Kalp kırmanın yasak olduğu diyâr

Kalp kırmanın yasak olduğu diyardaydım. Umre yapmak nasip oldu elhamdülillah. Şeklen Müslüman olmanın bizi “çer çöp” eylediği bu zamanda, yaptığım ibadetin mânâsına odaklanmak istedim. Muhammed Emin Yıldırım hocanın da siyer dersleriyle iş bambaşka bir hal aldı ve bu tefekkürler ortaya çıktı. Kendimle konuşmalarımdı, unutmamak için yazıya dökmüştüm. Buraya da aktarayım istedim.

Umre kurallarını bilen bilir; umre bitene kadar tartışmak, bağırmak, kalp kırmak yasak. Bitki kopartmak, sinek öldürmek yasak. Koku sürünmek yasak… Cezaları var bu yasakların; para cezasından başlıyor, kurban kesmeye kadar gidiyor. Biri takibini yapmıyor, kişi kendi kendine ceza kesiyor. Hükümler çerçevesinde vicdanı karar veriyor. Çok garip gelmişti bana, sabra karar verince insan genişliyormuş. Patlamaktan başka çareler buluyormuş. Veya hem maddî bedelini ödeyip hem kalbi tamir ederek telafi ediyormuş. Dönünce nefsime bu ceza sistemi devam edecek inşallah…

Mekke anlatıldığı üzere celâl yurdu; dağları keskin, toprağı haşin, insanı sert, havası yakıcı… Ve hiçbir fıtrî güzelliği yok. Allah evine odaklanalım istemiş, yaratılış gayemizi arayalım istemiş. Durum tam da öyle, 7/24 tavaf var, hiç durmayan bir dönüş var. Atomlar ve gezegenler misali; her şey, herkes dönerken biz de döndük. “Lebbeyk” diyerek döndük, “Buyur Allah’ım, buyur!” diyerek… “Bize şunu ver Allah’ım” diyerek girilmiyor Mescid-i Haram’a. İhrama niyet edilir edilmez Kâbe’yi görene kadar “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” deniyor. “Buyur Allah’ım buyur! Alacaklı gelmedim, ne verdim ki ne alayım… Kulluğumu iyileştirmeye, şükrümü sunmaya, benden istediklerini yapmaya geldim, buyur Allah’ım. Ancak vermek yine senin şânındandır, ver Allah’ım. Filistin’e zafer ver, bizleri de ona memur eyle… Buradaki insanlarla birlik olma şuuru ver Allah’ım. Boykot bilinci ver Allah’ım, âmin..”

Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku

İlk vahyin geldiği kaynağa tırmandık. Epey zahmetliydi. Resulullah (asm) buraya en az 150 defa gelmiş (Kâbe’den oraya yürümeyi hesaba katmıyorum bile). Neydi Allah Resulünü oraya çıkarttıran şey? Kötü ahlâktan ve bâtıl hareketlerden sıkılmıştı. Kâbe’ye yapılan hürmetsizliklere tahammül edemez hale gelmişti. 5 yıl buraya gidip geldikten sonra vahye maddî, manevî hazır oldu. Ağır yükü omuzlayabilir hale geldi. Ve ilk vahiy geldi; “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku!”

Sancı çekene vahiy armağan ediliyor. Yükü kabul edene bir diğer yük hediye ediliyor. Ama nasıl bir güzel yük… Yüzünü ekşitmeden sabredene sonuç veriliyor. Sonucu alanları biz tarihten okuyoruz, kimisi yaşarken bilmedi bile. Şu an biz de bilmiyoruz belki çektiklerimizin nereye varacağını. Üzerimizden atmak istediğimiz yük belki en kıymetli basamağımız. Kim bilir…

Hangi yükü aldığımız da kıymetli; “hakkımda ne dediler, bana kötü davranıyorlar”ın yükü mü, yoksa “güzel ahlâka çabalayıp Allah’ı razı etmenin ve râzı olmanın” yükü mü? Neyi yüklendiğimiz, neyi doğuracağımızı gösterir. Yük taşımayı kendine eziyet zanneden, “bana ne!”ci umursamaz kişilerden eyleme bizi Ya Rabbi. Yükün hayırlısını ver, onu da şikâyetsiz taşıyabilmeyi nasip eyle, âmin…

Geri adım atışların en hayırlısı; Hudeybiye

Nice geri adım atışlar vardır ki, ilerlemenin önünü açan odur. Hudeybiye Anlaşması da böyle bir adım. Görünüşte Müslümanların aleyhineydi, Sahabeler çok kızmışlardı ancak fethin önünü açan anlaşma buydu. Kalpler fethedilmişti, güven fethedilmişti. Eğer karşıdakinin kalbini kazanmak istiyorsan; geri adım atmak bazen yenilmek veya haksız olmak değil, kalbi fethetmenin başlangıcıdır.

Düşünceni değiştir, davranışın değişsin

Günümüzde Bilişsel Davranışçı Terapi’de kullandığımız bir tekniktir; bilişsel yeniden yapılandırma. Düşünceyi değiştirmek ve onun da duyguyu değiştirmesi ve takiben davranışın değişmesi. Birebir uygulanışını okuduk Hz. Ebûbekir’in (ra) hayatında.

Sahabeler Peygamberimizden (asm) aldığı ahlâk ile, olaylar ile ilgili düşüncelerini değiştirerek duygularını da değiştirmişler ve kin/nefret/intikam gibi duygular yerini af/şükran/minnet gibi duygulara bırakmış. Misal; oğlunu şehit eden oku uzun süre saklayan Hz. Ebû Bekir (ra) yıllar sonra bu okun sahibini sorar (sonradan Müslüman olduğunu öğrenir) ve bulur. Sizce nasıl bir konuşma gerçekleşmiştir? Devam etmeden biraz düşünün. Şimdi okuyalım;

Hz. Ebû Bekir (ra) hilafetinin son dönemlerinde Taif’ten gelen heyetleri karşılarken, karşısında oturan kabilelere oğlunu şehit eden oku gösterip: “Bu okun ustası kimdir?” diye sorar. Orada oklar hususîdir ve her ustanın kendine has bir hüneri vardır. İçlerinden Sa’d ibni Ubeyd (ra) isimli ok yapıcısı: “Okun ustası benim. Taif Kuşatması’nda bu oklardan size atmıştık ama kime saplandığını bilmiyorum.” deyince Hz. Ebû Bekir (ra): “Bu ok benim oğlum Abdullah’ı şehit etti. Allah’a hamdolsun ki Allah bu ok ile oğluma şehadet nasip etti. Allah’a hamdolsun ki sen oğlumu öldürdün. Ya o gün o seni öldürseydi? Sen şirk üzere Rabbine gidecektin. Allah’a hamdolsun ki sen oğlumu öldürdün ama Allah seni diriltti ve sen Müslüman oldun.” der.

Bunlar oğlu şehit olmuş bir babanın sözleridir.

Bu hatip bu kürsüden ne zaman inecek?

Sevr mağarasına çıkmak, Hira mağarasına tırmanmaktan iki kat zordu sanki. Ancak iyi ki çıkmışım dedirtti, şimdi teleferik planı olduğunu söylüyorlar, ben yine tırmanarak çıkardım. Zira maksat mağarayı görmek değil ki. Maksat Resulullah’ın (asm) hicret yolculuğunu anlamak. Çektiği zahmete bir parça olsun eşlik etmek ve dersler çıkarmak. Zorlanarak 1.5 saatte çıktığımız Sevr mağarasına, hicret zamanı Hz. Ebubekir’in (ra) kızı Hz. Esma (r.anha) 7 aylık hamileyken yiyecek taşımış. Karnında yiğit bir evlat olacak olan Hz. Abdullah (ra), sırtında bohça ile o kayaları tırmanmış mübarek. Biz (ben) bu tembelliğimiz ve rahata düşkünlüğümüzle onlarla aynı cennete mi talibiz, diyorum bazen. Malum devletler çalışmaktan yorulmazken, biz neden tembelliğe razı olmuşuz diyorum ve devamındaki nefsî muhasebemi utançtan paylaşamıyorum..

Hz. Esma (r. anha) yiğit bir evlat doğurmuştu; Hz. Abdullah (ra). Yıllar sonra Kâbe’yi korumak için cesaretle savaşan Hz. Abdullah’ı Haccac-ı Zalim şehit etti ve bu yetmezmiş gibi astırıp başını keserek Şam’a gönderdi. Cesedini indirmek için de Hz. Esma’nın (r. anha) kendisinden ricada bulunmasını istedi. Hz. Esma (r. anha) buna asla tenezzül etmedi, oğlunun cesedi asılı kaldı. Acılı anne bir gün oğlunun cesedinin yanından geçerken “Bu hatip hâlâ kürsüden inmeyecek mi?” diyerek olayın anlamını değiştirmiştir. Yani başsız gövdesi konuşan bir hakikatti; zalimliği ve onun karşısında duruşu anlatan bir hatipti. Ve asılı olduğu direk de, kürsüydü… Ne güzel görmüş, ne güzel düşünmüş acılı anne. Böyle dayanması bir nebze daha kolay olmuştur, anlamını değiştirmiş olayın.

Velhasıl

Çok şey anlatmak isterim, lakin buraya sığmaz. Bu çıkarımlarıma vesile olan dersleri Muhammed Emin hocanın umre yayınlarında bulabilirsiniz.

Kutsal topraklardan kendime hedefler koyarak geldim, zorlandığım konular hakkında hedefler. Kendimde mucizevî değişimler beklemiyorum, insan kendine katmadıkça kutsal topraklar kalpte bir şeyi değiştirmez. Değişse Ebu Cehil’de değişirdi. Kâbe’ye en yakın ev onunkiydi.

İki haftalık umre süreci bir öz gibi oldu bana, şimdi onu sindire sindire emmek için okumalarımı ve kişilik analizimi artırmam gerek. Hayran olduğum Sahabîlerin çetin imtihanlar karşısındaki tavırlarını sindirmek için daha fazla aralarında olmam gerek. Ve bu süreçte bana da imtihan devam ediyor, “mu’cize” beklemiyorum.

Gayret benden, tevfîk Allah’tandır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*