Franny ve Zooey

Bu ay en sevdiğim kitaplardan biri olan Franny ve Zooey hakkında konuşmak istedim. Franny ve Zooey kitabı, birbiriyle bağlantılı iki müstakil metinden oluşur aslında. J. D. Salinger’ın Franny isimli öyküsü ve Zooey isimli novellası 1955 ve 1957 yıllarında ayrı ayrı The New Yorker’da tefrika olarak basılır. Ancak ikisinin birleştirilerek Franny ve Zooey ismiyle kitaplaştırılması 1961 yılını bulur.

Kitap, Glass ailesinin iki ferdinin gözünden yazılmıştır. Salinger, bu ailenin hikayesini farklı kardeşlerin gözünden defalarca yazar. Yedi kardeş ve anne babalarından oluşan Glass ailesinin farklı fertlerinin hikayeleri Salinger’ın diğer eserlerinde bulunabilir. Bence Salinger’ın hikâye anlatımını özel yapan en önemli yanlardan biri de bu: Aynı olayları ve bu olayların etkilerini farklı kişilerin gözünden okuyabiliyorsunuz. Böylece hikâyeye bakış açınız da zenginleşiyor.

Franny ve Zooey’nin konusunu bir varoluşsal kriz oluşturur. Franny, yirmi yaşında, oyunculuk yapan ve bir yandan da üniversite okuyan genç bir kadındır. Vefat eden büyük ağabeyinin odasında “Hacının Yolu” adlı, tasavvufî diyerek tanımlanması yanlış olmayacak, bir Ortodoks-Hristiyan kitabı bulur. Bu kitabı okumasıyla beraber duygusal bir çöküş içerisine girer. Kitapta Franny’nin aile evine dönüşünü ve orada annesi ve özellikle küçük ağabeyi Zooey ile yüzleşmesini takip ederiz.

Bu kitapla alakalı en sevdiğim şey; hayatın anlamı gibi çok büyük bir konuyu küçük bir evde, iki kardeşin karşılıklı konuşmalarıyla işlemesi. Tabiî bu özellik bazı açılardan kitabı okumayı da zorlaştırabilir. Eğer büyük olayların ve mekân değişimlerinin olmadığı, bunun yerine karşılıklı uzun diyalogların ve detaylı mekân tasvirlerinin olduğu metinler size sıkıcı ya da boğucu geliyorsa, Franny ve Zooey sizin için zor bir okuma olabilir. Yine de kitabın kendine has atmosferinin okuru bir şekilde metnin içinde tutabilmeyi başardığını düşünüyorum.

Franny ve Zooey’i okuduktan sonra Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar – Seymour / Bir giriş ve Dokuz Öykü kitaplarına da bir göz atmanızı öneririm. Ailenin diğer fertlerine dair öyküler kesinlikle Franny ve Zooey’nin olay örgüsünü daha iyi anlamaya yardımcı oluyor. Ayrıca yazarın kurduğu dünyayı farklı gözlerden izlerken karakterlerin iç dünyasını anlayabiliyor ve böylece onlarla güçlü bir bağ kurabiliyoruz.

Sonuç olarak, Franny ve Zooey, Salinger’ın eşsiz hikâye anlatımıyla kurduğu dünyaya giriş için harika bir başlangıç. Salinger’ın alaycı ama incelikli üslubu, hikâyelerindeki özgün karakterler ve ayrıntılı mekân tasviri, okuru hemen içine alan bir okuma deneyimi sunuyor. Franny ve Zooey odanın içinde tartışırken adeta Glass ailesinin bir ferdi olarak kapının yanında onları izliyormuş gibi hissediyorsunuz. Bu şekilde, karakterlerin birbirlerine sorduğu soruların cevaplarını sanki soru size sorulmuşçasına âdeta üstünüze alınıyorsunuz. Dolayısıyla yüzleştirici ve bol tefekkürlü bir kitap arayışındaysanız, Franny ve Zooey kesinlikle iyi bir seçim olur.

Altını çizdiklerim

“… öyle ki, bu delikanlılardan her biri, kendi tiz ve keskin sohbet sırası geldiğinde, dışarıdaki, üniversite-dışı dünyanın yüzyıllardır, ister kışkırtıcı biçimde ister başka şekilde boğuşup yüzüne gözüne bulaştırdığı hayli tartışmalı bir konuyu tek bir kerede açıklığa kavuşturuyormuş gibiydi.”

“Çünkü, bir muhalif görüş, ne kadar ustalıkla dile getirilmiş olursa olsun, ancak uygulanabilir olduğu sürece geçerlidir.”

“Her şeyden önce, kendin yerine nesnelere ve insanlara bağırıp çağırmakla, hedefin çok uzağına düşüyorsun.”

“Bir sanatçının tek kaygısı, bir tür mükemmeliyete ulaşmaktır ve bunu da kendi dikte ettiği koşullarda yapar, başka hiç kimsenin değil.”

“Yani, bütün gücün kuvvetinle çöküntüye uğrayabiliyorsan eğer, neden aynı enerjiyi sapasağlam ayakta kalmak için harcamıyorsun?”

“İsa duasını okuyacaksan, hiç olmazsa İsa’ya oku onu, Aziz Franciscus’la Seymour’u ve Heidi’nin dedesini bir torbaya doldurup hepsine birden okuma o duayı. Duayı okuyacaksan, aklında sadece İsa’yı tut, sadece onu ve onu da olduğu gibi tut, olmasını istediğin gibi değil. Gerçeklerle hiç yüz yüze gelmiyorsun sen. Seni bu saçma sapan ruh haline sokan da işte bu tavır zaten, bu gerçeklerle yüz yüze gelmeme tavrı ve bu tavır seni imkânı yok bu durumdan kurtaramaz.”

“… zekâ ve kurnazlığın benim daimî illetim, tahta bacağım olduğundan, topluluğun dikkatini bu noktaya çekmenin de mümkün olan en zevksiz davranış biçimi olduğunu söylemişti.”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*