Üstad’ın ifadeleri ne kadar latif ne kadar hoş, değil mi? Okurken tebessüm etmemek elde değil; küçücük memurlar, incecik askerler…
2. Şua, 2. Makam, 2. Muktezî’de geçiyor bu ibare: “…tevhid yolunda her şey Kadîr-i Zülcelâl’e intisap ve istinat ettiğinden, bir karınca bir Firavunu, bir sinek bir Nemrudu, bir mikrop bir cebbarı mağlûb ettikleri gibi; tırnak gibi bir çekirdek dağ gibi bir ağacı omuzunda taşıyarak o ağacın bütün âlât ve cihazatının menşei ve mahzeni bir destgâh olmakla beraber; her bir zerre dahi, yüz bin san’atlarda ve tarzlarda bulunan cisimleri ve suretleri teşkil etmek hizmetinde bulunmak olan hadsiz vazifeleri o intisap ve istinatla görebilir. Ve o küçücük memurların ve bu incecik askerlerin mazhar oldukları eserler gayet mükemmel ve san’atlı ve kıymettar olur. Çünkü, o eserleri yapan zât, Kadîr-i Zülcelâl’dir, onların ellerine vermiş, onları perde yapmış.”
Bu yazımızda Sahabî hayatlarından bir sahneye yer vererek, bize “Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir.”1 ayetini hatırlatan, o ordunun incecik askerleriyle korunmuş bir zâtı, “Hamiyyü’d-debr (arıların koruduğu kişi)” olan Hz. Âsım b. Sâbit’i konu edineceğiz.
Medineli ilk Müslümanlardan olan Âsım b. Sâbit, İkinci Akabe Biatı’na iştirâk etmiş sahabîlerden. Ok atmakta maharet sahibi olduğu için Müslümanlar arasında “Hz. Peygamber’in okçusu”2 olarak da ünlenen Hz. Âsım, Bedr’in aslanlarından bir aslan. Hz. Âsım, İslâmiyet’in bu ilk büyük savaşında müşriklerin ele başlarından Ukbe b. Ebû Muayt’ı öldürmüştür. Uhud Savaşı’na da iştirak eden Âsım, Müslümanlar dağıldığında Hz. Peygamber’in yanında kalanlardan olmuş; azılı müşrik kadınlarından Sülâfe’nin, kocası ile beraber üç oğlunu attığı oklarla beraber yere sermiştir.3 Bunun üzerine Sülâfe, onun başını getirene yüz deve vereceğini vaad etmiş, ayrıca kafatasıyla şarap içmeye yemin etmiştir.4
Uhud Gazvesi’nden hemen sonra Lihyânoğulları kabilesinin reisi Hâlid b. Süfyân, Medine’ye saldırı hazırlığına girişir. Durumu öğrenen peygamberimiz, Abdullah b. Üneys’i, Hâlid’i ortadan kaldırması için görevlendirir. Abdullah, Hâlid’i Urene vadisinde pusuya düşürüp öldürür ve böylece Medine’ye saldırı tehdidi ortadan kalkar. Fakat reislerinin öldürülmesi, Lihyânoğulları’nın Müslümanlara karşı düşmanlığını artırarak siyer tarihine “Recî’ Vak’ası” olarak geçecek elîm hadiseye sebep olur.
Müslümanlardan intikam almak isteyen Lihyânoğulları, akrabaları olan Adal ve Kāre kabilelerine giderek alçakça bir plan kurarlar. Buna göre; Adal ve Kāre kabilelerinden bir grup, Resûl-i Ekrem’den (asm) kendilerine İslâm’ı öğretecek bir heyet yollamalarını isteyecek, bunların bir kısmını Hâlid’in intikamını almak için öldürecek, diğerlerini de Bedir ve Uhud’da yakınları öldürülen Mekkeli müşriklere satacaklardı (Vâkıdî, I, 354).5
Müslüman olduklarını söyleyerek kendilerine dini öğretecek bir muallim heyeti isteyen Adal ve Kāre kabilelerinin isteklerini kabul eden Resûlullah, hicretin 4. yılında içlerinde Âsım b. Sâbit’in de bulunduğu yedi kişilik bir heyeti vazifelendirir. Bu kabilelere İslâmiyet’i öğreterek, onlardan zekât toplayıp, ayrıca Kureyş müşrikleri hakkında bilgi edinme vazifeleri de olan muallim heyeti, Mekke ile Usfân arasındaki Recî’ suyu yakınlarına geldiklerinde; kendilerinden intikam almak için fırsat kollayan Lihyânlılar’dan yüz kadar okçu tarafından kuşatılmıştır.
Teslim olmaları istendiği hâlde teslim olmayan muallim heyeti, müşriklerle çarpışmaya girişir. “Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!” diye dua ettikten sonra önce ok, sonra mızrak, daha sonra da kılıçla savaşan Âsım b. Sâbit, en nihayet; “Allah’ım! Ben ilk günler senin dinini korudum, sen de bugün benim cesedimi koru!” der ve şehid edilir.6
Daha önce bahsi geçtiği üzere Hz. Âsım’ın mübarek cesedi çok kıymetlidir. Sülâfe’nin, onun başını getirene yüz deve vereceğini bilen Lihyânlılar; onu almak istemiştir fakat ne mümkün! Hz. Âsım’ın duası kabul olmuş; Cenab-ı Hak, incecik askerlerinden olan arıları bu mübarek cesede muhafız kılmıştır. Arıların saldırıları yüzünden mübarek naaşa yaklaşamayan Lihyânlılar, arıların dağılması için geceyi beklemeye mecbur kalmışlardır. Fakat bu sefer de aniden yağan yağmurlarla birlikte meydana gelen seller, Hz. Âsım’ın naaşını alıp götürmüştür. Neticede Cenab-ı Hak; dinini koruyan bu mübarek zatın cesedini, müşriklerin pis ellerinden ve emellerinden korumuştur. Fesubhanallah! Ordularında minik arılar ve latif yağmur damlaları olan Allah, her türlü noksandan uzaktır.
Hz. Ömer’in oğullarından Âsım b. Ömer’in dayısı olan Âsım b. Sâbit, meşhur Ömer b. Abdülaziz’in de anne tarafından dedesidir. Rahmetullahi aleyhim ecmaîn. Cenab-ı Hak, şefaatlerine nâil eylesin. Âmin.

İlk yorumu siz yazın