
Selamlar Keçeliler! Uzun bir aradan sonra size bir selam vermeye geldim. Eh, gelmişken bir kitaptan bahsetmesem olmazdı. Bu ay sizin için Matt Haig’in kaleminden çıkan ve 2020 yılının en iyi romanı seçilen Gece Yarısı Kütüphanesi’ni seçtim.
Ben bu kitabı, kitap okumakta zorlandığım bir dönemde bir tavsiye üzerine aldım ve okudum. Eğer internette yazılan yorumlara baksaydım, muhtemelen bu kitabı almazdım. Siz de benim gibi yapın ve bana güvenin, Keçeliler!
Size ilk tavsiyem, kitabı edebi bir dil beklentisiyle okumayın; çünkü kitabın oldukça sade ve anlaşılır bir dili var. Eğer siz de benim gibi başladığınız kitabı bitirememe gibi bir dönemden geçiyorsanız, bu kitap iyi bir geçiş kitabı olabilir. Çünkü okurken anlamak için beyninizden dumanlar çıkmasına gerek kalmıyor. Sosyal medyadaki kısa videoları izlediğimiz, tek cümlelik motivasyon gönderilerini okuduğumuz ve hatta 2 saatlik bir film izleyemediğimiz şu hızlı çağda, Gece Yarısı Kütüphanesi, okunabilecek en güzel kitaplardan biri.
Şimdi gelelim kitabın konusuna…
Hepimiz hayatımızın birçok evresinde, “Acaba şu konuda başka bir tercih yapsam nasıl bir hayatım olurdu? Daha mutlu, daha başarılı olur muydum?” diye düşünmüşüzdür. Keşkeler, pişmanlıklar, geç kalınmışlıklar ve yarım kalan hikâyeler hayatımızın her anında var. İşte bu kitap, intihar etmeye karar vermiş ve bunun için girişimde bulunan Nora Seed isimli karakterin hikayesi üzerinden “Başka hayatları yaşıyor olsaydık nasıl olurdu?” sorusunu yanıtlamaya çalışıyor. Bu soruyu yanıtlamaya çalışırken, nihayetinde her hayatın kendi güzelliklerini keşfetmekle ilgili olduğunu hatırlatıyor.
Aslında kader kavramını adına kader demeden o kadar basit bir şekilde anlatıyor ki bunu ancak kitabın sonuna geldiğinizde anlıyorsunuz. Yaşanabilecek tüm ihtimaller içerisinde, içinde bulunduğumuz hayatın en iyi hayat olduğu gerçeğini hatırlatıyor insana. Bir de bu dünyaya her an çok mutlu olma amacıyla gelmediğimizi; ölümlerin, hastalıkların ve yaşanan zorlukların bizi biz yapan şeyler olduğunu vurguluyor. Hangi hayatı yaşıyor olursak olalım, bunların kaçınılmaz olduğuna da değiniyor. Aslında biraz da insandaki ebediyet arzusuna değiniyor. Özetle, bu kitap hayata daha farklı bir açıdan bakmanızı ve belki de kendi “pişmanlık kitaplarınızı” kapatıp şimdiki anı kucaklamaya teşvik edecek sizi Keçeliler!
Son olarak sizlere “Geçmişte yaptıklarımdan pişman değilim, aklım hâlâ yapamadıklarımda…” diyor ve sizi kitaptan altını çizdiklerimle baş başa bırakıyorum. (Yanlış anlaşılmasın; günahlarım için tabiî ki pişmanım ve tövbe ediyorum. Ancak gerekli dersleri çıkarırsak, günahlarımız da bizim için değil mi?)
Altını çizdiklerim
“Ama kendini yalnız hissediyordu. Nora, yalnızlığın, temelinde anlamsızlık yatan bir evrende insan olarak var olmanın ayrılmaz bir parçası olduğunu bilecek kadar varoluşçu felsefeye hakimdi.”“ ‘Bizi geliştiren şey baskıdır ama. İlk başta kömürsündür, basınç sayesinde elmas olursun.’ “Nora, Neil’in elmas hakkındaki yanlışını düzeltmedi. Kömürün de, elmasın da karbon olduğunu ama kömürün hiçbir basınç altında elmasa dönüşemeyecek kadar katışıklı bir karbon olduğunu söylemedi. Bilimsel olarak, kömürseniz kömür kalırdınız. Belki de hayattan alınması gereken esas ders buydu”
“Ölüme gidilmez. Ölüm sana gelir.”
“Aşktan korkmak yaşamdan korkmaktır ve yaşamdan korkan herkes dörtte üç ölmüş demektir.”
“ ‘İstemek,’ dedi ölçülü bir sesle, ‘ilginç bir sözcüktür. Yoksunluğu anlatır. Bazen o boşluğu başka bir şeyle doldururuz ve ilk baştaki istek bütünüyle kaybolur. Belki de senin sorunun istemek değil, yoksun olmak. Belki de cidden yaşamak istediğin bir hayat var.’ ”
“Bazen öğrenmenin tek yolu yaşamaktır.”
“Burası bir olasılık kütüphanesi. Ölümse olasılığın karşıtıdır.”
“Pişmanlıklar kaybolup gitmezdi. Sivrisinek ısırığı gibi değildiler. Sonsuza kadar kaşınırlardı.”
“Oysa başarı ölçülebilecek bir şey, hayat kazanılacak bir yarış değildir.”
“Hangi dalın gittiği yolu seçersek seçelim, yine o çürümüş ağacız.”
“Direnme gücüne sahip olanlar başkalarından farklı değildir,” diyordu Nora. “Aradaki tek fark, onların aklında belli bir hedef olması ve o hedefe ulaşmaya kararlı olmalarıdır. Direnme gücü, dikkatimizi kolayca dağılabildiği bir hayatta odağımızı koruyabilme yeteneğidir. Bedenimiz ve zihnimiz sınıra dayandığında bile yaptığımız işe yoğunlaşmayı sürdürmek, dikkatimizi dağıtmadan, etrafa bakıp birilerinin bizi geçebileceğinden endişe etmeden kendi kulvarımızda yüzmeyi sürdürebilmektir…”
“Kendime yalnızlıktan daha iyi bir dost bulamadım.”
“Aynı anda hem ölümü hem de yaşamı istemenin karmaşası bizi bir şekilde arada bırakmaya yetmiş olmalı.”
“İnsan olmak, dünyayı sürekli indirgeyerek anlaşılabilir ve basit bir anlatıya dönüştürmek demekti.”
“Tek sınır kendi hayal gücün.”
“Nelerin ilgimi çektiğini tam olarak bilmeyebilirim ama nelerin çekmediğinden kesinlikle eminim.”
“Acıya karşı bağışıklık kazanmamızı sağlayacak bir yaşam tarzı olmadığını anlasak, her şey çok daha kolay olurdu. Mutluluğun doğasında acının da olduğunu.”
“Volkanların çelişkisi hem yıkımın hem de yaşamın sembolü olmalarıydı. Yavaşlayarak soğuyan, katılaşan lavlar zamanla toprağa -verimli, bereketli bir toprağa- dönüşüyordu.”
İlk yorumu siz yazın