Adaletsizlikten psikolojimiz bozuldu!

Danışanların kendi dünyalarına bakarak anlattıkları problemi ben uzman olarak yukarıdan/tarafsızca inceleyebiliyorum. Çünkü benim duygularım olaya karışmıyor. İlişkisel sorunlarda danışan; “Eşimi/ailemi nasıl değiştirebilirim, böyle davranmasını istemiyorum” talebiyle geliyor. Ve şöyle bitiyor süreç; “Ben kimseyi değiştiremem, ama kendimi değiştirince sorunlarım da değişti.” Bu farkındalık tam bir tevekkül hâli oluyor, kendi yapabileceklerine odaklanıp gerisini düşünmemek. Ancak bazı danışanlarım öyle problemler getiriyor ki, kendine düşen vazifeye bakmasının yanı sıra bunu gözlemleyen olarak bana da bir vazife düşüyor; hukuksal zeminde haksızlığa karşı koymak. Bu konular genelde adaletsizlik konuları oluyor. İnsandan adaletsizlik gelince bunu danışan bazında inceleyip yapabileceklerini inceleyebiliyoruz ancak hukuksal anlamda adaletsizlik olunca bu çok daha zor bir konu oluyor.

Meselâ boşanma sürecine girmiş danışanlarım oluyor, o süreç çok çirkinleşilen bir süreç, iki taraf da atılmayacak iftiraları atıyor birbirine. Çocuk varsa göstermemeler üzerine kışkırtmalar oluyor, nafaka vermemek uğruna oynanan oyunlar oluyor. Mahkeme çok uzun süre ertelenip, taraflar mağdur edilmeye başlanınca bu çok zor bir konu hâline geliyor. Seanslar birbirini tekrar eder hâle geliyor çünkü adalet sağlanmadı, konular çözülmedi. Bundan başka da gündemi yok danışanın. Eli kolu bağlı hayattan ümidini kesmiş vaziyette mahkeme tarihini bekliyor.

Başka danışanım ev sahibi-kiracı meselesini anlatıyor, kanayan yaramız. Ne diyeceğimi şaşırıyorum, dinlemekle kalıyorum çünkü hukuksal bir şey. 1 yıl içinde defalarca taşınmaktan yorulmuş.
Başka danışanım KPSS’ye çalışıyor. Varını yoğunu bu sınava veriyor, güzel de puan alıyor. Ama mülakatta hukuksuzluklar görünce gelecekten ümidi kalmıyor. Depresyonun 3 bileşeni olan kendinden ümit kesme-gelecekten ümit kesme ve dünyadan ümit kesme basamaklarını bir bir tırmanıyor. Hatta birçok danışanım daha mezun olmadan; “KPSS’ye hazırlanmam lazım ama torpillilerden sıra gelmiyor. İnsanın hevesi kalmıyor” diyor. Farklı bir cevap veremiyorum, ümit veremiyorum. Zaten görevim ümit vermek değil, ancak seansa gelecek gücünü dahi kaybediyor danışan.

Bazı danışanlarım ülkedeki cinayet-istismar olaylarından duyduğu endişeyi dile getiriyor. ‘Bu insanların psikiyatrik tedavi olması lazım, yoksa biz çocuklarımızı nasıl koruyacağız?’ diyor. ‘Tam katılamıyorum size’ diyorum. Her şey psikolojik değil, bazı şeylerin hukuksal önlemi olmalı, yaptırımı olmalı. Psikoloji, bu vahşi insanları düzeltmek için hukukun arkasında kalıyor. Zira bahsettiği suçlu 26 defa ceza yemiş ama çıkmış bir kişi. İnsan burada psikoloji diyemiyor işte, adalet diyor. Hak hukuk diyor. Yaptırım diyor…

Burada parantez açmak istiyorum, yazdıklarımız demek değil ki adaletsiz düzende sağlam psikoloji kalmaz. Buna da katılmıyorum, psikolojik sağlamlık denen bir kavramımız var. Değer alanlarımız bize sağlamlık verir, devam edebilme gücü verir. Nitekim Mahatma Gandi gibi, Said Nursî gibi hürriyet aşığı insanların ömrü hapislerde geçmiş, adaletsiz mahkemelerde yargılanmışlar. Nasıl psikolojileri bozulmamış? Ellerinden geleni yapıp sabırsızlık etmemişler, değerlerine tutunmuş ve bakış açılarını değiştirmişler; “Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lafızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir.” (Tarihçe-i Hayat) diyerek adaletin geleceği güne kadar sabretmişler. Sabrederken “adalet” demekten vazgeçmemişler.

Ben de seanslarımda danışanın psikolojik sağlamlığı ile çalışırken bu sorunların ana kaynağını görmezden gelmek istemiyorum ve seans dışında adalet diyorum, bize lazım olan her alanda adalet!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*