Havalar sıcak. Elhamdülillah, “Yâ nâru..”1 ayetinin serinlik ve selametine ihtiyacımızı sürekli hatırlatacak kadar sıcak. Böyle sıcak havalarda hatırladığım bir söz; “yekûlûn/öyle diyorlar…” Ali Ulvi Kurucu hatıratının ikinci cildinde Kadayıfçı Salih Efendi başlığı altında aktarılan hatıradan öğrenmiştim ilk olarak. Medine’de geçen hatıra şu şekilde:
Yine sıcak bir ramazan ayı idi. Valide, öğleyle ikindi arası bir vakitte, kadayıf almamı istedi. “Oğlum, ramazan geldi gidiyor. Bir kadayıf getirmedin. Kadayıf alsan da bir pişirsek” dedi.
Dışarı çıktım. Kadayıfçılara gittim. “Satıldı, bitti” dediler. “Artık bu saatten sonra da yapılmaz. Herkes oruçlu, ikindi geliyor. Bu sıcakta ocağın başında durulmaz, kadayıf dökülmez” dediler. “Kimde bulunur?” diye sordum.
“Bu saatten sonra, tel kadayıfı ancak Nabluslu Şıh Salih’te bulursun” diye cevap verdiler. Bu zat, Ürdün’ün Nablus şehrinden Medine-i Münevvere’ye hicret etmiş büyük bir âlim, faziletli bir insandı.
Resmî vazifelere talip olmamıştı. Esasen o günlerde çok az olan maaşla, kalabalık ailesini geçindirmesi de mümkün değildi. Şıh Salih Efendi, kirayla oturduğu evin avlusuna bir ocak yapmış, kömürle yaktığı ocağın üzerindeki sacda kadayıf döküyordu.
Gittim. Baktım, hoca kadayıf döküyor. Hava dışarıda 50-55 derece. Avlu da ondan aşağı değil. Bir de ocağın ateşinden fışkıran sıcaklık var. Hoca seksen yaşında, güzel bir insan… Göğsüne bir havlu koymuş, boynundan, güzel yüzünden, nur gibi sakalından damlayan terler havluya akıyor.
Selam verdim. Selamımı aldı. Sordum:
“Hocam, kadayıf var mı?”
“Döküyorum oğlum, otur da… Ne kadar istersin?”
“Bir okka” dedim. “Pekâlâ” dedi. Oturdum, bekliyorum. O sırada bir sam esti; sanki alevden bir dalga gelmiş gibi vücudumu, yüzümü yaktı.
“Hocam, bugün biraz sıcak galiba, değil mi?”
Salih Efendi, munis, müşfik gözleriyle, kısa bir an bana baktı.
“Yekûlûn…” dedi, “Öyle diyorlar…” ve işine devam etti.
Hoca hem kadayıfı döküyor hem de kadayıfla beraber dili “Allah, Allah, Allah” diyor…
Annem, kabri cennet olsun, … sanki:
“Oğlum, gör bak Allah’ın ne kulları var. Sen bir öğle namazına gittin diye, bir iş gördüm sanıyorsun, nazlanıyorsun, hava sıcak diyorsun… Bak Allah’ın ne kulları var: …Sekiz çocuğu ile seksen yaşında, ilmine ve yaşına rağmen, ailesinin nafakası için, kimseye muhtaç olmamak için, ramazan ayında, elli derece sıcakta, samın altında, oruçlu haliyle, ateşin karşısında kadayıf döker… Git de gör, ibret al…” demek istemişti.
Medine-i Münevvere’de bu gibi hallerle karşılaştıkça daima merhum amcamın sözünü hatırlarım. Şöyle demişti:
“Ne hikmetse, Medine-i Münevvere’de Cenab-ı Hakk, evliyaullahı gizliyor. Kimse kimsenin ayıbını, kusurunu aramasın, hüsnü zanla yaşasın; her gördüğünü Hızır bilsin; her geceyi Kadir bilsin, edeple yaşasın, rahatsız olmasın diye Medine-i Münevvere’deki tecelli bir sır halindedir…”
Fakir bunları düşünürken Şıh Salih kadayıfı döktü, verdi. Şu sözü söyledi:
“Yâ veledî! Yavrucuğum. Riya için söylemiyorum. Yüce Peygamberimizin (asm) kadr ü kıymetini bil diye söylüyorum. Verdiği müjdeden sen de hisse ve nasip al diye söylüyorum. Bilirsin, Efendimizin bir hadisi var: “Medine-i Münevvere’nin sıcağına soğuğuna, çeşitli çile ve imtihan ibtilâlarına sabreden bir kimseye ben kıyamette şefaatçi olacağım…”
“Bu hadis-i şeriften gönlüme serin bir rüzgâr, bir sabâ rüzgârı esiyor. Gülşenlerden geliyor, bahçelerden geliyor, ormanlardan geliyor… Onun için “yekûlûn” dedim. Sıcak diyorlar, dedim… Gücenme, darılma, yalan söylüyorum sanma. Ben sıcağı duymuyorum…”2
* * *
Fesubhanallah, Rabb’den râzı olmanın derecesine bakar mısınız?
-Hava sıcak değil mi?
-Öyle diyorlar…
Elli beş derece sıcakta, ocak başında kadayıf döken seksenlik ihtiyar şikâyet etmiyor. Sıcağın Rabbinden razı çünkü. Dışarıda esen kavurucu sam yeline karşılık, gönlü sabâ rüzgârları ile müferrah.
Herkes şu gelen hakikati nefsinde az çok müşahede etmiştir;
”ناصل شكر، نعمتى زياده لشديرييور؛ اويله ده شكوا، مصيبتى زياده لشديرر، هم مرحمته لياقتى سلب ايدر.3“
Havalar gerçekten “sıcak” olsa bile, şikâyet etmemek; illa bir şikâyet edilecekse sıcağı insanlara değil, sıcağın Rabbine şikâyet etmek ve “Yâ nâru..” ayetinin gönülleri serinleten manasından istifade edebilmek duasıyla…
İlk yorumu siz yazın