Bir inek, 4-5 tane tavuk, bir horoz, tekir kedi, karşısındaki yemyeşil dağlara bakan geniş bir ev, ekili arazi, elektrik ve buz gibi pınar suyu.
Sabah erken kalkman lazım. Namazı kıldıktan sonra doğru ahıra. Pis bir koku, ancak yapacak bir şey yok, artık çoktan alışmış olmalısın. Gübreleri temizleyip ineği yemledikten sonra sağıma geçebilirsin. Dolapta mayalanmış yoğurdun, mısır ekmeğin, tarladan topladığın salatalık, sobada demlenmiş çay ve derme çatma çitten yaptığın kümesten aldığın günlük yumurtalarla güzel bir kahvaltı.
Daha sonra tarlaya inmek lazım. Budama, sulama, gübreleme. Don olmaması lazım. Bir anlık ihmal tüm emeklerinin çöp olmasına yol açabilir. Karadeniz’in havasına güven olmaz, hava sık sık kapanır, çoğunlukla da yağar. Evin tamirat tadilatı da asla bitmez, neyse ki el becerin var da kendi başına ufak tefek şeyleri halledebiliyorsun. İkindiden sonra ineği dışarı çıkarıp otlatmak lazım. Tarlana da hınzır gelebilir, tedbirli olmak lazım. Kedi kâh evde, kâh bahçede. Tavuklar ise zararlı haşeratı yiyerek karnını doyuruyor.
Derken güneş batıyor, evine dönüyorsun. Biraz yemek yedikten sonra gün içinde yorulmuş olduğun için uykuya dalman pek de zor olmuyor. Bazen yatağa bile geçmeyip sobanın karşısındaki minderde uyuya kalabilirsin. İnternet evin bazı odalarında çekmiyor ama olsun, dünyadan çok da haberinin olmasına gerek yok.
Hava serin. Uykuya dalmadan önce hatırladığın son şey, yatsı ezanına eşlik eden çakal ulumaları. Sabah erken kalkmak için alarm kurmana gerek yok, vücut zaten otomatik olarak erken kalkıyor. Bünyen de buna alışmış.
Trafik yok. Toplu taşıma yok. Bir yere yetişme telaşın yok.
Okuyunca kulağa güzel geliyor, biliyorum. Ancak bu döngünün 365 gün süreceğini de hesaba katmak lazım. Çocuğun varsa okula gönderemezsin, çünkü köyde yazın gelenler hariç sürekli yaşayan çocuk yok. Hastalanırsan araba sürebilecek kadar iyi hissetmen lazım kendini, çünkü en yakın sağlık ocağı 30 kilometre uzakta. Eczane yok. Çarşıya sürekli inip çıkmak da masraf, alışveriş yapılacaksa şehre inecek birilerini denk getirip senin adına alışveriş yapmalarını istemen lazım.
Ayrıca köy yerinde dedikodu da çok olur. Ne yapsın insanlar, konuşacakları gündem maddesi yarın bir gün sen olabilirsin. Art niyetli komşu, tarlanın sınırını ihlal eder. Önce ufak ufak başlar, sen görmezden gelirsen bu sınırı daha da aşabilir. Sürekli yüz göz olacağın insanlarla ters düşmeyi pek istemesen de sert bir şekilde uyarmak zorunda kalabilirsin, peşi gelir çünkü.
Tavukları çakal bir gece ansızın götürebilir. İneğin hastalanabilir, tarlaya don vurabilir, mısır koçanlarını hınzır sürüsü ters yüz edebilir. Bunlar hep bir anlık şeyler. Emekli maaşın veya pasif gelirin varsa bir nebze daha rahatsın. Ancak her şey de bununla sınırlı değil. Okuduğun kitaplar veya izlediğin filmler üzerine konuşabileceğin güngörmüş birini ararsın.
Bunlar hep dezavantaj. Çaresi ise şehirden köye göçü teşvik etmek. Şuan böyle bir karar alma cesaretini gösteren insanların taşınma masrafını bile karşılamak bir şeydir. Köyleri kalkındırarak, yaşanabilir yerler haline getirmek için çaba göstermeli ve herkesin bir şeyler üretmesini sağlamalıyız. Böylece tarlada 7 liraya satılan bir domatesi markette 35 liraya (5 katına) almaktan da kurtulmuş oluruz. İnsanların psikolojisi, ruh ve vücut sağlığı iyileşir.
Hayal kurup köy güzellemesi yapmak istemiştim ancak bu ülkede her şeyin sonu politika ve siyasete çıkıyor.
İlk yorumu siz yazın