Avuçtaki kor

Başlıktaki ifade Efendimizin (asm) bir hadis-i şerifine istinad ediyor.

“El-kabzu ale’l-cemr” yani “kor ateşi tutmak.”

Kütüb-ü Sitte’nin üç kitabında1 yer alan nisbeten uzunca bir rivayetteki bu ifade, kıyamet yaklaşıp da fesadın arttığı zamanlarda imanı muhafaza etmenin elde ateş koru tutmak kadar zor olacağı yorumuna da kaynaklık teşkil ediyor.

İlgili rivayetin tamamı şöyle:

“Ebu Umeyye eş-Şa’banî anlatıyor:
“Ebu Sa’lebe el-Huşenî’ye geldim ve ona, ‘Bu ayet hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sordum. Ebu Sa’lebe, ‘Hangi ayet?’ dedi. Ben de, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ [‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.’ (Maide: 105)]2 ayetini kasdettiğimi söyledim. Ebu Sa’lebe şöyle dedi:
‘Vallahi, bu ayet hakkında bilgili birine sordun. Çünkü ben de bu ayet hakkında Allah Resulüne (asm) sordum. O da şöyle buyurdu:
‘İyiliği emredin, kötülükten sakındırın. Ancak cimrilik hâkim olur, nefsin arzuları peşine düşülür, dünya tercih edilir ve herkes kendi görüşüne hayran olur hale gelirse, o zaman kendine bak ve insanlarla uğraşmayı bırak. Zira arkanızda öyle sabır günleri vardır ki, o günler avuçta kor bir ateşi tutmak gibidir. O günlerde salih amel işleyen kimseye, elli kişinin amel ecri gibi bir ecir [sevap, mükâfat] vardır.’”
Evet, “avuçtaki kor” için elbette pek çok yorum yapılabilir, lâkin günümüzde ‘avuçtaki dijitale’ mahkûm olunduğu düşünüldüğünde, Hz. Peygamberin (asm) 1400 sene önceden ifade ettiği “avuçtaki kor” tâbiri bana bu yönüyle de çok manidar geldi.

Gerçekten de, cep telefonları ile “elde ateş tutar” gibi değil miyiz?

Dergi yayın kurulumuzda sosyal medyanın tehlikeleri bağlamında müzakerelere devam ederken gayr-i ihtiyarî şu cümleleri kurmuştum:

“Sosyal medya iyi ile kötünün, haram ile helâlin bir tık kadar kadar birbirine uzak/yakın olduğu bir mecra. Adeta bıçak sırtı bir arena. Bu yönüyle de tehlikeli. Bir bakıma, aynı dükkânda satış var. İyiye bile talip olsan, o dükkâna girmek zorundasın! Ama gerçek hayat, gerçek ortamlar böyle değil: İyinin, doğrunun, hayrın yer aldığı ortam, kişiyi fenalıklardan cismen de ruhen de daha kolay uzak tutan bir rahmet havuzu.”

Anlaşılacağı gibi, bu cümleleri kurarken, elbette bu teknolojiyi bütünüyle kötülüyor veya mahkûm ediyor değiliz. Fakat tehlikenin de farkında olmalı. Zira tahrip kolay, tamir zor. Şeytan ve avanelerinin işi de tahrip nevinden. Bu açıdan kendi sahalarına kolayca çekebiliyorlar. Sırr-ı imtihan!

“Elde ateş koru tutmak” tâbirinin, âhirzamanda imanı muhafaza etmenin zorluğuna işaret ettiğini de söylemiştik. Buradan hareketle “cemaat halinde olmanın, cemaate sarılmanın” ehemmiyeti de aşikâr. Ateş korunun ancak hızlıca elden ele taşınabileceği, kişi yalnız kaldığında bunu muhafaza etmesinin mümkün olamayacağı metaforu da bunu destekler.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Bu kadar günahlara karşı insanların hususî ibâdâtı [ibadetleri] ve takvası nasıl mukabele edebilir, diye me’yusâne [ümitsizce] düşündüm.” derken günahlara, haramlara, hâsılı şu asrın bütün ifsâdâtına ancak “cemaat” hâlinde mukabele edilebileceğini izah etmektedir.
“Hayat-ı içtimaiyeye [sosyal hayata] giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihetle günahlar serbestçe insanı sarıyorlar.” tesbiti de dikkat çekici.

Bediüzzaman Hazretleri, böyle manevî tehlike altındaki bir insan için “Her biri bin yerden gelen günahlara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur, diye mütehayyir kaldım.” dedikten sonra, Nur Talebelerinin ‘sanal değil, gerçek anlamdaki birlikteliklerine ve dayanışmalarına’ vurgu yapmaktadır. Böylelikle mü’minlerin birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmeleri, tam bir ihlâs, tesanüd (dayanışma) ve uhuvvet (kardeşlik) ile birbirlerinin takva kalelerine kuvvet ve yardım göndermeleri gibi Kur’ân ve Sünnet dairesinde gerçek bir cemaat manasını tahakkuk ettirmekle ancak âhirzaman tehlikelerinin savuşturulabileceği üzerinde durulmaktadır.

Bu zamanda, böyle Ehl-i Sünnet dairesinde, sahici, yüz yüze ve omuz omuza, ‘müstakim bir cemaat ve şahs-ı manevî’ olabilmenin önemine vurgu yapmamızın sebebi, sosyal medyanın bilhassa gençler üzerinde şu “yalnızlaşma,” “gerçek hayattan kopma,” “gerçeklik algısının zayıflaması,” “yanlış rol modellere kapılarak tehlikeli mecralara sürüklenme” gibi olumsuz etkilerine karşın, hedefi fertlerin iman ve ahlâk eğitimi olan cemaat ortamlarının hakikî sosyalleşmeye, sağlam temellere oturan bir karakter ve kimlik inşaasına yaptığı hizmetin ehemmiyetine dikkat çekmek istememiz.

Ne yazık ki bugün kimi cemaatlerin siyasî veya ticarî ilişkiler ağında aslî hizmetlerinden uzaklaştığı, bu sebeple vahim tablolara yol açtığı ve bunlar da bahane edilerek din-i mübin-i İslâma rıza-yı İlâhî yolunda hizmet etmek gayesinden başka bir şey gütmeyen hakikî Ehl-i Sünnet cemaatlerinin ve ‘cemaat’ algısının siyasî propagandalarla toptan mahkûm edilerek ‘öcüleştirildiği’ düşünüldüğünde, hayatının baharında olan ve tutunacak bir simit arayan gençlerimizin kendilerine daha ziyade sosyal medya mecralarında bir aidiyet ve kimlik arama eğilimine girmelerinin sebebini anlamak çok da zor olmayacaktır. Buralarda da elbette güzel kanallar, faydalı sanal ortamlar yok değil. Hatta bunların varlığı da hakikaten çok mühim ve faydalı. Ancak sadece sanal düzlemde kalındığında, bunun gerçek hayattaki cemaat atmosferinin yerini tutmayacağı da aşikâr.

Öte yandan, sanal ortamlardaki arayışın her zaman masum sonuçlarla noktalanmadığı da ortada. Kaldı ki meşru ve makul ortamlarla karşılaşılsa dahi, aynı mecrada akan yüzlerce kirliliğin her zaman için ‘bir tık uzaklık’ta bir tehlike alanı oluşturduğu da gözden uzak tutulmamalı. Sosyal medya için “bıçak sırtı bir arena” dememizin sebebi de bu. Ve yazının başına dönersek, bu durumu, hadis-i şerifteki “avuçta kor ateşi tutmak gibi sıkıntılı günlere” benzetmemiz de bundan kaynaklanıyor.
Peki, bahsettiğimiz tehlikeler gerçek hayatta yok mu? Elbette var. Ama gerçek hayattaki ‘ortam geçişlerinin’ bu kadar kolay olmadığı ve “avuçtaki korun/dijitalin’”hânelerimize kadar girdiği düşünüldüğünde meselenin boyutu daha iyi anlaşılıyor olsa gerek.

Uzun lafın kısası, “eldeki kor”un ortadan kaldırılması düşünülemeyeceğine göre, bu teknolojinin her zaman ve her fırsatta olumluya kanalize edilmesi çok mühim. Daha önemlisi, aynı elin, en az “kor” kadar “nur”u da tutması şart. Korun zararından ancak nurun faydası koruyacaktır inşaallah.
O halde hadis-i şerifte belirtildiği üzere -belki de tam da içerisinde olduğumuz- şu “avuçta kor bir ateşi tutmak gibi olan sabır günleri”nde, Bediüzzaman’ın “yüz elimiz de olsa ancak nura kâfi gelir” tesbitini de hatırlarcasına Kur’ân Nurlarına sarılmak, o nurları sanal âlemlerde solumakla asla yetinmeyip, mutlaka ama mutlaka yüz yüze, omuz omuza, fizikî olarak cemaat atmosferlerinde de teneffüs etmek duasıyla…
Kor’la değil, Nur’la kalın inşaallah…

Dipnot:
1. Ebû Davud, Melâhim: 17 (4341); Tirmizî, Tefsir: Maide (3058); İbni Mace, Fiten: 21 (4014).
2. Bediüzzaman Hazretleri bu ayetin bir tefsirî meâlini şöyle yapmıştır: “Yani: Başkasının dalâleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmazsanız.” (Emirdağ Lâhikası, 21. Mektup)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*