“Deniz, derya, denizin ortası. Deryanın en derin yeri. Büyük lügat kitabı, sözlük. Bir dilin kelimelerini açıklamalarıyla birlikte ihtiva eden kitap.”
Kâmus böyle tarif etmiş kendini. Tarifte kâmus; denize, deryaya teşbih edilse, uzun olsa, tamam gibi görünse de eksik. Tarifte kâmusun millete ve medeniyete müteallik ciheti yok. Onlar olmayınca mana muallakta kalıyor. Mütefekkir Cemil Meriç bu eksikliği görmüş tamamlamış:
“Kâmus bir milletin hafızası yani kendisi.”
Tarih boyunca millet olmayı başaran ve vatan kurmaya muvaffak olan insan toplulukları aynı zamanda kendilerine has bir kâmus teşekkül ettirme gayreti içine girmişler. Başarılı olanlar Kâmus-u Arabî, Kâmus-u Türkî, Kâmus-u Fransevî, Kâmus-u Osmanî misallerinde görüldüğü gibi kâmuslarını da milliyetleri ile adlandırmışlar.
Zira milletsiz kâmus, kâmussuz millet olmaz. Kâmuslar milletleri meydana getiren maddî-manevî değerlerin ifadesi olan emsalsiz hazinelerdir. O hazineler ihtiva ettikleri kelime sayısınca definelere sahiptir. Kelimeler o hazinelerin ve definelerin altın anahtarları hükmündedir.
Kâmus sahibi milletler; aralarında nesebî, tarihî, coğrafî yakınlıklar bulunan milletlerle birlikte hareket ederek değerlerini İslâm medeniyeti, Batı medeniyeti, Hint-Çin medeniyeti gibi kendilerine has kâmuslarla ifade ettikleri medeniyetler kurmuşlar, bunu başardıkları nisbette de asırlar boyu yaşama şansı bulmuşlar.
Gerçekten de kelimeler denizi, manalar deryası olan kâmus; Yunus, Fuzulî, Hugo, Goethe, Tolstoy, Firdevsî, Muhyiddin-i Arabî, İbni Haldun gibi iç deniz veya büyük göl mesabesinde hususî şubelere, müstakil teşekküllere de sahiptir. Risale-i Nur Külliyatı da Kâmus-u Osmanî, Kâmus-u Türkî içinde yer alan ve İslâm medeniyetini muhtevi olan hususî ve büyük bir kâmustur.
“Risaleti’n Nur eczaları Sözler namı ile iştihar etmişler. Sözler ise Arapça kelimâttır ve o kelimât ile Kur’ân’ın hakâikını o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olarak ispat etmiş ki bu zamanın dinsiz filozoflarını tam susturuyor.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 128.)
Fazıl’ın ifadesiyle “Kâmusa sığmayacak kadar büyük davalar” vardır. Risale-i Nur hareketi öyle bir davadır. Müellifinin “Allah delil ve mu’cizeleri ile hakkı ortaya çıkarır” mealindeki Yunus suresinin 82. ayetini tefsir ederken hususiyetini ve müessiriyetini mezkur sözlerle ifade ettiği bu Kur’ânî kâmusun Türk dili içindeki yerini, merhum mütefekkir Cemil Meriç de şu manidar teşbihlerle dile getirmiştir:
“Her eser kendi dili ile doğar. Risale-i Nur’un dili Kur’ânî ve İslâmî bir lisandır. Said Nursî’nin kitapları tahkikî imanın birer kalesi; kendi gönlümüzden, kendi toprağımızdan fışkıran saf bir kaynak. Risale- i Nurları okumadan ne Türk dili öğrenilebilir ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir. Risale-i Nurlar bizim millî hazinelerimizdir.” (Nurculuk Nedir? s. 12-17.)
Kâmus namustur. Mensup olduğu milletin ve medeniyetin namusu. Milletler ve medeniyetler; namusları mesabesindeki hürriyetlerine, istiklallerine, istikballerine sahip oldukları hassasiyetle; maddî-manevî değerlerinin hazinesi olan kâmuslarına da sahip olmalı, onun bir kelimesine bile asla ve kat’a el uzatmamalı, uzattırmamalıdırlar.
“Kâmusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilâli tek mukaddese saygı göstermiş: Kâmusa.” (Bu Ülke, s. 19.)
Ne yazık ki biz, millet olarak maruz kaldığımız Deccal tahribatı, Süfyan fitnesi yüzünden şu tarihî hakikatten uzak kalacak bahtsız zamanlarda, dehşetli hadiseler yaşadık. Maddî, manevî, içtimaî, ahlâkî her değerimiz gibi dilimiz, lisanımız da tağutların taarruzlarına maruz kaldı.
“Bu dil ağzımda annemin sütüdür.”
Yahya Kemal’in bu ifadesini teyit edercesine, canlı bir varlık hüviyetiyle kendini değişmeden yenileyen; zamanın icaplarına, icatlarına kendi yapısı, kaideleri, usulleri içinde geliştirdiği kelimelerle mukabele eden ana dilimizdi o saldırıların hedefi.
Cumhuriyet’in bir nevi ihtilâl sayılan kuruluşu esnasında mütegallibeler ilk olarak huruf-u Kur’âniye’ye tasallut ettiler ve manevî manaları haiz kelimelere taarruza geçtiler. Latin harflerini ilân ettiler ve her ne sebeple olursa olsun, Kur’ân harflerini kullanmayı resmen yasakladılar. Kullananlara cebren ağır cezalar verdiler. Binlerce yıllık mazisi olan ve her biri bir dil ailesi hususiyeti taşıyan mana yüklü kelimelere karşı topyekûn saldırıya geçtiler.
Meselâ; manası dünyayı ve ahireti muhtevî “hayat” kelimesinin yerine köksüz, eksiz “yaşam” kelimesini, dünyevî ve uhrevî manayı haiz “imtihan” kelimesinin yerine sinsî hisleri ihsas eden “sınav” kelimesini, söylendiği zaman kabir suallerini de tedai ettiren “cevap” kelimesinin üstüne “yanıt” yakıştırmasını yapıştırmaya kalktılar.
Nesepsiz, nasipsiz, edepsiz zihniyetler bunlar gibi daha binlerce canlı kelimeyi, terkibi katlederek; yerlerine bazı menhus ruhların mülevves hissiyatlarında zuhur eden ve ölü doğmuş cenin gibi cinnet hâlinin cürmü olan zevksiz, ahenksiz, manasız, hissî ifrazatları koymaya teşebbüs ettiler.
Kâselîs fıtratlı mukallit zihniyetlerin ellerinde, devletin imkânlarıyla besleyip kanunları ile korudukları gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar, sanal kanallar, sahte kahramanlar vardı. Onların zahirî ve zehirli cazibelerini nazara verip yeni nesillerin zihinlerini iğfal ederek bazı uydurma lakırdıları akıllara kazımaya muvaffak oldular.
“Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa Risale-i Nur Türkçede de lisan üzerinde imam olacağına yani yarın halis Türkçe olan Risale-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’âniye’dendir. (Emirdağ Lahikası, s: 129.)
Milaslı talebesi Halil İbrahim’in, İbrahim suresinin dördüncü ayetine istinaden dediği, Said Nursî’nin de tasvip ettiği gibi; bir tek Bediüzzaman karşı koydu o menhus istilâya. İslâm medeniyetinin lisan sahasındaki en mütekamil mahsulü olan Kâmus-u Osmaniye’yi esas alarak Risale-i Nur Külliyatı’nı telif etti.
Devlet idaresine hâkim olan zihniyetlerin gayri kanunî muamelelerine, keyfî tehditlerine, zecrî tedbirlerine ve maddî, içtimaî güç kaynaklarının lâkaytlıklarına rağmen Nur Talebeleri; Risale-i Nurları önce millete mâl ettiler. Ardından yeryüzündeki kâmus hususiyeti taşıyan dillere çevrilerek cihana yaydılar.
Bugün, dünya Risale-i Nurları okuyor. Risale-i Nurlar da “insanlığın imanını ve bizim namusumuzu kurtarıyor.”
İlk yorumu siz yazın