“Şu görünen umumî âlemde her insanın hususî bir âlemi vardır. Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır. Yalnız umumî âlemin merkezi şemstir. Hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır.”1
Düşünüyorum da her birimiz aslında kendi evrenimizin merkezindeyiz. Tıpkı güneş sisteminde güneşin merkez olması gibi, kendi hayatımızın merkezinde biz varız. Etrafımızda dönen gezegenler var; duygularımız, düşüncelerimiz, anılarımız… Kimimizin evreninde başarı kocaman bir güneş gibi parlıyor, kimimizinki ise henüz keşfedilmemiş bir yıldız… Bazılarımızın evreninde korku, devasa bir kara delik gibi her şeyi içine çekiyor, bazılarımızınkinde ise minik bir meteor parçası kadar bile değil.
Dil, işte tam da burada devreye giriyor. Evrenlerimiz arasında kurduğumuz incecik köprüler gibi. Bu köprülerden geçerken hep umutluyuz aslında, karşı tarafa geçtiğimizde benzer manzaralarla karşılaşacağımızı düşünüyoruz. Bazen oluyor da… Birinin “yorgunum” dediğinde tam da bizim hissettiğimiz o ağırlığı kastettiğini anlıyoruz. Bazen de olmuyor. “Özledim” diyoruz mesela, karşımızdaki başka bir duyguyu anlıyor.
Düşünsenize, koca bir galaksi kadar zengin ve derin bir duyguyu tek bir kelimeye sığdırmaya çalışıyoruz. Ya da “huzur” deyip geçiyoruz, sanki o an hissettiğimiz şey basit bir gülümseme kadar küçükmüş gibi. Oysa belki de içimizde koca bir süpernova patlıyor, milyarlarca yıldız doğuyor ve ölüyor.
İşte tam da bu yüzden hikâyeler anlatıyoruz birbirimize. Çünkü tek bir kelime yetmiyor evrendeki bir galaksiyi tarif etmeye. Bir duyguyu anlatıyoruz mesela, ardından uzun uzun örnekler veriyoruz; nasıl başladı, neler hissettik, neler yaşadık… Dinleyenler de kendi evrenlerinde benzer galaksiler arıyorlar, “Ha evet, ben de biliyorum o duyguyu” diyorlar. Bazen buluyorlar, bazen bulamıyorlar.
Hikâyeler öyle güçlü köprüler ki, bazen tek bir hikâye binlerce insanın evreninde benzer galaksiler oluşturabiliyor. Mesela çocukken dinlediğimiz masallar, hepimizin evreninde benzer yıldız kümeleri oluşturmuyor mu? Ya da okuduğumuz bir roman, izlediğimiz bir film, dinlediğimiz bir şarkı… Hepsi bizim evrenimize yeni gezegenler ekliyor, yeni yıldızlar doğuruyor.
Tüm bunlar bize gösteriyor ki; her birimizin evreni benzersiz olsa da dil ve hikâyeler sayesinde birbirimizi anlayabiliyoruz. Farklı galaksilerde yaşasak da aynı yıldızlara bakabiliyoruz. Ama bu köprüler hassas, kırılgan…
George Orwell’ın 1984’ündeki gibi “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir” demek, aslında bu köprüleri dinamitlemek gibi bir şey. Kelimelerin içini boşaltıp, başka anlamlarla doldurmak, insanların evrenlerini birbirine bağlayan o hassas köprüleri yıkmak demek. Bu yüzden dil, sadece iletişim kurduğumuz bir araç değil, düşüncelerimizi şekillendiren, hatta bazen kısıtlayan bir şey hâline geliyor.
Bunun gerçek dünyadaki en çarpıcı örneklerinden biri, Türkiye’de gerçekleştirilen dil devrimidir. Arapça ve Farsça kelimelerin dilden bilinçli olarak çıkarılması, aslında bir düşünce devrimi girişimiydi. Çünkü “mektep” yerine “okul” demeye başladığınızda, sadece bir kelimeyi değiştirmiş olmuyorsunuz. O kelimeyle birlikte gelen yüzlerce yıllık kültürel birikimi, düşünce sistemini, hatta o kelimenin etrafında oluşmuş tüm çağrışımları da değiştiriyorsunuz. “Muallim” gittiğinde, onunla birlikte klasik eğitim sisteminin hatıraları da siliniyor, “öğretmen” geldiğinde yeni bir eğitim anlayışı inşa ediliyor. Her kelime değişimi, aslında evrenler arasındaki köprülerin yeniden inşası demek.
Dil, düşünce, kültür ve algı, hepsi iç içe geçmiş durumda. Tıpkı evrendeki galaksilerin, yıldız sistemlerinin, gezegenlerin birbirine görünmez iplerle bağlı olması gibi. Her birimiz kendi evrenimizin merkezindeyiz evet, ama hepimiz aynı büyük evrenin parçalarıyız. Ve bu evrende, dile hükmeden düşünceye de hükmediyor. Çünkü düşüncelerimiz, ancak dilimizin izin verdiği kadar genişleyebiliyor, ancak kelimelerimizin ulaşabildiği yere kadar uzanabiliyor. Bir dilde olmayan bir kavramı düşünmek, o dili konuşanlar için neredeyse imkânsız hâle geliyor. Bu yüzden bazı kültürlerde onlarca kar kelimesi varken, bazılarında tek kelime yeterli görülüyor. Bu yüzden bir dilde “yalnızlık” diye bir kelime yokken, başka bir dilde onun türleri bile adlandırılıyor. Dilimiz işte bu büyük evrende sadece birbirimizi bulmaya çalıştığımız bir harita değil; düşüncelerimizi şekillendiren, zihnimizin sınırlarını çizen, hatta bazen bu sınırları yıkan bir güç… Kelimelere hükmeden, zihne hükmediyor; zihne hükmeden ise evrenleri yeniden şekillendiriyor.
İlk yorumu siz yazın