Hz. Muhammed’in (asm) hayatı ve İslâm daveti

Hz. Muhammed’in (asm) hayatı ve İslâm daveti

Hayat serüveni içinde hepimizin bir şeyler aradığını hissettiği ancak aradığı şeyin ne olduğunu tam bilemediği dönemler olmuştur. Bir hakikat, bir şifa, bir satır, bir söz, bir insan, bir eylem… Bu hâl aslında insanın yabancısı olduğu bir hâl değildir. Hayatın büyük çoğunluğu, üzerine düşünüldüğünde belirsizlikler, soru işaretleri, olasılıklar üzerine bir düzendir yaratılmışlar için. Bu yüzden insanın aradığı şeyler değişse de insan hep bir arayış hâli üzerinedir.

Bu arayış hâli fıtrî bir dua hükmüne geçer. Aradığı şeye hazırlanmaya başlar ruh ve aradığı şey de kendisini aramaktadır artık. İşte bu şekilde bir buluşma hâli ancak bir değişim ve dönüşümün kapısı olabilir.

Eserler de, bir soru ya da ihtiyaç üzerine okunması halinde insana kendini açar. Elimizdeki eser üzerinden konuşacak olursak, yalnızca bir siyer okuması niyeti ile hatta çoğumuzun bölük bölük de olsa bildiği Peygamberimizin (asm) hayatının tekrarı mahiyetinde bir okuma hâli, gün sonunda belki 2 cilt olması ve sayfa sayısının çokluğu bahane edilerek yarıda bırakılmış bir eser olarak kütüphanemizin bir köşesinde yer alır.

Önceki yıllarda birkaç siyer okuma girişimim tam da bu nedenlerle “Kesin bir ara devam edeceğim” diye verdiğim sözler eşliğinde sekteye uğramıştı.

Bu kitabın ise beni ilk içine çekme nedeni, kitabı elime alıp baştaki sayfalarından birini karıştırırken, Peygamberimizin otuz beş yaşlarından sonra yaşadığı özel bir döneminden bahsettiği bir bölüme denk gelmemdi. Şöyle yazmıştı yazar: “Sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen (daha önce) Kitap nedir, iman nedir bilmezdin…” (Şûrâ Sûresi, 42:52)

“Muhammed b. Abdullah için otuz beş yaşından sonra çok özel bir dönem başlamış oldu…  Artık daha fazla düşünüyordu. Hatta istemese de düşünüyor, kendisi düşüncelerini değil, zihninde fırtınalar koparan düşünceler kendisini yönlendiriyordu. Çocukluğundan bu yana gittiği farklı yerlerde gördükleri, dinledikleri ve düşündükleri işine yaramıyor; sorularını cevaplamakta bir fayda sağlamıyordu. Düşünüyor, düşünüyor ama iç dünyasında fırtınalar estiren, beynini çatlatan, benliğini sarıp hayatı kendisi için problemler yumağına çeviren sorularına cevap veremiyor, derdine derman olacak şeyi bulamıyor ve daha da önemlisi, onun ne olduğunu da bilemiyordu. Bu nedenle de iç dünyasındaki fırtınalar gün geçtikçe daha da şiddetleniyor, düşüncesi karıştıkça karışıyordu… Geçen son birkaç yıl içerisindeki bütün çabalarına rağmen hiçbir şey elde edememiş, beynine batan soruların hiçbirisine doğruluğuna emin olduğu bir cevap bulamamıştı. Neyi aradığını bilmeden gerçekleştirdiği arayışları, en ufacık şekliyle bile olsa işe yaramamıştı. Bu süre içerisinde fark ettiği tek bir şey vardı, yalnızlığı sever olmuştu… Hira Dağının sarp yamacındaki küçük mağaraya gidip, yiyeceği bitene kadar orada kalmayı tercih eder oldu.”

Siyer okumaya kronolojik sırayla olay ezberi ve mükemmel insanların mükemmel hayatları olarak bakmaya alışmış bir nazar için bu satırlar oldukça dikkat çekiciydi. Ne kadar insanî bir duyguydu bu ifade edilenler.

Kitap benim için siyer kitabı olmaktan çıkmış, bir anda duygu olarak yakınlaştığımız bir şahsiyetin hayatına dönüşmüştü. Kitabı okudukça Peygamberimizin ilk ayetlerden önce peygamberlik ile ilgili bazı garip haletleri yaşadığı dönemlerde acaba akıl sağlığımı mı yitiriyorum, acaba kâhin mi oluyorum gibi düşüncelere kapılması ve yeniden yeniye Rabbine sığındığı bu hâletler tam da bizim gibi oluşunu yansıtıyordu.

Müddessir Suresinin, “Ey elbisesine bürünen! Kalk ve uyar. Elbiseni temiz tut. Rabbini yücelt. Pis şeylerden uzak dur. Yaptığın iyilikleri çok bularak başa kakma. Rabbin için sabret.” (Müddessir Sûresi, 74:1-7) şeklindeki ilk ayetlerinin vahyi ile birlikte kendisine yüklenen sorumluluğun ağırlığı içinde endişe ve korku hâli yaşayıp bir süreliğine evine kapanan Peygamberimize kısa bir süre sonra Rabbinin Müzzemmil Suresi ile “Ey örtüsüne bürünen” diye hitap etmesi ne de anlaşılır ve hikmetliydi.

İşte bu eseri diğerlerinden benim için en farklı kılan şey Peygamberimizin ve Sahabelerin de bir insan olduklarını ve aynı bizim gibi hislerinin olduğunu yeniden hatırlatması oldu. Hangi insanî duygu üzerine olursan ol, bir Sahabenin de bir zaman seninle aynı hissi yaşamış ve belki aynı yanlışlara meyletmiş olması ve nefsiyle nasıl mücadele ve nefsini nasıl terbiye ettiğini okumak bana kendimle ilgili bir ümide vesile oldu.

Kitapta tarihler ya da olaylardan ziyade olayların arkasındaki hissiyatların ön planda olması ve hangi hal ve olay üzere hangi ayetin indirilmiş olduğu ve bu ayetlerin ifade ettiği mesajlar üzerine durulması beni başta Peygamberimize, Sahabelere, sonra da kitaba bağlayan bir üslup oldu açıkçası. Ayrıca surelerin nüzul sebepleri üzerine bayağı bir bilgi birikimine vesile olması, dilinin akıcılığı ve kısa kısa bölümlerden oluşması ile eserimiz gerçekten okunmaya değer bir baş yapıt olmayı hak ediyor.

Öyle ki kitabın ilk cildini çocuk hastalıkları bölümünde nöbet tuttuğum bir aylık süreç içerisinde yalnızca nöbetlerimde okuyarak bitirmiş olmam, şevk ve ihtiyaç ile bir kitaba dalınca zor şartların ne kadar da önemsiz olduğunu hatırlatması açısından elhamdülillah güzel bir anı oldu.

Bu şekilde kendime olan ümidimin de yeniden yeşermesine vesile olduğu için yazardan da Allah razı olsun.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*