Hürriyetin öğrettikleri

İnsanın ruhu sınırsız hürriyet ister her zaman. Zira beşer olarak kayıt altına alınmak istemeyiz çoğu zaman. Tahdid edilmek, ruhumuza ağır gelir. Bunu en iyi hürriyetinden mahrum olan, hapsedilmek suretiyle çeşitli kayıtlar altına alınanlar anlayacaktır. Hürriyeti istemekle beraber, sınırsız isteklerimizi dizginleyen durumlar da mevcut. Bazen dinî değerler, bazen ahlâkî erdemler, bazen etik kurallar. Öyleyse sınırsız zannedilen hürriyetin sınırları mevcuttur.

Kimisinin gönlüne ferahlık verirken, kiminin ayağına vurulmuş prangalar. Zalimler için zulüm sebebi, mazlumların hayalleri ve en büyük emelleri. Nutuk atılan, şiirlere konu olan, uğruna can verilen hürriyet. Filistinli çocukların attığı taş da, yediği kurşun da onun için; Doğu Türkistan’da görülen eziyet de.

“Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet”1

Zulmederek, imha planlarıyla, adaletsizliği tercih ederek hürriyete karşı mücadele edilmez. O, insan fıtratına uygun yaratılmıştır ve bir mecra bulup hayat sahasına her halükârda çıkacaktır. Nitekim öyle de oldu. İslamiyet, âlemi teşrif etti, bununla beraber beşer manay-ı hakikîsi ile hür olmaya başladı. İnsanlar hür oldular, hakikî abdullah oldular.

Eski âdetler, fıtrata muhalif ahvaller, İslamiyet’in ortaya çıkışı ile yerini güzelliğe, ahlâka, edebe bırakmaya başladı. Adaletsizlik girdabının içerisinde olan memleketler ve dahi tüm insanlık İslamiyet’le beraber hayırlı güzellikleri yaşamaya başladı. Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin şöyle bir izahı mevcut:

“Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.”2

İslamiyet, doğduğu günden itibaren insanlık âlemine zorlamalar ve baskılarla değil aksine güzel ikliminin yansıması gönül rahatlığıyla oldu. Kalpler, ruhlar, dimağlar hayat bulmaya başladı. Kendi çocuklarını diri diri toprağa gömmekten sakınmayan insanları, insanlığa üstad eyleyen İslamiyet elbette ki kalpleri cebir ve şiddet yoluyla kendisine tâbi yapmayacaktı.

Heva ve heveslere tâbî olanları, yalnız “bir” olana raptettirdi. Anladı ki insan; “Yalnız ‘bir’ olan istenir. Zira başkaları istenmeye değmiyor.”

Nazenin olan hürriyet; İslamiyet’in adabıyla süslenip, terbiyelendiği için hakiki mana ile hür olmayı tercih ettirdi. Ondan evvel ahlâk-ı rezile ile bir nevi hayvanlık derecesine indirmişti beşeri. Şeytanın oyuncağı haline getirilen insanlık, kötü heva ve heveslerle pis çamurlara bulanmış durumdaydı.

Hakikatten haber veren tarih ilmine göre; Dört Halife Dönemi “Cumhuriyet Dönemi” olarak tesmiye ediliyor. Serbest seçimler, insanın hür iradesine saygı ve karar mekanizması olarak vicdanî tercih ediş. Demektir ki; hürriyet sebebiyle insanlığa en layık yönetim sistemleri ortaya çıkıyor.

Hürriyetin olmadığı sistemlerde tahakkümle birlikte zorlamalar, baskılar meydana çıkıyor. Baskı ve şiddet, beraberinde rezillikler getiriyor. İstibdat ve tahakküm belâsından kurtulmak çaresi de yine meşru hürriyete tâbi olmaktadır.

Her istediğini yapmak, başkalarına zarar vermek hürriyet değildir. Önünü sonunu düşünmeden, hatasını sevabını görmeden, bir adım ilerisini nazara almadan yaşamak; iradenin olmadığına delildir. Hakikat böyleyken “Ben hürüm, istediğimi yaparım. Kimse de bana karışamaz” yaklaşımları insanın aldanış ve gafletiyle münasebettardır.

“Hürriyetin şe’ni odur ki ne nefsine ne gayrıya zararı dokunmasın.”3

Evet hürriyetin özelliği ne kendine ne de başka bir mahluka zararı olmamaktır. Zarar yalnızca insana değildir. “Hayvanlar, Allah’ın dilsiz kullarıdır, onlara merhametle yaklaşın.”4 buyurmuştur Efendimiz. Hürriyet; zararsız olana zarar vermekten kaçınmaktır. Çevreye de doğaya da zarar vermemektir. Efendimizin tavsiyesine uygun yaşamak hür olmaktır. Haliyle hürriyet imanın bir gereğidir, nazik bir özelliğidir.

Bediüzzaman’a “Nasıl hürriyet imanın hassasıdır?” suali gelir. Cevaben şunları ifade eder: İman gibi bir bağ ile, Allah’a hizmetkar olanın başkasının baskı ve zulmü altına girmeye imandan gelen şehameti müsaade etmiyor. Ve dahi imanla müşerref olanın başkalarının hayat sınırlarını aşmaya çalışmayacağı muhakkaktır. İmanın parlamasıyla, imanın ziyadeleşmesiyle insanlığa faydalı bir hal alınacaktır. Asr-ı Saadet bunun binlerce örneğiyle doludur.

Öyleyse hürriyet, “edeb dairesinde kalındıkça” sonuna kadar övülmeye layıktır. Zira edeb ve İslam dairesinde hürriyet, kimseye tahakküm faziletsizliğine kalkışmaz. Başkalarının emeklerini kendi ihtiraslı hezeyanları ile zayi etmez, hakka girmez, hak gasp etmez.

“Yaşasın meşrutiyet-i meşrua! Sağ olsun hakikat-i şeriat terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet!”5

Dipnotlar:
1) Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi.
2) Mektubat, 19. Mektub.
3) Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat.
4) İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 4/198.
5) Eski Said Dönemi Eserleri, Divan-ı Harbi Örfi.

1 Yorum

  1. çok güzel bir yazı tebrik ederim. Hürriyetin hakiki olanıyla yaşamak ümidiyle

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*