştır. Kurallara riayet etmiyorsa, vatandaş bile olsa otoriterdir.

9) Toplumsal yapımızdan kaynaklanan sebeplerden dolayı, sadece devlet kademelerinde değil, aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarımızda, siyasî partilerimizde, derneklerimizde, cemaatlerimizde de işleyiş, maalesef “yukarıdan aşağıya” doğru şekillenmektedir. Bunda her ne kadar devletin katkısı, etkisi olsa bile, vatandaşların önemli bir kısmı da bu duruma çanak tutmakta ve bu durumu benimsemektedir.

Bu durum, kurumları, kuruluşları güçlü kılmakta, bireyi ise silikleştirmektedir. Silikleşen bireyler, sadece güdülmesi gereken kişiler olarak görülmekte ve sivil toplum kuruluşlarında, güçlü lider kişiler tarafından, iradeleri yok edilmektedir.

Böyle silik bireylerden oluşan gruplar, topluluklar, güçlü zannedilse bile güçsüzdür. Çünkü, lider eksenlidir, tek adama göre şekillenmektedir. Ve herkes tek adama oynamaktadır. Böyle bir topluluktaki kişi, birey, kendi inisiyatifi ile hareket etmez. Sürekli bir yerlerden emir bekler. Bu durumda “tek adam” da “yat! kalk!” metodları ile silikleşen bireyleri, itaatkâr ve sadık hizmetkârlar biçimine sokmaktadır.

Özetle, yukarıdan aşağıya doğru düşünen kişi, otoriterdir. Aşağıdan yukarıya doğru toplumun şekillenmesini isteyen demokrattır. Kendisinden daha aşağı mertebede olanlara inisiyatif alanı bırakan demokrattır; kimseye inisiyatif hakkı tanımayan otoriterdir.

10) Bu tür durumlar, genellikle siyasî partilerde, gruplarda, derneklerde vakıflarda da kendisini gösterir. Şimdi bunların hepsine detaylı girmeden, sadece aile yapısına bakalım. Ailede, çocuklarının hep kendilerine benzemesini isteyen ebeveynler, otoriterliğin örneğini sergilemektedirler. Oysa ki, herkes, kendi zamanının çocuğudur. Ve herkes, kendi zamanının şartlarına göre davranmak zorundadır. Her zamanın bir hükmü vardır. Bugünün ebeveynleri, dünün çocuklarıydı. Ve bugünkü çocuklar, geleceğin ebeveynleridir. Bugünkü bir baba, yüzyıl önceki bir babanın çocuğuna davrandığı gibi davranamaz.

Çocuklarının inisiyatif almasını isteyen ebeveynler, çocukların gelişmesini isteyen demokrat ebeveynlerdir. Çocuklarının özgür iradeleriyle hareket etmesini isteyen ve bunu sağlayan ebeveynler, çocuklarını güçlü bir şekilde yetiştirir. Böyle  ebeveynlerde yetişen çocuklar silik olmaz, kişilikli olur. Ve belli bir yaştan sonra topluma katılan kişilikli, inisiyatif alabilen çocuklar, gençler, bulundukları grupları, toplulukları daha nitelikli hale getirirler.

Otoriter ebeveynler genellikle, çocukların, mevcut hali devam ettirmesini, kendi anlayışlarını devam ettirmesini isteyebilmektedirler. Oysa ki, hayat sürekli değişiyor. Bu değişimden dolayı, yarınımızı emanet edebileceğimiz çocuklarımız, dünün hayat şartlarına göre yetiştirilirse, hiçbir ilerleme sağlanmaz. Dünkü güneş ile ne bugün ısınılabilir ne de yarın. Dün dünde kaldı. Yeni şeyler söylemek lazım. Bunun için de çocukların, özgür, inisiyatif sahibi, demokrat bir ahlâk sergileyebilecek şekilde alanlar açmak lazım.

Ve yukarıdaki ilk 9 maddede belirttiğimiz hususlar, bu 10. Maddede bahsettiğimiz aile içi demokrasiden etkilenir, şekillenir. Aile içinden çıkan güçlü, demokrat kişilikler, grupları, cemaatleri, toplulukları ve toplumun temelini inşa eder. Böyle birey ve toplumlardan oluşan devletler de güçlü devletler olur.

Demek ki, yukarıda 10 maddede özetlediğimiz gibi, demokrasi, bazılarının düşündüğü gibi, isimden ve resimden ibaret bir şey değildir. Demokrasi kavramına muhalefet ederken, aslında neyi ıskaladığımızı düşünmemiz gerekir.

Demokrasi, bireyselliği, geri dönülemez bir şekilde geliştirmiştir. Bu yüzden, insanlığın, bir daha eski tek adam yönetimlerine dönmesi, imkânsız olmasa bile çok zordur. Zira, özellikle sosyal medya demokrasisini keşfeden gençlik, bu sayede kendisini sunma ve geliştirme imkânı bulmuştur.

Artık, yeni kuşaklar, devletin, merkezî otoritesinin eğitimini, gündemini paylaşmıyor. Yeni kuşaklar, sosyal medyada, kendi gündemini kendisi belirliyor. Devletin eğitimine de muhtaç değil. Bu yüzden yeni nesil, artık at gözlüğü kullanmıyor. Bu yüzden, yeni kuşaklar için kim ne derse desin, yeni kuşaklar daha özgür ve demokrat bir düşünceye sahip olacaktır.

1 Yorum

  1. Ahmet Hocam’a muhabbetlerimle, güzel bir makale olmuş devamını bekliyoruz.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*