Ezelden beri insanoğlu kadim bir arayışın içinde. Bu arayış içinde insan; kendini arar, kendi hakikatini arar, yolunu arar, bu dünyaya geliş nedenini arar, dünyadaki gayesini arar. Arayış; hayatı derin anlamına, hakikatine kavuşturan bir keşşaf, gaflet karanlığından uyandıran bir güneş huzmesi ve arayış ki bir uyanışın mayasıdır.
İnsan bir sebep ve bir aslî vazife üzere gönderildiği fânî dünyada kendi hakikatini arar. İnsanın hayatı, arayışı ile anlam kazanır. Arayış ile anlam kazanan hayat, insanın kendi hakikatini bulması ile taçlanır.
İnsan için arayış; hakikat aynasına gölge düşüren, karanlığa ve belirsizliğe çağrı yapan kül rengi bulutları dağıtmaktır. Arayış; şifa ve rahmet müjdecisi uzun yağmurların, bereket ile kuşanan topraklara vuslatıdır. Arayış; en derin duyguların, en mahrem sırların, en asil hüzünlerin, acizliğimizi gün yüzüne çıkan korkuların, varlığından umut edenin dahi haberi olmadığı umutların, vav misali teslimiyetlerin Hira’sı olan kalbimizin ortasına doğan bir Şimal yıldızıdır. Arayış; hayat yolunda adımlarımıza doğru yolu gösteren, bize aynalık yapan bir pusuladır. Pusulası olmayan bir insan; yolunu, yönünü ve ışığını kaybeder. Bir karanlıkta nefes nefese koşar, bazen duvarlara çarpar. Bazen koşarken düşer, yara alır ve kaçınılmaz bir acının kucağında bulur kendini. Aydınlığı, yolunu, yönünü, pusulasını kaybeden, arayışı olmayan bir insan karanlığın ortasında kalır ve kaybolur.
Arayış; aydınlığa yürümek, yolun sonunda aydınlığa ve aydınlığın sahibine kavuşmaktır. Kayboluşların ortasında ve karanlığın karşında elif gibi dimdik durmaktır, vav misali teslim olmaktır hakkın ve hakikatin sahibine. Hz. İbrahim misali aramalı, arayışta olmalı insan. Birbiri ardınca terk edenlerden, doğup batanlardan, parlayıp sönenlerden ve yitip gidenlerden yüzünü dönmeli. Arayış ile görmeli ki insan; gözünü kapatan yalnızca kendine gece yapar. Her insan görmek istediğine bakar ve baktığını görür. Her insan kendi içindeki, kalbindeki ve ruhundaki ışık kadar aydınlığa kavuşur.
Arayış; insanın adım adım kendine, özüne gittiği, nefsin prangalarını kırarak hürriyetine kavuştuğu, dünyanın heva ve heveslerini de geride bırakarak hayatın hakikatini okumaya başladığı bir yolculuktur.
Kur’ân-ı Kerîm’de; “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”1 buyurulmuştur. Her insanın dünyaya bir geliş maksadı, hayatta bir gayesi, hayatta hakikati, hayatta bir anlamı, hayata bıraktığı bir anlam ve bir iz vardır. Böylesi bir nizam, bir intizam ve bir ahenk içinde olan kâinat sarayının en mükerrem misafiri olan insan nasıl gayesiz, başıboş, kendine yabancı, hakikatine uzak ve arayışsız olabilir? Nasıl bir karanlığa, bir savruluşa ve bir kayboluşa yenik düşer?
“Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu simayı veren ve o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden Zât, seni başıboş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin; senin harekâtına dikkat etmesin.”2 “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”3
İçimizdeki arayış arzusu, bu dünyada başıboş ve gayesiz olmadığımızın güçlü bir işaretidir. Her arayış bir yoldur. Bu dünyada bir yolcu olan insan için yolun sonuna varmak değil, yola çıkmak ve yolda olmak kıymetlidir. Arayış; insanın kendini tanıması, kendi hakikatini bulması, Rabbini tanıması, bilmesi ve sevmesi ile taçlanır. Arayışımızın kalben, ruhen ve aklen uyanışımıza bir maya, bir vesile olması duasıyla.

İlk yorumu siz yazın