
Bundan beş yıl öncesi, bir temmuz sabahıydı. Hep birlikte kahvaltımızı yaptıktan sonra ben ve ikizim üniversite sınavı için sınavın yapılacağı okula doğru yola koyulacaktık. Hazırlıklarımızı tamamladık. Üzerimde tuhaf bir sakinlik vardı ve yolculuk esnasında hem dışarıyı seyrediyor hem hayatımda dönüm noktası olacak bu sınavı düşünüyordum. Babamsa arabayı gayet temkinli kullanıyor; seyrimizde orta kararda ilerliyorduk. Yolu yarılamış sayılırdık ki aniden arabamız duruverdi, hepimiz birden telaşlandık.
Babam problemi anlamak için indi, arabayı kontrol etmeye başladı. Ancak ne olduğunu çözemiyordu, halbuki arabanın kontrolünü de yeni yaptırmıştı. Zaman bir yandan daralırken babam arabayı hiçbir şekilde çalıştıramayacağını anlayınca hemen bir dostunu aradı. Arkadaşı hızlıca yanımıza gelmiş olsa da bir hayli vakit kaybetmiştik, sınava gireceğimiz okullar da farklı olunca telaşımız artmıştı, çabucak yeniden yola koyulduk. Bir yarış sahnesinde gibiydik ve sürekli saati kontrol ediyorduk. Sınava giriş saatine yaklaşık on beş dakika kala benim sınava gireceğim okulun yakınına vardık. Hemen inip koşarak okulu bulmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Onlarsa ikizim ve ağabeyimi okula yetiştirmek üzere yola devam ettiler. Sınav salonuna girdiğimde sınavın başlamasına birkaç dakika vardı ve elhamdülillah, sınava girebilmiştim. Rahatça sınavımı çözdüm ve üç saatin sonunda sınavdan çıktım. Telefonumu yeniden aldığımda hemen sınavlarının nasıl geçtiğini sormak üzere ikizimi aradım, ancak ikizim telefonu açtığında sesi gayet buruktu ve “Yetişemedik” dedi. Meğerse acele etmişler ancak oraya tam kapı kapanırken yetişebilmiş, sınava girememişler. Benim haberim olmadığından sınavımı rahatça çözmüştüm ancak olanları duyduğumda ben de çok üzüldüm.
Tekrar buluştuğumuzda ikizim Merve epey sessizdi. Arabanın tam yolun ortasında durması sanki ilahî bir müdahaleydi ve o günle birlikte hayatlarımız farklı dönemeçlere girmişti. Merve birkaç gün pek konuşmadı, henüz olayın şokunu atlatabilmiş değildi. Aradan biraz zaman geçti, sonuçlar açıklandı, tercih yaptım. Yine kaderin başka bir cilvesi diyebileceğim, okumayı hiç düşünmediğim bir alana yerleştim. Merve de sınava girememiş olmasına rağmen azmini korudu ve o sene hem üniversite sınavına hazırlandı hem de sonunda iyi bir iş fırsatıyla karşılaştı. Bir sonraki yıl hem üniversiteye kaydolmuş hem de atandığı mesleğini yapmaya başlamıştı. O sınav günü Rabbimizin yönlendirmesini derinden hissetmiştik ve zamanla bu işte pek çok hayırlar olduğunu yaşayarak anladık.
Şimdi bu anlatının penceresinden seyre çıkalım, kader veçhesinde aklımıza gelen soruların cevaplarını arayalım: “Biz daha önceden bizim için yazılmış bir sahneyi mi oynuyorduk? Biz sınava gitmeyi tercih ettikten sonra evimizde oturmayıp, ya da yola çıkıp da yolda kaldığımızda ‘Nasıl olsa gidemeyeceğiz, böyle olacakmış’ demeyip neden son ana kadar çabaladık? İkizimin isteyip, seçip, ardından bunun gerçekleşmesi için çabalamasına karşın isteğinin dışında bir durum meydana geldi. Bu, seçim yaptığı anlamına gelir mi? Tüm bunları nasıl düşüneceğiz?”
Biz o gün sınava gidip gitmemekte hür/özgür müydük? Şüphesiz evet. Pek çok öğrencinin yaptığı gibi biz de o gün yola çıkmamayı seçebilirdik. Sınava gitmeyi seçmek, bizim tüm hayatımız boyunca özgürce yaptığımız seçimlerimizden sadece bir tanesiydi. Ancak burada yaptığımız bu seçimlerin nasıl bir kapsamının olduğuna değinmemiz gerekir. Çünkü sözgelimi bu dünyaya gelirken cinsiyetimizi, ailemizi, ülkemizi seçemediğimizi görüyoruz. İşte İslâm düşüncesinde bu bahis “küllî ve cüz’î irâde” ayrımı üzerinden anlatılır. Allah’ın mutlak iradesini ifade eden küllî irade; bizim seçim kapsamımızın dışındadır ve biz bu alanda herhangi bir seçim yapmadığımız için mesul de olmayız. Mesela, ikizimin sınava gitmeyi seçip gidememesi de buna dahildir. Bizlerin seçim yapabildiği, dolayısıyla sorumlu tutulduğu alan ise cüzî irade kısmıdır.1 Yani bizler bir fiilin hangi amaç ve niyetle gerçekleşmesini istiyorsak ona göre mükafat ya da ceza alırız. Allah ise bizim bu niyetimize binaen yöneldiğimiz fiili dilerse yaratır yahut yaratmaz.
Henüz yokluk karanlıklarındayken var olma nimetine mazhar olmakla başladı yolcuğumuz. Bize nimetlerin en büyüğü olan “var olma nimeti”ni ihsan eden Yaratıcımız, bizi akıl nimeti ile şereflendirerek diğer mahlûkattan farklı bir konuma yerleştirdi; bize bu arzın halifesi olma pâyesini verdi. Ancak bize bu aklı/seçim yapabilme özgürlüğünü vermekle nihayetsiz sukut veya suûda gidebilecek mertebeleri kat etme özgürlüğünü de vermiş oluyor, böylelikle de Âdil ve Hakîm oluşunu bize gösteriyordu. Özgür iradenin olmadığı iddiası, bu mertebeler arasında seçim yapılmadığı ve dolayısıyla şeylerin aslında en başından iyi veya kötü olarak yaratıldığı anlamına gelirdi ki; bu da Yaratıcımızın âdil olmadığı neticesine çıkarırdı. Oysa Yaratıcımız Âdil’dir ve hikmetle iş yapmaktadır.2
O sabah kendi seçimimizin neticesinde yaşadığımız bu sahne bizim kader defterimize yazıldı. Merve sınava giremedi, belki de onun için kötü olabilecek şeyler engellendi yahut da daha iyisinin gelmesi için ertelendi. Ben de aslında hiç seçmeyi düşünmediğim bölümümü bitirdiğimde hem okulumda hem çevremde hayatımı bir boyuttan başka bir boyuta taşıyan müthiş insanlarla tanıştım, kendimi geliştirme adına iyi imkanlarla karşılaştım, bu yüzden hep “Ya mübarek birisinden dua almış olmalıyım ya da Rabb’im hiçbir şey olmaksızın rahmetinden bana bu güzel nimetleri ihsan etti” dedim, hamdolsun.
İlk yorumu siz yazın