Zihniyet

El-Harizmî kitabına ismini verdiği “el-cebir” sonuçlandırma anlamına gelen ve bir cebir denklemine çözüm bulmak için denklemin her iki tarafının da denkleştirilmesine işaret eder. Ebu Hanife fıkhın gelişiminde akla dayalı muhakeme gücünün başlıca rolü üstlenebileceği düşüncesini destekliyordu. İmam Gazâlî İslâm’ın Matematiğe dayalı ilimleri inkar ederek galip geldiğini zanneden bir kimsenin dine karşı işlemiş olduğu suç, gerçekten dehşet vericidir, demiştir. Şu hâlde, bir Müslümanın zihin çarkları akıl/mantık hesapları dışında bir sonuca kapalı olmalıdır. Bu ise, her an bir sorgulayan zihne, aktif bir zekânın hiç durmadan ölçüp biçmesine sahip olmasını gerektirir.

Zihniyet, insan zihninin bir hâli, bir tavrıdır. İnsanların aynı mantığı kullandıkları hâlde herhangi bir konuda gösterdikleri farklı tutumlar düşüncelerini yöneten zihniyetlerinin farklılığından dolayıdır. Pascal’ın “Pirenelerin bu tarafında doğru olan öteki tarafında yanlıştır” sözü farklı zihniyetlere işaret etmektedir. (Pireneler: Fransa ile İspanya arasındaki doğal sınırı oluşturan bir dağ silsilesi)

Nitekim Bediüzzaman bunu kendisi ve talebeleri arasında etkileşim bağlamında kesin bir kural olarak belirtiyor: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim hâlde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.” (Münazarat)

Bu noktada Bediüzzaman’ın duyduğu endişe kısmen Etyen Mahçupyan tarafından da ifade ediliyor:
Birtakım değerlerin bizatihi medeniyet üretebileceğini sanıyor ve bu nedenle de o değerler bir süre sonra maddiyatçı gelişmenin, giderek yozlaşmanın parçası olmaktan kurtulamıyor. Mesele sahip olduğunuz değerler değil, söz konusu değerleri kendi hayatınız bağlamında tanımlar ve yeniden üretirken sahip olduğunuz zihniyet.

Burada “sahip olunan zihniyet” ten ziyade “zihniyet” toptan bir problem kaynağı olarak görülmelidir. Söz konusu “zihniyet”ler zihnin kara lekeleridir. Paradigma tek başına bir zihinsel iflasa götürür. Paradigma değiştirmekle bu iflas önlenemez. “Sloganlar yönetiyor insanları. İdeolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke giydirilen deli gömlekleri.” (Bir Facianın Hikâyesi) diyordu Cemil Meriç. İzmler, ideolojiler zihnî bozucular, bozuk zihniyetlerdir. Bunun kaynağı Meriç’ e göre Batı’dır.

Bediüzzaman Batının temsil ettiği zihniyetin dönüşüm zorunluluğunu şöyle tespit etmişti:

“Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler:

Ecnebîlerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

Dördüncü, Beşinci Maniler:

Papazların, ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebîlerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mâni dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev’-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.” (Tarihçe-i Hayat)

Batı Rönesans’la bu kısıtlamalarından bir ölçüde kurtulup zihninî açtı ve geliştirdi. Aynı dönemde Doğu toplumları tam tersine kapanıp, geriledi. Sait Halim Paşa, Doğu milletlerinin geri kalmasındaki en önemli sebeplerden biri olarak düşünce biçimini göstermiş, “zihnimiz eşyaya yansıyor, eşya zihnimize yansımıyor” demiştir.

Hâlbuki İbni Haldun’un düşünme metodu: Nazar, tahkik ve ta’lil ile günümüzü de etkileyen bir metod zenginliği üretebilmişti. Çağdaş İslâm düşüncesinde Bediüzzaman’ın metodu: mana-i harfi, mana-i ismi, nazar, niyet olarak çok farklı boyutları birden içeriyor. Burada da görüleceği gibi, amaç paradigma üretmek/zihniyete mahkûm etmek değil; zihni açık bırakmak. Metotlardaki çoğulculuk sonuçta zihinsel üretimlerdeki çeşitliliği kazandırabiliyor. Bu zenginliği kaybettiği an, insan ve toplum zihnî darlaşıyor ve sıkışıyor.

Mecelle’de hâkim’in vasıfları şöyle tarif ediliyor:

“Hâkim; hakîm [ilim sahibi], fehîm [zeki, anlayışlı], müstakîm [doğru, dürüst], emîn [güvenilir], mekîn [temkinli, sakin] ve metîn [sağlam] olmalıdır.”

Devlet kelimesi Arapça “dâle-yedûlü” fiilinden “zamanın dönmesi, değişmesi” demektir. Yani mal, makam, saltanat ve ilim bunların hepsi elden ele dolaşan şeylerdir. Bugün sendeyse, yarın başkasındadır. Zihniyetler de böyledir. O hâlde Alija Izzetbegoviç’in dediği gibi: “Putları reddet, idealleri koru!”

İsmet Özel, Zor Zamanda Konuşmak kitabında sonucu biraz keskin olsa da zihniyete götüren delil, hüküm ve bağımlılık arasında dikkatli bir sonuç buluyor:

Bu yüzden, söz ile “lafzî delillerle” kendini haklılaştıran, doğrulayan düşünceler birer doktrin olma yolundadırlar. Bunun da varacağı yer “dogma” dır. Dogmalar her türlü araştırmadan kaçar ve korkarlar.
Arapça’da kullanılan farklı düşünme çeşitleri bize zihniyete esir olmamak için tekdüze düşünmeden kurtaracak zihnî aktivite çeşitliliğini ortaya serer.

Bunlar şöyle özetlenebilir:

Tezekkür: Geçmişe yönelik düşünmek
Tedebbür: Geleceğe dair derin düşünmek
Teakkul: Sebep ve sonuç arasında bağ kurarak düşünmek
Tefakkuh: Lehinde ve aleyhinde olanı düşünmek
Tefekkür: Olaylar ve deliller üzerinde düşünmek
Teemmül: Ümit ederek düşünmek

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*