Minik dünya misafiri

Üç kelime yazdıktan sonra bilgisayarı kapatıp ancak iki gün1 sonra tekrar klavyenin başına geçebildiğimiz günlere geldik, elhamdülillah. Ağır bir misafirimiz var. Öyle hemen gidecek gibi de değil. Hiç yoktan geldi, hayatımızın merkezine oturdu. Oturdu dediysek de direkt yattı aslında. Henüz oturmayı bile bilmiyor…

Misafirimiz oldukça aciz ve fakir, elinden ancak ağlamak ve talep etmek geliyor. Ama acizliğinden doğan müthiş bir kuvveti var. Kendisiyle daha önce hiç tanışmamıştık, ona bir borcumuz da yok. Ama acizliğinin kuvvetiyle bizleri emrine âmâde kıldı. En edna işlerine bile severek, koşarak baktırıyor.

Evet, dünyaya ve bizim küçük dünyamıza minik bir misafir geldi. Minik bir emanet. Onun vesilesiyle artık bir künyem2 bile var. Ben Ümmü Fâtımâ oldum, Fâtımâ’nın annesi yani. Babası ise Ebû Fâtımâ. Annem ilk defa anneanne oldu, kayınvalidem ilk defa babaanne.

Yedirmesi, giydirmesi, hepsinden önemlisi terbiyesiyle mesul olduğunuz bir insan yavrusunun varlığı, yanında pek çok şeyle geliyor. Neşe ve sevincin peşinde endişe de var; “Şu an yaptığım şey doğru mu? Onu doğru tutuyor muyum, boynu çok mu eğik kaldı? Acaba üşür mü? Belki de çok sıcakladı. Hasta mı, yoksa bunun normali mi bu?…”

Bu endişeler haddi aşmaya başladığında, en tesirli devayı 20. Mektub’un Dördüncü Kelimesi’nde, “lehü’l-mülk” hakikatinde buldum: “Ey insan! …Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul… Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.”

Ben benim değilim, nereden bu yavru benim olacak. Mülkü sahibine teslim ettim, yükümü gemiye bıraktım. Ya da bırakmaya çalışıyorum diyelim…

Başkasının, “Dur! Nasıl tutuyorsun, bebek hiç öyle tutulur mu?” diyemeyeceği bir konumdayım. Birisi pat diye bebeği elimden kapıp, “Bırak ben hallederim” diyemez. Doğru ya da yanlış, anne iseniz mesuliyet sizde. Şu ana kadar bana emanet edilen en kıymetli şey. Emanette emîn olabilmek ise mühim mesele. Artık e-nabız’da “çocuklarım” diye bir bölüm bile var. Çok garip. Daha dün biz çocuktuk. Şimdi çocuğumuz mu oldu?

Hayatın farklı safhalarının kendine has soruları var. Bekârlara, okuyanlara, nişanlılara sorulan sorular aşağı yukarı bellidir hep; “Evlilik ne zaman? Yok mu birileri? Ee, okul işleri ne âlemde? Nişan hazırlıkları bitti mi? Alışabildin mi?…”

Soran kişi farkında değildir belki ama sorunun muhatabı onlarca kez aynı soruyu cevaplamıştır. İşte hayatımızın bu safhasında herkesin merakla sorduğu soru; “Ee, nasıl bir hismiş?”

Bilmem. Bilmiyorum.

Muhakkak çok lezzetli bir nimet. Hiç yoktu, ama artık var ve sanki hep vardı. Lezzetli bir nimet fakat omuzlara bıraktığı vazife büyük. Hani geri dönüşü yok. İade edemeyeceğin bir hediye gibi. Bir kez anne isen hep annesin. Evlat ne kadar büyürse büyüsün hep evlat, hep küçük.

Her ne ise, tarifi biraz zor. Ancak başa gelince anlaşılır gibi.

Geçen ay bir zincir kırıldı. Neredeyse dokuz yıldır her ay aksatmadan yazdığımız köşemizi Fatma Hanım’ı karşılamakla meşgul olduğumuz için yazamadık. Dergiye dair diğer vazifelerimizi de bu vesileyle devrettik.

Güzel de oldu gerçi. Başta demiştik ya; acizliğinin kuvvetiyle bizleri emrine âmâde kıldı diye. Biz ona hizmetçi olduysak, Cenab-ı Hak da onun vesilesiyle başkalarını bize hizmetçi kıldı (bkz. anne ve kayınvalide). Aczi o kadar kuvvetli ki, onun vesilesiyle bizler dahi ikram ve ihsan gördük.

Hesapta biz onun terbiyesinden mesulüz; ama asıl o, bizim terbiyemize vesile oluyor. Günahlardan alıkoyan bir meşgale. Malayani vakit geçirmeye, en basitinden telefonu ele almaya bile fırsatınız olmuyor. En azından ilk başlarda öyle. Def-i şer noktasında böyle olduğu gibi celb-i nef’ konusunda da çok hayırlı bir vesile kendileri. Onu uyutmaya çalışırken bol bol okuma yapmaya, çeşitli zikir ve duaları okumaya fırsat oluyor. Şu sıralar Yedinci Şua’yı okuyorum mesela. Kâinattan Hâlıkını soran seyyahın maceralarını bizim minik misafir de dinliyor. Bir zaman sonra da o okur, biz dinleriz inşaallah.

Âmin…

Dipnotlar:
1) Başlığı yazdıktan sonra yazıya başlamak iki gün. Yazıyı bütünüyle bitirmek bir haftadan uzun…
Editörlük zamanlarımızda kendisine teklif ettiğimiz hemen her yazı vazifesini kabul eden ve iki küçük kızı olduğu halde yazısını ilk gönderenlerden olan Nurenda Coşkun kardeşimi de bu vesileyle tebrik etmiş olayım. Yapabilen yapıyor demek 🙂
2) Arap toplumlarında kullanılan, kişinin daha çok ilk çocuğuna izâfetle anılmasını sağlayan ibare. (KÜNYE, TDV İslâm Ansiklopedisi)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*