Tevhidi anlatan bir nûmune

Rabbimiz, bütün varlık alemini birer sanat eseri olarak yaratan Sâni-i Zülcelâl’dir. İnsanın çeşitli renklerde, dillerde ve ırklarda yaratılması; Allah’ın sonsuz irade, kudret ve ilminin haşmet ve azametini gösteren delillerindendir. Dilin tek kaynaktan yaratılması ve insana öğretilmesi, sonrasında Hz. Adem’in çocuklarının dilin şekillenmesinde rol oynaması da hikmetlidir. Dilin kaynağının İlâhî mi olduğu yoksa insanın uzlaşması ile mi olduğu konusunda âlimler farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

Uzlaştırmacı görüşe sahip Ebu İshâk el-İsferâyînî’ye göre dil önce ilahî menşeli olarak oluşmuş, Hz. Adem’e öğretilmiş, farklılaşması da Allah’ın dilemesiyle insan ürünü olarak gerçekleşmiştir.

Bakara Suresi 31-33. ayetlerde buyurulduğu gibi Hz. Adem’e her şeyin ismi, mahiyeti ve dil öğretilmiştir. Elmalılı tefsirine göre diğer peygamberlere verilen mu’cizeler gibi Hz. Adem’e farklı diller ve eşyanın isimlerinin öğretilmesi de onun peygamberliğinin mu’cizesidir.

Burada dilin çeşitlenmesi ile ilgili iki görüşten bahsedeceğiz. İlki; Fahreddin er-Razi’nin et-Tefsirü’l- Kebir adlı eserinde bahsettiği, Hz. Adem’in öğrendiği farklı dilleri evlatlarına öğrettiği, onların da bunları öğrenip yeryüzünün çeşitli yerlerine dağıldığı ve zamanla belirli bir dilde konuşmaya başladıkları, dolayısıyla dillerin farklı coğrafyalarda farklı şekilde oluştuğu ve çeşitlendiği görüşüdür.

İkincisi ise; İslâmî, İsevî ve Musevî kaynaklarda benzer şekilde yer alan, Bediüzzaman Hazretlerinin “tebelbül-ü akvam” olarak tanımladığı Babil kulesinin hikâyesidir. Kule, Tevrat’ta yer alan bilgilere göre; Hz. Nuh’un (as) torunları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmıştır. Beni İsrail geleneğine göre ise Nemrut, Allah’a -hâşâ- kafa tutmak için bu kuleyi yaptırmıştır. Allah’ın gadâbını celb eden bu hadise sonucunda ise kulede çalışanların dilleri farklılaşmış ive birbirleriyle anlaşamaz olmuşlardır. Kulenin tamamlanamaması bir yana; hiçbiri konuşamaz, anlaşamaz hâle gelmiş, aralarında mücadele ve kavgalar başlamış, neticede dünyanın çeşitli yerlerine dağılmışlardır. Böylece kavimlerin kısımlara ayrılmasıyla farklı diller ortaya çıkmıştır. Tabiî bu zaman içinde farklı dillerin ve lehçelerin oluşmasına da kapı açmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri “tebelbül-ü akvam” hadisesinin temel sebebinin kalplerin ayrılması olduğunu vurgulamıştır. Çünkü ayette de buyrulduğu gibi insanın bir erkek ve bir dişiden yaratılması ve farklı kavim ve kabilelere ayrılması tanışma, kaynaşma, münasebet için bir vesiledir.1 Aslında anlaşılmaktadır ki; bu verilen farklılıklar ilahî bir ilim ve iradenin eseridir. Esas olan ve insanı ayıran özellik onun kul olarak Allah’a itaatidir.

Rûm Suresi 22. ayet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur: “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirinden farklı olması da O’nun kudretinin delillerindendir. Şüphesiz ki, bunlarda bilenler için ibretler vardır.”

Zaman içinde diller, kökleri aynı olsa bile farklı lehçelere ayrılmışlardır. Örneğin aslı Latince olan Batı dilleri gibi insanın yaşayışı, ihtiyaçları ve bulundukları coğrafya, konuştukları dilin üzerinde etkili olmuştur.

İbni Hazm’a göre hiçbir dilin bir diğerine üstünlüğü bulunmamaktadır. Bir dilin güçlü, zengin, gelişmiş, zayıf olması; o dilin gelişmişliği ile ilgili değil o dili konuşanların sosyal, siyasî, teknolojik, ekonomik gücü; eğitim ve kültür seviyesi ile ilgilidir. Mesela, Sâmi dil ailesinin başlıca üç yerel dili olan Aramca, İbranice ve Arapça pek büyük bir coğrafyada konuşulmadıkları hâlde zenginlik ve güzellikleri onları konuşan halkın yaşadığı coğrafyanın iklimi ile bağlantılıdır. Kuzeyde kullanılan Aramca; sert, fakir, armoniden uzak ve şiirselliğe elverişsizdir. Diğer tarafta yer alan Arapça ise; zengin, esnek, hiçbir dilde bulunmadığı kadar karmaşık gramer sistemine sahip, hayranlık verici bir dildir. Bu iki nokta arasında yer alan İbranice ise; önemli olana sahiptir ama yüzeysel kalmaz. Armonik ve kolaydır ancak Arapçanın zenginliğine ve esnekliğine erişemez.

Dillerin farklılaşması neticesinde herkes “benim” demeye başlamıştır. Benim ırkım, benim fikrim, benim siyasetim vb…  Bu da nefis, ırk gibi olumsuz duyguları besleyerek her konuda kargaşa ve kavgayı beraberinde getirmiştir. Aslında dilin farklılaşmasının hikmeti; insanın doğru olanda anlaşması ve bir araya gelmesidir.

Hz. Peygamber’e güzelliğin hangi şeyde olduğu sorulduğunda “Lisanda” diyerek dilin önemini vurgulamıştır. Burada Rabbimizin Peygamberimize öğrettiği, öğretmesini istediği, ayetler ile de öğütlediği dil; güzel, edepli, doğru, yumuşak, kalbe tesir edecek, yerli yerinde bir dildir.

Anlaşılıyor ki; dilin gerçek amacı olan barışa ve anlaşmaya varmak için insanın ortak bir dil çatısı altında birleşmesi gerekmektedir. O da bizi kelime anlamı “barış” olan İslâm dininin kapısına götürür. İslâm’ın temeli ise Allah’a imandır. İman üç aşama ile pekişmektedir; kalp ile tasdik, dil ile ikrâr ve ibadet ve fiiller ile bunu sosyal yaşama uyarlamak. İman ile aynı görüş ve yolda, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunda birleşen insanlar kalpleri ile aynı dili konuşurlar. Bu birlik Mekke’de, Kâbe-i Şerif’te tek tip kıyafetle, aynı uyumlu hareketlerle, tek gayenin Allah’ın rızası olması ile açıkça görülür. O hâlde dil, bizi tevhide götüren bir nûmunedir. Dillerimiz, renlerimiz farklı olsa bile yıldızlar gibiyiz; sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız. Okuyalım, bilelim, amel edelim inşallah sevgili okur.

 

Kaynakçalar:
– Ağarı, Murat, Dilin doğuşu üzerine mütalaalar, Karabük Türkoloji Dergisi, Cilt/Satı: 5-1 (2022), Karabük 2022, s. 37-78.
– Aydın, İsmail, Kur’ân perspektifinden dillerin kökeni meselesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 11, Sayı 3, 2011, ss. 95-115.
– Sönmez, Mustafa, Kelamcılara göre “Dillerin kaynağı” problemi ile ilgili tartışmalara ilişkin bir değerlendirme, Kelam Araştırmaları 8:1 (2010), ss. 183-210
Dipnot:
1) Hucurat Suresi: 13.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*