
İnsanı insan yapan en esaslı mefhumlardan birisi de şüphesiz hürriyet. Tarih boyunca üzerine savaşlar yapılan, kanlar akıtılan hürriyet nasıl bir şeydir? Hakkında o kadar farklı yorumlar yapılan, sınırlar çizilen yahut sınırsızlık addedilen hürriyetin hakikati nedir? Ve daha da mühimi; gençlerin dünyasında hürriyetin yeri nedir? Gençler hürriyeti nasıl anlıyor/arıyorlar?
Anlamak için sorduk:
“Hürriyet/özgürlük deyince aklınıza ne geliyor? Sizce hürriyetin sınırları ne olmalı, nasıl olmalı? Şahsınızın, ülkemizin ve dünyanın hürriyet içinde yaşaması için ne yapmamız gerekiyor, siz bu konuda neler yapıyorsunuz?”
Şeyma Arslan – Kocaeli Üniversitesi Hukuk mezunu
Hürriyet deyince aklıma insan olmaktan gelen haklarımı hiçbir insanın gölgesi altında kalmadan kullanabilmek geliyor. Özgürlüğün sınırları ise bir başka insanın özgürlüğünün başladığı yerdir. Yani bizim özgürlüğümüz başkasının özgürlüğünü kısıtlayacak şeyleri yapmamıza izin vermez. Aynı zamanda bizim özgürlüğümüz canımızın her istediğini yapmamıza da izin vermez. Bu da bence özgürlüğün en önemli esaslarından biridir.
Başta kendi hak ve hürriyetlerimizin farkında olmak, sonrasında en yakınlarımızdan başlayarak bütün insanların hak ve özgürlüklerine saygı duymak, bunlara saldırıldığında hep birlikte bütün insanların haklarını savunmak tüm dünyanın huzur ve özgürlük içinde yaşamasının en önemli koşullarından biridir. Ancak böyle insanların çok olduğu bir dünyada biz de hür yaşayabiliriz. Zaten biz, dinimiz gereği hür olmayı ubudiyet sınırları içerisinde çerçeveliyoruz ve dinimiz de bize başkalarının hakkına, hukukuna riayet etmeyi öğrettiğinden sınırlarımızı bilip ona göre davranabiliyoruz.
Dünya üzerinde, başta kendi ülkemizde olmak üzere, haksızlıklar yaşandığında ve özgürlüklere müdahale edildiğinde her insanın hak ve özgürlüklerini kendi hakkımız gibi düşünüp savunmamız gerekir. Filistin’de ve diğer benzeri ülkelerde zulümler yapan, insanların temel hak ve hürriyetlerine zalimane el uzatan ve özgürlük hakkını, yaşam hakkını elinden alan insanların, devletlerin cezalandırılması gerekir. Benim yapabildiğim, yani şu an elimden gelen ise; dil ile, akıl ile, kalp ile buna karşı durmak, buğz etmek ve bunu olduğum her yerde dile getirmek.
Zehra Nur Yıldız – Çocuk Gelişimi 2. Sınıf
Hürriyeti imanın tecessüm etmiş bir yaşam tarzı olarak görüyorum. Çünkü iman insana “ne nefsine ne de gayrıya zarar vermemek” şartıyla şahane serbest olmayı kazandırır.
Batı medeniyetinin bize sunduğu; başkasının hakkı girdiği yerde bireyin hakkının bitmesi ise hürriyet kavramının gerçek manasını doldurmaz. Şeriat (yani Kur’ân ahlâkı) insana çizmiş olduğu sınırlar içinde gerçek hürriyeti vermiş olur. Çünkü başkasının hakkı kadar senin de kendi hakkına girmeye hakkın yoktur. Şeriatın sınırlarından kaçan, nefis ve şeytanın esareti altına girmiş olur. Ancak kendi irademle, kendimi kontrol ederek, doğru sınırlar içinde hakiki hür olup, kendimi gerçekleştirebilirim. Sınırı olmayan şeylerin su-i istimali daha yüksektir. İmanla kendini ve sınırını bilen bireyler hem kendi hayatında hem de sosyal hayatta hürdürler. Ne kimseye minnet duyar ne de zillet altına girerler. Küçük bir menfaat için değerlerinden taviz vermezler. İçinde bulundukları toplumdaysa hak ve hukuklarının neler olduğunu bilmekle, iyi niyetli fakat müstebit insanların çoğalmasını engellerler. Çünkü bir insan hakkını ve hürriyetini bilmezse gayret ve hamiyet sahibi kişileri dahi müstebit yapar.
Her bireyin hür, özgür ve insanca yaşama gayreti; toplumun özgürlüğünü de arttırmakla kişiler için gerçek saadet temin edilmiş olur. Bu değişim ancak fertlerin değişmesi, hür yaşamaya layık olmakla, hürriyet fikrinin geniş dairelere de sirayet etmesi ile mümkün olacaktır.
Ekrem Donbaloğlu – Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi/ 4. Sınıf
Sosyal bir insan olmasam da öyle ya da böyle sosyal hayatın içerisindeyim. Sosyopat değilim ama asosyal bir kişilik sayılabilirim. Durum böyle olunca beni bağlayan kültürel ve yasal kısıtlılıklar ister istemez azalıyor. Pek şikayetçi de değilim ‘kendime asosyalliğimden’…
Ama bazen her ne kadar kabuğuma çekilip kendi “kafesimde” özgür olmak istesem de, hep bir parmak uzatılıyor, gibi geliyor. Bazen iyiliğimi düşünen bir abi tavsiyesi beni darlıyor; bazen fakültemdeki araştırma görevlisinin, eğitim hakkımı kendi kanaatine göre değerlendirebilmesi 21. Yüzyıl’da olup olmadığımızı sorgulatıyor.
Herkesin mahrum kaldığı hürriyetlerin zayi olması aklıma bile gelmiyor, onlar özgürlük sayılmaz, sonuçta kimse faydalanmıyor. Ya da herkes zarardîde… Tarihte özgürlük uğruna çok kan dökülmüş; güçlü olan daha özgür olmuş, güçsüz olan köle olmuş. Sonra insanlık, parayı bulmuş ve küreselleştirmiş. Köle ve efendilik için kan dökülmez olmuş.
Bugün halen paranın satın alamadığı ruhları misafir eden bedenler, kanla ıslah edilmeye çalışıyor. Bizi diğer tüm haklara sahip kılacak en temel hak, temelinden sarsılıyor. Bugün Filistin’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, belki Ukrayna’da muhtemelen; eğitim, seyahat, barınma, seçme-seçilme gibi özgürlükler hiç hatıra gelmiyor.
Yaşam hürriyetinin hâlen tehdit edildiği bir dünyanın kalan kısmı da yarım yamalak sahip olduğu özgürlüklerin tadını çıkarmaya çalışıyor. Ben de mi bunlardan biriyim? Öyleyse yazık, böyle bir dünyanın en rahat yeri hapishane olsa gerek…
İbrahim Yasir Teğiş – Erciyes Üniversitesi Veteriner Hekimliği Fakültesi 4. Sınıf
Her olgu ve durum karşısında vazifemiz farklı açılardan durumu değerlendirmek olduğu için hürriyeti dahi bu minvalde irdelemek daha efdal olacaktır. Hayvanlara baktığımızda dahi bir sınır içerisinde kalıplaşmış olduklarını görürüz. Bir hayvan durmadan avlanmaz. Hatta avlanmak da istemez. Fıtratına muhalif hareketlerden hicap eder. Fakat biz bu hayvanî hürriyete mutlak hürriyet sıfatını koyuyorsak o zaman idealimiz olan hürriyet-i hakikiyi iyi anlamlandırmamız gerekir.
“Hürriyetin şe’ni odur ki ne nefsine ne gayrıya zararı dokunmasın” der Said Nursî. Çok vecizdir bu söz. Kişinin kendisini ilgilendiren olaylarda dahi kendine zulmetmesinin uygun olmadığını ifade eder. Kişinin fikrine ruhuna bedenine verdiği her zarar dahi hakikî hürriyet tanımından ihraç edilmiştir. J.J. Rousseau ise özgürlüğü söyle tanımlar; “İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır.” Eğer insan her şeyi yapmakta özgür olabilse idi toplumsal ahlâk kurallarının, dinlerin, yasaların ve fıtratta saklı olan mutmain olma duygusunun olmaması iktiza ederdi. Elhasıl; bir fiiliyatta diğer insanların ve failin fikren, bedenen, ruhen olumsuz etkilendiği her olgu, ayrıca şahsın istemediği herhangi bir duruma zorla veya farklı şekillerde olgunun içine çekilmesi de hürriyet-i hakikiye muhaliftir.
Peki toplumda bu hürriyet-i hakikiyi nasıl tesis edebiliriz?
Eğitim bu konuda bizim en önemli aracımız olacaktır ve bu eğitimi sadece okullar düzeyinde değil toplum düzeyinde fiiliyata geçirmemiz elzemdir. Bunun için önce bizler hürriyeti iyi anlayıp yaşamalı ve hürriyetimize set çekebilecek her durumda fikrimizi hürce ifade edebilmeliyiz. Belki bu şekilde biraz olsun feraha erişebiliriz.
İlk yorumu siz yazın