Kâbe’nin yolları (2)

“Koşmak, hızlı yürümek” anlamına gelen sa’y, bir arayıştır. Hz. Hâcer validemizin, oğlu İsmail’i Kâbe’nin hemen yanında bırakarak az ilerdeki iki tepecik arasında yedi defa gidip gelerek etrafta su arayışında olması… İki tepenin en çukur noktasında oğlu İsmail’i göremediği için hızlıca koşarak karşı tepeye çıkıp hem suyu arayıp hem oğlunu kolluyor. Sonra Cebrail (as) geliyor ve İsmail’in ayaklarının altından zemzem suyu fışkırmaya başlıyor. Su öyle tazyikli akıyor ki, Hâcer annemiz korkuyor ve “Zem! Zem!”  yani “Dur! Dur!” diyor.

Peygamber Efendimiz bir hadisinde “Ey Hâcer annemiz, eğer ‘Zem! Zem!’  yani ‘Dur! Dur!’ değil de ‘Ak! Ak!’ deseydin şiddetle akmaya devam edecek, nehir olacaktı” buyurmuşlar. Şu an zemzem suyu tazyikli değil, küçük bir akıntı olarak akıyor. Merve ve Safa tepeleri Kur’ân’da “Allah’ın sembolleridir”1 diye geçiyor.

Hz. Hâcer’in peşinden

Merve ve Safa tepeleri Kur’ân’da “Allah’ın sembolleridir” diye geçiyor. “Kuru taş toprağın, küçücük bir tepeciğin ne kıymeti olabilir?” demeyin. Bir şeyi kıymetli yapan, ona kıymeti verendir. Sa’y yapmanın manası da işte buradan, yani Hâcer annemizden geliyor. O, oğlu için su aramıştı; şimdi biz de Rabbimizi arıyoruz. Bu manalarla birlikte Safa tepesinden niyet edip Hâcerü’l-Esved’i selamlayıp başlıyoruz yürümeye. Tam en çukur noktada Hâcer annemizin koştuğu yer iki yeşil ışıkla belirtilmiş. Erkekler bu noktaya gelince onu takliden koşmaya ya da hızlıca yürümeye başlıyor. Mekke’de yapılan bu sembolik ibadetler bize Allah tarafından emrolunmuş. Bu olaylarla kendimiz arasında bağ kurmak Hz. Hâcer’in aradığı çaresizlikle Rabbimizi aramak ve sonunda mutlaka bize de zemzem suyu gibi bir âb-ı hayat vereceğini bilmek…

Ramazan umresi olması hasebiyle Hz. Hâcer annemizi iliklerimize kadar hissediyoruz. Her ne kadar serin ve klimalı da olsa sa’y alanında susuzluk artık had safhada. Son kez Merve’ye doğru gidiyor ve sa’yi tamamlıyoruz. Per perişan, âciz, susuz, yorgun ve bitkin olarak, yalvararak dualarımızı ediyoruz. Tavaf ve sa’y yaklaşık 1.5-2 saat sürmüştü. İlk defa ibadet etmekten yorulmuştum. Çok ilginç bir histi. Uzun bir yürüyüş yapıp yorulmaktan çok farklı. Bu çok tatlı ve lezzetli bir yorgunluk. Çok enfes bir susuzluk… Oruç olmasak üzerine şöyle buz gibi bir zemzem de çok güzel olurdu.

Son görev

Ve son bir görevimiz kaldı artık; ihramdan çıkmak. Tee havalimanında niyet edip girdiğimiz ihramdan çıkma vaktimiz gelmişti. Çıkmadan önce tıraş olmak gerekiyor. Kadınlar sadece saçlarının ucundan alırken erkekler için tamamen tıraş olmak sünnet. Bir parça saçımdan kesiyorum ve umre vazifemi sonlandırmış oluyorum. Rabbim mebrur eylesin. Amin.

O yaşanan tüm duygular, pişmanlıklar, Rabbini aramaklar, tevbe ve istiğfarlar inşallah kabul oldu ve biz önceki hâlimizi ve günahlarımızı terk ediş manasında saçımızı bir parça tıraş ederek âdeta vücudumuzu o günahlardan temizliyoruz. Dedik ya; hac ve umre baştan sona sembolik hareketlerden oluşuyor. Bu sembolik hareketlere anlam verememek mantığınızı zora sokabilir. Muhakkak gitmeden bu sembolik hareketlerin manalarını iyice kavramakta fayda var.

İlk iftar

Umremizi tamamladık ve mescidin arka taraflarına çekilerek biraz dinlenmeye başladık. İftara yakın hemen sofralar kurulmaya başlandı. İkramlar bol, ama Medine’ye gidince gördük ki asıl ikram orada var 🙂 Küçük bir iftariyelik poşeti içinden su, ekmek, yoğurt, hurma ve kurabiye yahut şekerlemeler çıkıyor. Biz de yanımıza atıştırmalıklar almıştık. Ezanın okunmasıyla birlikte ilk iftarımızı açıyoruz. Su, su, su… Yemek yiyecek yeriniz kalmıyor bile. Birkaç dakika sonra Kâbe imamlarından Sudeysî’nin sesi duyuluyor. Akşam namazını o kıldırıyor. Namaz, tesbihat, yatsıya kadar hatim okumaya devam ediyoruz. Yatsıdan sonra teravih namazını da kılıyoruz. Birkaç yıldır on rekât kılındığını öğrendik. Yine hatimle kılınıyor her rekâtta iki sayfa okunuyor. Bu şekilde bir rekat takribî on dakika sürüyor. Toplamda iki saatte bitiyor. Evet uzun bir süre. Ayakta durmaktan topuklarınız şişecek kadar uzun bir süre.

Uzun teravihler

Namazlarda dikkatimi çeken bir detay da imamın rükünlerde uzunca beklemesi oldu. Sadece rükûda, secdede değil; rükûdan kalktıktan sonra iki secde arasında beş altı kez “subhanallah” diyecek kadar bekliyor. Rükû ve secdelerin uzunluğu onlardan daha fazla. Farz namazlar öyle değilken, teravih ve teheccüd namazlarında uzun uzun secde ve rükûlar var. İlk günler acemilikten üç kez “subhane rabbiye’l azim” deyip bekliyorum. Sanki üçten fazla söylenmiyormuş gibi bir de beklemeye başlıyorum 🙂 Sonradan hatırlıyorum ki tek sayıda olmak şartıyla istediğimiz kadar söyleyebiliyorduk yahut Arapça dua edebiliyorduk.

O uzun secdelerden imam “Allahu Ekber” deyip geri gelirken, yanımdaki insanların secdeden kopamadıklarını ve yalvarır ses tonuyla istemeye devam ettiklerini görmek namazın miraç olduğunu, Rabbimizle konuşmak hakikati olduğunu yerinde tefekkür ettiriyor. Son vitir vacip namazını kıldırırken kunut tekbiri için elleri kaldırınca imam duaya başlıyor, kunut dualarının yerine kendisi dua ediyor. Bir yarım saat (en azı yirmi dakika) ayakta namazın içinde dua ediyoruz. Namaz bitiyor ama biz de bitiyoruz.

Daha bitmedi

Vücudumuz şok! İlk defa ibadet etmekten yorgun ve bitkin… Uzun kıyâmlardan topuklar sızlamış, uzun rükûlarda beli ağrımış ve uzun secdelerde dizleri acımış. Gerçekten de çok ilginç, vücudunuz tüm gün sadece rızay-ı İlahî için çalışmış. Ama daha bitmedi. Gece saat yarım olunca on rekâtlık bir teheccüd daha kılacağız.

Öncesinde dışarı çıkıp, etraftaki lokantalardan karnımızı doyuruyoruz. Susuzluktan çok etkilenmiş olsam da açlık elemini pek duymuyorum. 00.30’da teheccüde yetişecek şekilde tekrar mescide geri geliyoruz. Bu arada şunu da ifade etmiş olayım; hiç bitmeyen bir kalabalık var. Hatta öyle ki; çoğu zaman namaz kılmaya zor yer buluyorsunuz. Namaz kılınan alanlar dolunca kapısındaki görevli sizi içeri almıyor, başka taraflara yönlendiriyor. Bu mahşerî kalabalık hiçbir şekilde azalmıyor. Evet kalabalık da insanı yoruyor ama o kalabalıkta hiç tanımadığınız insanların bir anda safında size yer açması, iftariyeliğini sizinle paylaşması, çat-pat yarı İngilizce yarı Arapça sohbet edip muhabbet etmesi de çok güzel anlardandı…

Teheccüd vakti

Teheccüd için tekrar ezan okunuyor. Ramazanın son on gününde hatimle teheccüd namazı kılınmaya başlıyor. Teravih gibi bu da iki saate yakın sürüyor. Evet çok yorulduğumu itiraf ediyorum, lakin şimdi de en çok o yorgunluklarımı özlüyorum. Yorulduğum için yapamadıklarımda aklım. Yine oranın meşhur sözlerindendir, ne demişler; “Gitmeyen pişman, giden ondan daha pişman”. Tadını bir alan artık oradan vazgeçemez. Ve artık nereye gidersek gidelim, hep gurbetteyiz.

Teheccüdden sabah namazına kadar tavaf ediyor, Kur’ân ve ibadetle vakit geçiriyoruz. Arada başımızı da koyduğumuz oluyor tabiî. Sabah namazını da kıldıktan sonra artık otele geçip öğlen namazına kadar dinleniyoruz. Bir dört saat kadar uyuyoruz. Ama aciptir yahut Cenab-ı Hakk’ın bir ikramıdır ki; yorgunluğun esamesi yok. Aynı enerji ve heyecanla hemen Kâbe’ye, Allah’ın evine gidiyoruz.

Medine yollarında

Kadir Gecesi’ni de Mekke’de iki milyon insanla birlikte ihya ettikten sonra sabah artık Medine’ye geçiyoruz. Dört saatlik bir yolculuk süremiz var. Klimalı otobüslerde seyahat ederken Peygamberimizi (asm) düşünüyorum; kavurucu güneş, kızgın kum, peşlerinde müşrikler ve on beş günlük bir yolculuk. Sevr mağarasından bizlere verilen büyük mesaj; “Lâ tahzen innallahe meanâ”2

Yolculuk esnasında şunu tefekkür ediyorum; tamam, sultan bir peygamber olmayı kabul etmedi Peygamber Efendimiz. Ama hiç değilse bu kadar zor yaşam koşulları olan bir coğrafya olmasaydı diyorum. Rize olsaydı mesela. Su desen, her yerden akıyor. Yeme içme desen, ne eksen bitiyor biiznillah. Boykot etmişler, alışveriş etmemişler ne ehemmiyeti var. Ama işte; hikmet-i İlâhî, takdir-i İlâhî…

Uçsuz bucaksız çöllerden sonra Medine’ye giriyoruz. Mekke’yle kıyaslandığında gerçekten daha medenî, daha düzgün, daha gelişmiş, daha yeşil bir şehir. Ve Mekke’nin telaşlı, koşuşturmalı havasına karşılık burada sakinlik ve sükûnet hâkim. Geldiğimiz gün meğerse hatim gününe denk gelmiş. Yani teravih namazında okunan hatimin bittiği güne. Halk bu güne çok kıymet verirmiş. Daha dün gece iki milyon insanla ihya etmiştik Kadir Gecesi’ni, bu gece de Medine’de bir o kadar insanla ihya ediyoruz hatim gecesini.

Namaz bitiyor, yine vitir namazının sonunda uzun bir dua ediliyor. Dua yaklaşık kırk beş dakika sürüyor. Ayakta, eller yukarda, imam hiç yorulmadan dua ediyor; bizler de büyük bir cemaatle “Amin!” diyoruz. Dua Arapça yapılıyor, ucundan bucağından bir şeyler anlıyoruz. Filistin halkına da dualar ediliyor… Gelir gelmez bavullarla mescide geçmek durumunda kalmıştık, o yüzden iftar ve dinlenme için otele geçiyoruz. Yine teheccüd için ezan okunuyor ve hemen tekrar mescide geliyor ve sabah namazına kadar hatim okumaya devam ediyoruz.

Peygamberimizin dizinin dibinde

Medine’de yapılacak bir görev yok. Tek vazifemiz; peygamberimizin dizinin dibinde, onun getirdiği ilahî kelamı okumak. Mescid-i Nebevî’nin bahçesinde dolanmak, Kubbe-i Hadra’yı yakından görmek, dünya gözüyle yapılması gerekenler listesinin en başında. Medine için sadece iki günümüz var. Bir daha gelmek nasip olursa Medine’de daha fazla kalalım, diye konuşuyoruz.

Mescide Sultan Abdülmecit Kapısı’ndan giriyorum. Ecdadımızın izlerine orada rastlamak çok güzel bir duygu. Mescid çok yüksek tavanlı, süslü sütunlu, işlemeli kubbeleriyle çok ihtişamlı. Etrafı kapalı olduğu için üşüyecek kadar soğuk. Bir ara Kur’ân okurken birden bir ışıkla mescidin aydınlandığını fark ediyor ve etrafıma bakıyorum. Mescid-i Nebevî’nin bazı kubbeleri hareketli; belli aralıklarla açıp, kapatıyorlar.

Ve Ravza’yı ziyaret

Peygamber Efendimizi de ziyaret etmek istiyoruz, hatta bu hasretle kavruluyoruz. Ama eşim de ben de randevu alamamıştık. Evet Ravza’ya girmek için bir uygulama üzerinden randevunuz olması gerekiyor. İkimiz de alamadığımız için çok üzülmüştük. Kapıdan geri dönme hissiyle ettiğimiz duaların neticesiyle, tanıştığım bir yerli Arap kardeşin yardımıyla randevumuzu alıyoruz. Sevinçler, göz yaşları birbirine karışıyor.

Randevu saatinde iki güvenlikten geçerek Ravza-i Mutahhara’ya ulaşıyoruz. Sırayla içeri alıyorlar. Beklerken sürekli olarak salavat getiriyoruz. Girmenin adabı; Peygamber Efendimizi rahatsız edecek her şeyden uzak durmak. İçeri giriyoruz. Yine günah yüküyle beli bükülmüş ümmetin gözü yaşlı, utancından başı eğik… İki rekât mescid namazı kılmanıza izin veriyorlar ve sonra dışarıya doğru yönlendiriyorlar. Yaklaşık bir on dakika sürdü, sürmedi. Yine de Peygamber Efendimize bu kadar yakın olmanın hissi tarifsiz…

Şimdi burada etrafında toplandığımız gibi yarın Livâü’l-Hamd sancağı altında toplanmayı da ümmet-i Muhammed’e nasip eyle ya Rabbi! O sancak altında toplanabilmemiz için mesleğimiz olan; ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve sünnet-i Peygamberîyi ihya etmek vazifesinde bizleri muvaffak eyle! Amin…

Dipnotlar:
1) Bakara, 158.
2) “Üzülme, Allah bizimle beraberdir!” (Tevbe Suresi: 40.)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*