İmtihanın sırrı budur. Nefsimizle sürekli göz göze geliriz. Halbuki imanın rükünlerine iman ettikten sonra İslam’ın şartları olan ibadetleri de yerine getirmeyi kabul etmiş oluruz. Bu kulluğumuzu, acizliğimizi kabul etmek ve nefsimize de kabul ettirmek çabası içine girmektir. Ancak bu nefse ağır gelir, kulluğumuza dair vazifeleri yerine getirirken zorlanmaya başlarız. Bunun temel sebebi İslam’ı iyi tanımamak, hangi ibadeti ne için yaptığımızı bilmemek ve en önemlisi bizi yaratanı tam manâsı ile tanıma yoluna gönlümüzü koymamaktır. Bizi yaratan Rabbimizi iyi tanısak, neden yaratıldığımızı düşünüp kendimizi bulsak, anlamı anlasak, kabul edip yola devam etsek yaşamak sanatı daha kolay ve rahmetli olurdu.
Rab terbiye eden, en güzel şekilde eğiten, yetiştiren anlamındadır. Rabbimiz bizi en iyi tanıyan, bizim ihtiyaçlarımızı en iyi bilendir. Her işi yerli yerinde ve anlamlıdır. Rabbimiz İhlas Sûresi 2. ayetinde buyurduğu gibi ‘Samed’dir. Herkesin kendisine ihtiyacını arz ettiği, fakat kendisi kimseye muhtaç olmayandır. Dolayısıyla Rabbimizin bize yapmamızı emrettiği her iş bizim ihtiyacımızdır. Kimisi kalbe, ruha iyi gelirken kimisi bedene, akla iyi gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet (kulluk) etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyurmuştur. Burada ibadet kelimesi marifet kelimesi ile yorumlanmıştır. Çünkü ibadet, ibadet edilenin bilinmesi koşuluna bağlanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursî Lem’alar adlı eserinde insanın ibadete, adeta hastanın ilaca muhtaç olduğu gibi muhtaç olmasını şöyle ifade etmiştir: “Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz.”1
Tüm bunlar neticesinde kıyamet günü kulun ilk önce hesaba çekileceği şey2, amellerin en faziletlisi3, Resûlullahın (asm) cennetin anahtarı buyurduğu4, kulun Rabbine en yakın olduğu secde anını içinde tekrarla barındıran5, dinin direği, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyan6 namaz, ibadetlerin en başında gelir. Geçmiş ümmetlerin de farklı bir usulle yerine getirdiği bir ibadet olan namaz en son halini Miraç ile almış ve insanların Rabbine sığındığı bir liman olmuştur. Peygamberler hayatlarının zahmetli, çileli “bittim” noktalarında manevî hediyeler almışlar ve teselli edilmişlerdir.7 Hz. Âdem af müjdesi ve kelimeler almış, İbrahim Peygamber ateşten kurtulmuş ve daha niceleri. Hz. Muhammed (asm) Efendimiz ise Mekkeli müşriklerin zulümlerinin arttığı günlerde, en sevdiklerini kaybettiği hüzün yılında hediyesini almıştır. Miraç hadisesi ile verilen üç hediyeden birisi beş vakit namazdır.
Yüce Rabbimiz “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.” (Taha, 20/132) buyurmuştur. Allah bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren Rezzâk’tır. Namaz ibadeti Cenab-ı Hakkı tesbih, tazim ve şükürdür. Namaz, kullarına verdiği sonsuz nimetlerinin sayısını bilen Rabbimize teşekkür etmek için bir fırsattır. İnsanın hizmetine verilmiş canlı cansız tüm varlıkların tesbihlerini ve ibadetlerini adeta bir vekil gibi Allah’a sunması ile geniş bir âlemi temsil eden küllî bir ibadete dönüşür. Her türlü zikir namazda toplanmıştır. Namaz abdest ile maddî; dua, zikir ve fiil ile manevî kirlerden arınmaya bir vesiledir. Günde beş vakit Allah’ın huzuruna davet edilen insan kıymetli olduğunun bilincindedir. Bunca nimeti veren, onu sevip koruyan, ihtiyaçlarını gören Rabbine karşı mahcubiyet ve şükürle yönelir, böylece günah ve kötülüklerden korunur. Efendimiz (asm) ailesinin başına bir darlık ve sıkıntı geldiğinde onlara namaz kılmalarını emretmiştir.8 Çünkü ona sıkıntılı olduğu bir dönemde hediye edilen namaz, ümmeti için de bir ferahlık ve kurtuluştur.
İnsan namazın beş vakti ile zamanın kıymetini öğrenir. Sabah namazından yatsı namazına kadar olan süreçte insan; yaratılışı, gençliği, yaşlılığı, ölümü, yeniden dirilmeyi, hesap gününü temsilen yaşar, hatırlar ve esas âlemi için hazırlık yapar. Namaz imanı diri tutmaya ve tazelemeye vesiledir.
Yaşadığı müddetçe üzüntülere ve acılara maruz kalan ama aksine nihayetsiz lezzetler ve emellere düşkün olan insan, bununla baş edecek kuvveti ancak her şeye kadir bir Râhim-i Kerim’in kapısını niyaz ile çalarak elde edebilir.9 Kur’ân-ı Kerim’de muttakîlerin, hayırlı mü’minlerin, Firdevs cennetinin vârisleri kurtuluşa ermiş mü’minlerin, temiz yürekli mütevazı mü’minlerin, muhsinlerin, sadıkların, iyi, salih ve akıllı insanların ortak özelliği olarak namaz zikredilmiştir.
Dolayısıyla namaza, onun içinde gizlenen bildiğimiz, bilmediğimiz nice hikmetlere kul olarak bizim ihtiyacımız vardır. O halde;
Haydi namaza,
Haydi kurtuluşa.
Ve mü’min şöyle dua eder: “Rabbim! Beni ve neslimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.”10

İlk yorumu siz yazın