Tantûra, Hayfa’nın yakınlarında yer alan bir sahil köyüdür. Tantûralılar bu kasabayı denize yakınlığı, badem ağaçları ve verimli topraklarıyla hatırlar. Hayfa’nın işgalinden kısa süre sonra, 21 Mayıs 1948’de, Tantûra da işgal edilir. 1948 kayıtlarına göre 202 haneli, 1728 nüfuslu köy hanesinin büyük çoğunluğu katledilir, geri kalanı ise sürgün edilir. Kasabadaki evler birer birer yıkılır, yerlerine Yahudî yerleşimcilerin evleri ve bir yüzme tesisi inşa edilir. Katledilen köylülerin toplu mezarının üzerine ise otopark yapılır.
Tantûralı Kadın, bu katliamı yaşayan ve ailesinin büyük bir kısmını kaybeden bir genç kızın hayatını takip eder. Karakterler kurmaca olsa da kitapta adı geçen Filistin köylerinin, önemli liderlerin ve yaşanan katliamların tarihî olarak gerçekliği sabittir.
Kitapta, başkahraman Rukayye’nin 14 yaşından 70’li yaşlarına kadar hayatının nasıl bir yol izlediğini takip ediyoruz. İsrail’in devamlı güçlenmesi, Filistin’de başlayan katliamların yıllar içinde Lübnan’a da sıçraması ve bütün bu karmaşanın içinde “normal” bir hayat sürdürmeye çalışan insanların hikâyeleri anlatılıyor.
Lübnan’da yükselen aşırı milliyetçi akımların, zaten savaştan gelip çoğunlukla mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin hayatını cehenneme çevirmeye başlamasıyla Rukayye, bu kez kızıyla beraber tekrar yerinden edilir. Filistinlilerin her biri başka ülkelere dağılmak zorunda kalır. Rukayye, bu süreçte yeni kayıplar da verir. Filistinlilerin acıları topraklarından edilmelerinden sonra da sürekli katlanarak devam eder.
Kitabın en güçlü yanı yıllar önce gerçekleşmiş katliamları, felaketleri, tarihin akışını değiştiren olayları tek bir insan tecrübesinin ışığında anlatabilmesi. Çünkü bu şekilde bir anlatım, okuyucunun o büyük olayları anlamasını ve o insanlarla bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Kitap aynı zamanda o dönemin etkili isimlerini öğrenmek için bir kılavuz niteliği taşıyor. Kitabı okurken devamlı not alma ihtiyacı hissediyorsunuz. Ayrıca kitabın Ketebe Yayınları’ndan çıkan baskısında yer alan karekodlar aracılığıyla kitapta geçen Filistin türkülerini dinleyebiliyorsunuz.
Kitabın yazarı Radvâ Âşûr’dan da bahsetmek çok önemli. Mısırlı bir yazar olan Âşûr, ömrünü Filistinlilerin hikâyesini duyurmaya adamış bir kadın. 1978’deki Camp David Anlaşması sonucu Mısır’dan sürgün edilen Filistinlilerden biri, Âşûr’un eşi Murid Bergusi. Bu anlaşma yüzünden tam 17 yıl ayrı kalıyorlar. Dolayısıyla Filistinlilerin çileli hayatı ile Âşûr’un kişisel hayat tecrübesi arasında ciddi paralellikler var.
Filistin’le ilgili okumalar yapmanın, bu okumaları günlük okumalarımız arasına titizlikle yerleştirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Filistinlerin 1948’de yaşadıkları Nakba, şu an 2024 yılında daha da kuvvetlenmiş bir şekilde devam ediyor. Kayıtlara göre Nakba’da 700 binden fazla insan yurdundan edilmişti. Ekim 2023’te başlayan ikinci dalgada yerinden edilen Filistinlilerin sayısının Nakba’daki sayının iki katını aştığı söyleniyor.
Filistin okumalarıyla durumu iyice özümsememiz, içimizde oluşan duyarlılığı diri tutmamız ve bu duygudan aldığımız kuvvetle harekete geçmemiz gerekiyor. Bu noktada evlerinden edilen Filistinlilere yardım eli uzatmaktan; İsrail’e, destekçilerine organize ve güçlü bir tepkinin aktif katılımcısı olmaya; yönetimlerin İsrail’le ilişkilerini kesmeleri ve caydırıcı yaptırımlar uygulamaları için sesimizi yükseltmeye kadar varan birçok şey yapabiliriz.
İçinde bulunduğumuz sosyal medya çağında devamlı olarak bir bilgi bombardımanına tutuluyoruz. Bu sürekli bilgi bombardımanına maruz kalıp hiçbir aksiyon almamak bizi ya hissizleştirir ya da bir duygu batağının içine çeker. Bu nedenle hissettiğimiz duyguları acı çeken insanlara faydalı olacak bir eyleme dönüştürmek çok mühim diye düşünüyorum. Rukayyelerin 1948’de ellerinden alınan evlerinin anahtarını hâlâ boyunlarında taşıdığı düşünülürse, bizim yeise düşmemiz en hafif tabirle “hadsizlik” olur. Sonuç olarak, hepimize maksadına ulaşan duyarlılık ve kararlılık diliyorum.
Altını çizdiklerim
“Hiç görmediğimiz uzak bir memleket, halkının başına büyük bir felaket geldi ve bizim payımıza onlara acımak ve yardım etmek düştü.”
“Bundan iki hafta sonra da Hayfa düştü. Hiç kimse, hatta biz çoluk çocuk bile oralı olmamıştık. Badem, ağaçlarda yeşilleniyordu.”
“Ey selvi boylu, nazlı, şirin
Kurtuluşa uğraşır, kuyuya düşen
Biz ayrıldık, Allah döndürür lakin
Rabbimdir ayıran ve birleyen”
“Gizlenmiş korkunun, uyurken ve uyanıkken öylece duran boşluklu bir kimyası var. Açık korkularsa, beklenmedik bir zamanda şehri bir lahzada yakıyor. Birkaç dakika; sonra anlıyorsun ki enkaza dönmüş olan, üstünden alevler ve dumanlar yükselen o bina, anlaşılmaz bir tesadüf eseri, senin içinde oturduğun bina değil, komşuların binası.”
“Tuhaf. Her kadın bir ağaç. Her kadının bir ağacı var demek istiyorum. “Orada.” Ümmü Semir’in limonu, Ümmü İlyas’ın portakalı.”
İlk yorumu siz yazın