
Kimsin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?
Tarih boyunca insanoğlu mezkûr üç sualin cevabını merak etmiştir. İnsan nedir? Mazimiz var mıdır? İstikbalimiz bir gün sonlanacak mı? Ölüm bir son mudur? Yoksa yeni bir hayatın başlangıcı mıdır? Bizi, mevcudatı ve bütün kâinatı yaratan bir ilah var mıdır? Varsa neden yaratmıştır? gibi uzayan sorulara insanoğlunun cüz’î kısmı iman sayesinde vicdanı tatmin eden cevaplar bulabilmiştir. Biz de bu yazımızda Allah’ın kâinatı, hususan insanları neden yarattığını Risale-i Nur penceresinden anlamaya çalışacağız.
İlk durak: Merak
Başlangıç noktamız merak olsa gerektir. Mezkûr paragraftaki sualler üzerine hemen her insan düşünmüş ve doğru cevapları merak etmiştir. Zira “Merak ilmin hocasıdır.”1 ve “En ziyade insanı tahrik eden meraktır.”2 hakikatleri insanın fıtratını ele veriyor. “Hakaik ve garaibi keşf için insanlarda öyle bir şevk, öyle bir merak vardır ki; garib bir hakikati keşf yolunda canlarını, mallarını feda ediyorlar.”3 tespiti insanın merak uğruna en sevdiği can ve mal gibi sermayelerden vazgeçebileceğini ihtar eder.
Mevcudatı ilk kim müşahede etmek istemiştir?
Kâinatın yaratılmasında elbette pek çok hikmetler vardır. Birkaçı üzerinde birlikte düşünmeye çalışalım. İlki ve en önemlisi Cenab-ı Hakkın bizzat kendi ilim, irade, kudret, ihsan, cemal, celâl gibi vasıflarının mevcudattaki yansımalarını müşahede etmek istemesidir. Bir ressam düşünelim. Bu ressam yeteneğini ve tüm hünerlerini eserine yansıtmak ister. Eser ortaya çıktığında ise sanatçının mevcut kabiliyeti hakkında bilgi sahibi oluruz. Mesela ilkokul çocuğunun resmiyle Leonarda Da Vinci’nin Mona Lisa tablosu arasındaki fark mukayese kabul etmez. Aynen öyle de şu kâinat, Rabbimizin sonsuz cemal ve kemalinin bir yansımasıdır. Bütün mevcudat, ayna olduğu esmâ-i İlâhiye vasıtasıyla yaratıcısından haber verir. Dolayısıyla bütün mevcudatı ilk ve en iyi müşahede eden Rabbimizdir.
Rahmet üzerine düşünmek!
İkinci sebep olarak, Allah’ın rahmetini nazara vermemiz gerekir. Bir an için hiç yaratılmadığımızı düşünelim. Sevdiğimiz insan, eşya ve mevcudatın yaratılması yani varlık sahasına çıkması büyük bir rahmet değil midir? Yoklukta konuşabilecek bir şey var mı? Yok olan ne yapabilir ya da ne düşünebilir? Yokken var edilmek yani yaratılmak en büyük bir lütuftur. Bu lütuf sonsuz rahmetin aynasıdır. Aynı zamanda insana kıymet ve ehemmiyet verildiğinin izharıdır.
Asıl vatan: Ahiret!
Üçüncü sebep olarak, bu dünyadan sonra gelecek sonsuz zaman dilimi olan ahiret âlemidir. Tam bu noktada bir hadisi hatırlamakta fayda var: “Dünya ahiretin tarlasıdır”4 Nasıl ki tarla, içinde yetiştirilen meyve ve sebzeler için vardır. Mahsul vermeyen tarlanın kıymeti hiç hükmündedir. Aynen öyle de bu geçici dünya hayatının en önemli mahsulü ahirettir. Ahiret denildiğinde hiç şüphesiz hayatı, dünyayı, kâinatı sorgulayan, merak eden en kıymetli ve önemli mevcudat insandır. Aşağıdaki Risale-i Nur pasajları insanın kâinat, yaratılış ve esmâ-i İlâhiye ile ilişkisini şu şekilde nazara verir:
“Cenab-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esmâ-i Hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır.”5 “İnsan Saniin muhatab-ı hâssıdır.”6 “Bu kâinatta en müntehap netice ve Halık’ın nazarında en ehemmiyetli mahluk beşerdir.”7 ve “İnsan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı İlâhiye ve nukûş-u Esmâ-i Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır.”8
Evet, mevcudatın en kıymetlisi ve en ehemmiyetlisi insandır. Esmâya ayna olabildiği ölçüde kıymet aldığı nazara verilir. Şunu da hatırlamak gerekir ki “Sen olmasaydın ben bu âlemleri yaratmazdım” kudsî hadisinde ifade edildiği gibi tüm kâinatın yaratılmasının sebebi insan yani Efendimiz’dir (asm). “Arzın tefrişine sebep, yani vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi.”9 tespiti de bu hakikati beyan eder.
İnsan niçin yaratıldı?
Madem insan bu kadar kıymetli. Rabbimiz insanı niçin yaratmıştır? Cevabı Kur’ân’dan öğrenelim: “Ben insanları ve cinleri yalnız Bana kulluk etsinler diye yarattım.”10 Yaratılışımızın ana sebebi kulluktur. Kulluğu açmamız gerekir. İbadet, dua, zikir, İslâm, iman, güzel ahlâk kısacası Rabbimizin emir ve yasaklarına riayet etmek olarak anlayabiliriz. Helal dairesi içinde kalmak bu dünyaya gönderiliş maksadımıza hizmet eder.
Kullukla yani ibadet, İslam, iman, dua vb. ile yaratılış arasındaki bağlantı nedir? Neden insanın yaratılması kullukla ilişkilendiriliyor? Tam bu noktada bazı Risale-i Nur pasajlarına bakmak bize ciddi rehberlik yapacaktır:
“Din-i hak saadetin fihristesidir.”11 “Hayatın gayesi ve hayatın hayatı imandır.”12 “Allah’a abd olana her şey musahhardır. Olmayana her şey düşmandır.”13 “Ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a abd olmaktadır.”14 “İnsanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.”15 “Dua ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir.”16
Mutluluğun formülü çok açık: İman etmek!
Anlaşılan o ki, iki cihan saadeti iman etmek ve İslâmî kaidelere riayet etmekten geçiyor. Hatta denilebilir ki ne kadar bu prensipleri hayatımıza tatbik edebilirsek o ölçüde mutlu olacağız. “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.”17 ayeti son derece manidardır. Modern insanın aradığı huzur ve saadet bu dünyaya gönderiliş amacına uygun yaşamaktan geçiyor. Zira şu kâinat ağacının en önemlisi meyvesi ve yeryüzünün halifesi olan insan ruhlar âleminde kulluk yapacağına dair Rabbine söz vermiştir. Sözünü tutanın kurtuluşa ereceği yüzlerce ayetle müjdelenmiştir.
Lezzet ve zevk peşinde koşmak elem getirir!
Bu hakikatlerin farkına varmadan yaşayan insanların durumu içler acısıdır. Lezzet ve zevk peşinde koşarak ömürlerini geçirmeleri elem getirmekten başka bir netice vermediği aşikârdır. “Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir.”18 tespiti veciz bir özettir. Formül aslında çok basittir: “Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”19
Yaratılma sebebinizi Risale-i Nur pasajları eşliğinde hiç düşündünüz mü?
Son olarak insanın yaratılış gayesini anlamamıza yardımcı olacak bazı Risale-i Nur pasajları üzerinde düşünmeye davet ediyoruz. Bu pasajları dikkatlice okuduğumuzda insanın mahiyetini, vazifesini, dünya hayatında kendini misafir, memur ya da yolcu olarak telakki etmesi gerektiğini, kendisinden beklenen davranışların neler olduğunu, gaye ve hedeflerin kâinattaki nizamla ilişkisi gibi çok sayıda soruların cevaplarını bulmuş olacağız.
“Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış.”20 “Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz olabilirsin?”21 “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun?”22 “En bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”23
İlk yorumu siz yazın