
Gelin bir deneyle başlayalım. Şu anda sorsam bu yazıyı okuyan neredeyse herkes bedenini bilir. XS den XXL ye kadar bir değer gelecek aklımıza. Ya da ayakkabı numaramız. Çok rahat bir şekilde iddia edebilirim ki hepiniz ayakkabı numaranızı biliyorsunuz. Peki bu son derece normal gelen durumda rahatsız edici birşey yok mu? 100 yıl önceye gitsek kim biliyordu acaba ayakkabı numarasını? Ayakkabıcılar numarayla mı çalışıyordu yoksa ayak kalıbınızı alıp size uygun ayakkabı mı yapıyorlardı? Ya elbiseler 40 yaş altı kaçımız terziye gidip beden ölçülerimizi verip elbise diktiriyoruz artık.
Cengiz Bektaşın Türk Evi kitabında geleneksel yöntemde bir evin nasıl inşa edildiği anlatılır. Anlattığına göre evi yapacak usta ailenin evine gelir yerleşir o evin halkından biriymiş gibi onlarla yaşarmış bir süre. Günlük rutinleri görür, aile yapısını değerlendirir, yaşam alışkanlıklarını inceler, mahremiyete yaklaşımlarını anlamaya çalışırmış. Sonrasında evin yapılacağı yerin havasına bakar, rüzgara yağmura hakim olurmuş. En son da yerel malzeme ile ailenin ihtiyaçlarına göre çizilmiş bir ev tasarlarmış.
Zira her usta bilirmiş ki her ailenin ihtiyaçları farklıdır. Her ne kadar değerleri paylaştığımız bir toplumda yaşasak da ihtiyaçlar, âdetler, hatta yemek tarifleri aileden aileye değişir. Bu varsayımla aileyi tanıdıktan sonra onlar için evlerini inşa edermiş.
Peki biz ne yaşıyoruz şu anda, birileri toplu konut planları çiziyor, çok küçük bir özelleştirme imkanı sunuyor; oda sayısı, lavabo sayısı gibi. Sonra da biz o evlere sığacak şekilde hayatımızı planlıyoruz. Evler bize göre şekil almaktan ailemiz ve eşyalarımızın evlere göre şekillendiği hayatlara geçiyoruz.
Gitgide hayatlarımızda, bize özel biricik şeyleri yitirirken standartlaşmış fabrikasyon ürünleri tercih etmek durumunda kalıyoruz.
Tabiî bütün bunları niye anlatıyorum. Malumu beyan etmenin manası ne? Şu ki burada enteresan bir tezat görüyorum. Bireysellik azalıyorsa toplumsallık artmalı insanlar daha komünal daha standart bir yaşama dönüp tektipleşmeli derken bakıyoruz ki herkes Nemrut misal enaniyet dağları gibi geziyorlar. Herkes aynı set şekillerde giyinip, aynı set şekillerde görünüp, aynı set evlerde oturup, biricik olduğu kanaatine sahip oluyor.
Sosyal medyada herkes kendisiyle ilgileniyor, platformlarda bu duygudan maksimum verimi elde etmek için insana kendini haklı hissettiren doğru hissettiren mükemmelim haklıyım doğruyum algısını kuvvetlendiren içerikleri özenle seçip karşılarına çıkarıyor. İletişim kültürü birbirimizi överek güzelleyerek konuşmaya evriliyor. Linç edilen içerikler topluca linç ediliyor desteklenen içerikler topluca destekleniyor ve herkes biricik kalıp enaniyetini korumayı başarıyor. Bu korkunç durumu anlamak mümkün değil.
Bu durum, ciddî psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor. Artan kaygı ve depresyon ilaç kullanımını korkunç boyutlara ulaştırıyor. Sadece elitlerin aldığı terapi süreçleri yerine uyumu kolaylaştıran ilaçlara itiliyor toplum. İnsanlar ayda 1 sadece 5-15 dakikalık seanslarla psikolojik destek alıyor iddiasıyla ilaçlanarak standartlaştırılıyor. Toplumla eşitleniyor ve sorun çıkarmayacak şekilde psikolojileri düzenleniyor.
Erkekler ve kadınlar gerçek kimliklerini aramak yerine bir set kimlikten bazılarını seçip inşa ettikleri kimliği gerçek kabul ediyorlar. Makyajlı hallerini gerçek yüzleri olarak görüyorlar.
Herkes her an bağıran vicdanındaki bu duruma karşı farkındalığı susturmak için düzenli olarak onay arıyorlar. Kendilerini onaylayan iyisin, güzelsin, farklısın diyen seslere sıkıca sarılıyorlar. Küçük halkalar oluşturup birbirlerini onaylıyorlar.
Ve herkes bütün herşeyin ortasında yalnız. Yapayalnız. Sıkıcı, sıradan, yapay bir gerçeklikte yaşıyor. Özellikle inşa edilmiş eğlenceli biricik ve doğal olduğu yalanlarıyla bezenmiş bir ene ise herkesin boynuna asılmış onları yalancı bir uyuşturucu mutluluğuyla gezdiriyor.
Sonra da oturup yapay zeka insanı geçebilir mi diye konuşuyoruz. Hangi insanı soruyoruz acaba? Herkes ne yapıyorsa onu yapan, ne giyiyorsa onu giyen, ne düşünüyorsa onu düşünen, ne hissediyorsa onu hisseden bir grup ene kabarcıklarından mı bahsediyoruz. Yapay zeka onları çözdü tüketti anladı ve geçti çoktan.
Bütün bunların mimarı herşeyi herkese daha kolay daha az emekle ve daha yüksek karla satmak isteyen sistemdi. İnsanlar da sistemin parçası olarak bu konsepte uymayı daha eğlenceli buldu ve zor olan kimlik inşasını terkedip kolay olan hazır kimlikleri giyindi. Herşey birkaç yıla kadar da sorunsuz işliyordu. Alan razı veren razı iken bir gece hiç beklemediğimiz birşey oldu. Yapay zeka sıçrayıp çıktı ve teorik tartışmaların konusu olmayı bırakıp hayatımızın bir parçası oldu.
Sistem bu insanları kuru ot yiyip karşılığında süt veren inekler gibi tasarlamıştı. Ama bir gecede çok daha verimli bir süt kaynağı buldu. Basmakalıp insana ihtiyaç kalmadı bir gecede. Standart şekilde üretim yapıp kazancını tekrar sisteme yediren insanla uğraşmaya gerçekten gerek kalmadı artık. Temel standart üretimi yapay zeka %80 verimle yapabiliyor artık. 3-5 yıla çok daha iyi yapacak.
Sosyal medyada beğeni almak için sıradanlaşan insan sıradanlaşmayı daha iyi beceren makinelere karşı tekrardan bir kimlik arayışına girmek zorunda artık. Sıradanlaşmış milyonlarca insan ise artık toplum üzerinde bir yük oldu.
Ben olmayı başaramamış kendisini keşfedememiş insan olmanın getirdiği avantajları bulamamış sosyal medyada beğeni peşinde koşan insanlara artık ihtiyacımız kalmadı. Yeni dünya bu insanları istemiyor artık. Bir an önce kim olduğumuzu farketmeye başlayıp biricikleşsek çok iyi olacak.
En son nüfusun çok önemli bir kesimi gereksizleştiğinde adına sanayi devrimi denmişti. Ve sanayi devrimini, iç ve dış savaşlar acı açlık ve yoksulluk takip etmişti. Allah bizi benzerinden korusun.
1 Trackback / Pingback